Kısa yazarak uzun düşündüreceğim bir yazı!

Başta kadın, çocuk, hastane, gazeteci, üniversite, okullar ve kaçan konvoyların bombalandığı, ölüm kalım savaşının yaşandığı, insanların yollara döküldüğü bu anlamsız savaş için derin bir üzüntü duymak ve kadınlar adına empati yapmaya çalışmak kaçınılmaz.

Kişisel kariyer planlarını her şeyin önünde ve üstünde tutanların hükümdarlığının ve hükümranlığının hüküm sürdüğü günümüzde; Bir yanda Rusya- Ukrayna, bazen Azerbaycan- Ermenistan! Bir yanda İsrail- Filistin! Her daim kaynayan ve kanın bir türlü kurumadığı Ortadoğu! Bir türlü gözü doymayan ve hep başrolde olan ABD…

Paylaşmanın yerini kıyasıya paylamanın aldığı günümüz siyaset anlayışında; Bir kenti insanlarıyla, binalarıyla, araçlarıyla, kadınıyla, çocuğuyla, sağlık kuruluşlarıyla, alt yapısıyla, toplu halde bitirmeyi amaçlayan bir savaş…

Nereden gelirse gelsin, hedefi ne olursa olsun, kim başlatırsa başlatsın, kim misliyle karşılık verirse versin, şiddetin, terörün her çeşidine dur diyecek yok diyecek, hayır diyecek güçlü seslerin ve çıkışların azlığı…

Kan, gözyaşı ve göçe rağmen! Karadan, havadan, denizden sivillere ölümcül ateşe rağmen! Geceler boyu yağan füzelerin sonucunda 724 çocuğun bomba kurbanı olmasına rağmen! BM’nin “hastane ve okulları vurmayın!” uyarısına rağmen! 2 bin hastanın ölümle burun buruna kalmasına rağmen! Dondurma kamyonlarının bile morga dönüştürülmesine rağmen! Bölgenin ateşe verilerek elektriğin, suyun gıdanın kesilmesine rağmen! Çocuk hastanelerinin vurularak bebeklerin öldürülmesine rağmen! 1 haftada 3 binden fazla kişinin ölmesine rağmen! Irak’tan Suriye’ye, BAE’den S. Arabistan’a, Katar’dan Kuveyt’e, Bahreyn’den Umman’a, Sudan’dan Yemen’e, Mısır’dan Lübnan’a koskoca ve sessiz Arap âlemi…

Her yanda feryadı duyulmayan kadınların sesi, savaşın havada asılı kalan çığlıkları, “anne biz ne zaman öleceğiz?” diyen çocukların feryatları, babaların çaresizliği, enkaza dönen evlerin yıkıntıları arasında çaresizce yakınlarını arayanlar ve suskun ve sakin Batı dünyası…

Kötülüğün, nefretin, şiddetin sonu yok…

Başta kadın, çocuk, hastane, gazeteci, üniversite, okullar ve kaçan konvoyların bombalandığı, ölüm kalım savaşının yaşandığı, insanların yollara döküldüğü bu anlamsız savaş için derin bir üzüntü duymak ve kadınlar adına empati yapmaya çalışmak kaçınılmaz.

Ölenlerin çoğunun kadın ve çocuk olması karşısında savaşın kaybedeninin bir kez daha onlar olduğunu düşünmek, duyguları denetlemekte zorlanmak, çıkan cılız sesleri bu ortamı durduracak kadar uygun ve samimi bulmamak, acilen ve daha fazla zaman yitirmeden amasız - fakatsız bu kanın bir an önce durmasına aracılık etmek kaçınılmaz.

Unutmayalım! Biz yazarken zorlanıyoruz, hatta yazamıyoruz ama onlar yaşıyor ve anlatmaya çalışıyor. Bazen itham, bazen sitem, bazen inkâr ve hep düş kırıklıklarıyla nereye kadar?

Özetle! Büyük güçlerin sahne aldığı, bölgesel bir savaşın tohumlarının atıldığı günümüzde vicdanlı bir dünya aranıyor ki vicdan bayrağı acilen göndere çekilsin, dünyaya vicdan afişi asılsın. Bu bir dilek mi, temenni mi, samimi bir istek mi bilemedim. Bildiğim o ki giderek artan, genişleyen çoğalan isyan ve öfke iliklerimize kadar işledi. Bekleyip görmekten başka çare yok. Ama ömrü savaş meydanlarında geçmesine rağmen hep barışı savunan Büyük Atatürk’ün; “Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir!” şeklindeki dağa taşa yazılması şart olan bu evrensel sözünün hiç unutulmaması gerektiği kesin…