Kaçıp Gitmesinler, Göçüp Gitmesinler, Küsüp Gitmesinler, Bıkıp Gitmesinler…

Temsil makamında oturanlara koltuğun hakkını teslim etmeden önce düşünmemiz gereken çok konu var. Tıpkı durmadan tavsiye ve telkin de bulunanlara sormamız gereken soruların çokluğu ve yanıt alamamanın bolluğu gibi…

A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Evet! Uzun süredir korkarak yaşıyoruz. Yoksulluk korkusu, işsizlik, açlık, haksızlığa uğrama korkusu, psikolojik baskının yarattığı korku, olamaz dediğimiz şeylerin olmasının yarattığı korku, kinden- nefretten, öfkeden, intikam ve gözdağı vermelerden kaynaklanan korkular ve en önemlisi kadınsak öldürülme korkusu…

Evet! Çocuklarını güvenli bir evde büyütmek isteyen anne ve babaların, kirayı denkleştiremediği için sık sık güvensiz evlere taşınmak zorunda kalan emeklilerin, evim olsun diye hayal kuran gençlerin bu en doğal ihtiyaç ve beklentilerini karşılayacak güçleri var mı? Ya da bu zorlu ekonomik koşullarda nasıl sağlanacak? Bu ve benzeri sorunlar sorulması gerekenler değil midir?

Yine 33 Veteriner Fakültesiyle övünen yönetime; 20 yıl önce 5 veteriner fakültemiz vardı ve ülkemiz et ihtiyacını kendi yerli üretim hayvanları ile karşılıyordu. Bugünkü gibi başta Uruguay ve Brezilyla olmak üzere 20 farklı ülkeden canlı hayvan ithal etmiyordu. Şu anda veteriner fakültesi sayısıyla dünya üçüncüsüyüz. Ama mezunlarımız garsonluk, motokuryelik yapıyor belki kendi meslektaşlarına lahmacun ve köfte taşıyor. Bu ve benzeri sorular sorulması gereken ve yanıt bekleyen sorunların sonucu değil midir?

Bitmedi. Biter mi?

Kurumsal çürüme, sadakatla liyakatın yer değiştirmesi, bağlılık testinden yüksek notla geçmenin açtığı kapılar, sadakat zincirinin sağladığı makamlar, genç işsizliğin erkeklerde yüzde 37, kadınlarda yüzde 46’ya dayanması, umudun yerini çaresizlik alınca da adına beyin göçü denilen ve uzayıp giden pasaport kuyrukları çok önemli bir başka sorunumuz değilse nedir?

Oysa ülkemizin enerji kaynakları, yeraltı yer üstü zengin toprakları, tarıma elverişli arazileri, doğası, havası, suyu verimli kullanılsaydı, ulusal tasarrruf sağlansaydı, ekonomik dengeler gözetilseydi, ithalat- ihracat kalemleri inceden inceye hesap edilseydi yukarıda sıralananlar pek de yaşanmaz, sorular birbirini izlemezdi.

Eğer bir ülkede 3.5 milyon çocuk işçi varsa! Pahalılık el ve cep yakıyorsa! 2024 Kasım- 2025 Kasım arasında 248 kadın öldürülüp, 271 şüpheli kadın ölümüyle yüzleşiliyorsa! Her nedense bu kadınların çoğu da yüksekten düşerek yaşamını yitiriyorsa! Yılda 40 bin kişi öğretmen olarak mezun olup, 6 ya da 8 bin civarında öğretmen ataması yapılıyorsa! 1 milyona yakın öğretmen yıllardır atanmıyorsa sorun var ve sorulacak soru çok demektir.

Genç işsizlik ortalaması yüzde 23’ü bulan gençlerin yüzde 40’ı kadınsa, küresel ortalama yüzde 20 civarında ise, bu oran Hollanda’da yüzde 4.5, Norveç’te yüzde 5 dolayında ise temsil ve teslim kavramlarını yeniden gözden geçirip, içini doldurmak gerekir. (Kaynak: UN Women ve NEET verileri.)

Dünya Basın Özgürlüğü Endeksinde 180 ülke arasında 159.sırada yer alıyorsak! Hukukun Üstünlüğü Endeksinde 142 ülke içinde 117.sırada yer buluyorsak! Sadece ulusal düzeyde değil, evrensel düzey de korkularımızın, kaygılarımızın olması doğaldır, ürkütücüdür…

Sorumluluklar ve sorunlar…

Pazardan eli boş dönen kadın: “Sorumluluklar ve sorunlar doldurdu hayatımı, bir baktım yıllar geçmiş ve ben yaşamamışım!” şeklinde yakınıyorsa…

“Oğlum 21 yaşında ben onu bayat ekmekle büyüttüm, yaz geldi geçti bir meyva yiyemedik ana- oğul.” diye yakınan anne yere bakıp içini çekerek konuşuyorsa…

Okulda da, işte de olmayan, hayallerinin peşinden gitmeyi bırakan, yüzlerindeki boş ifadeyle, umutsuz bakışlarla sessiz, sedasız duyulmayan, görünmeyen, yayılan ve fakat uyarıcı çığlıklarıyla bekleme odasındaymış gibi evlerinde, odalarında, yataklarında sessiz, üretmeden, mutsuz, umutsuz bekleyen, başını telefonundan, bilgisayarından kaldırmayan, adına da “ev genci” denilen kesim sorunlarını ve beklentilerini şöyle sıralıyorsa;

“İş bulamama, yıllara yayılan işsizlik, düşük ücretler, farklı ücret politikaları, eğitim sisteminin uyumsuzluğu, istihdamın azlığı, eğitim ve iş dünyası arasındaki derin uçurum, iş başvurularında mesleki beceri, yeterlilik ve deneyim sorularının havada asılı kalması, iş aramaktan bıkmak ve daha doğrusu vazgeçmek, sistemin dışına çıkmak, eğer kadınsa aile baskısıyla erken evlenmek, ya da ailesi istemediği için okuyamamak, hala ana- baba eline bakmaktan dolayı ezilmek, hayatlarına yön verecek kapı ve çıkışı bulamamak” Tüm bu sıralananlar arayışa ve kaçışa neden olmaz mı? Oysa 15-29 yaş arası bu gençler ülkemizin geleceği, umudu ve potansiyeli demektir.

Sonuç mu? Özgüven kaybı, gelecek korkusu, yalnızlık ve izolasyon, aile içi baskı, psikolojik çüküntü, kaygı bozukluğu, depresyon belirtileri ve yüzde 52’nin ortak sözü; “Geleceğe dair hiçbir umudum yok! Kariyer planım çoktan çöktü. Üniversite diplomam hiçbir işe yaramadı.” Geleceğe bakan ve geleceğimiz olan gençler arkalarında yarım kalan projelerini, söylenmemiş cümlelerini, tutamadığı sözlerini, gerçekleştiremediği hayallerini, onları hayata bağlayan umutlarını bırakıp gidiyorlar. Geride kalan ailelerine derin bir hüzün, onlarsız bir boşluk ve ne olacakları sorusunun havada asılı kalan işaretlerini bırakarak…

Oğlunu ABD’ye uğurlayan anne diyor ki; “Bir bilinmeze gitti tek çocuğum, artık o olmadan kahvaltı masalarının, akşam yemeklerinin hiç tadı tuzu yok. Her öğünde, ne yiyor diyorum kendi kendime, boğazıma diziliyor lokmalar. Eskiden oğlum sınavlara girmekten şikayet ederdi, anlamazdım, şimdi benim asıl sınavım o gidince başladı ve onu anladım.”

Çözüm mü? Görev tanımı ve çözüm belli! Yine başa dönersek. Temsil kabiliyetine inanarak ve güvenerek hakkını teslim edeceğimiz yöneticiler acilen gençlerin sesine kulak vermeli. Onların yarınlarımızın ışığı, geleceğimizin umudu olduğu gerçeği unutulmamalı. Ailelerinin ve yurtsever öğretmenlerinin ortak harcıyla yetişen ve yoğrulan bu gençlerimize kıyılmadan ufuk açmalı ki; Kaçıp gitmesinler, çekip gitmesinler, göçüp gitmesinler, küsüp gitmesinler, bıkıp gitmesinler…