Yok Edilmekten, Yok Sayılmaktan Ya Yorulduysak?
Yoğun talep ve istek üzerine bugün yine bizim mahallenin bitmeyen sorunlarını dile getirecek, yok etmekle- yaratıcılık arasındaki çelişkilerde ve neden, nasıl, niçin arasındaki ince çizgide dolaşacağız. Kadınları iki kolundan tutup çekiştiren öyle çok sorun var ki, bazen mücadeleden yorgun düşüyor, bazen “yok canım olur mu üyle pes etmek, durmak yok yola devam” diyoruz.
Konuşma yapmak için çağrıldığım yerlerde konu başlığı ne olursa olsun söz dönüp dolaşıp kadınların bitmeyen ve yanıt bulmayan sorunlarına geliyor. Küçücük mutluluklar bile bize çok görülüyorsa, nedenleri araştırılıyorsa, küçümseniyorsa, bu ışığın ve gülüşün sebebi ne ola ki diye neredeyse soruşturma açılıyorsa...
Vahşetin nedeni bilinmiyor ama, çeşidi sınır tanımıyorsa, itiraz ve tepkiler yüksek tepelerde karşılık bulmuyor, bulamıyorsa, kadına şiddete göz yuman, izin veren belli olmasa da hesap ödeyen her daim kadınlarsa…
Kezzap, bıçak, tabanca, tüfek kullanarak, balkondan iterek, boğarak, kemiklerini kırarak, ama intihar süsü vererek gerçekleştirilen cinayetlerde adres hep kadınlarken katiller iyi halden serbest bırakılıyorsa…
Gerçekleri barındıran konuşmalar gölgede bırakılmak istenirken, kadın merkezli toplantılara joplu- biber gazlı müdahale edilirken, kadınların can güvenliğini yok sayanlar baş tacı edilip, mücevher değerindeki Cumhuriyet adımları ve atılımları yok sayılıyorsa…
Boşalan sofraların, küçülen porsiyonların, hızla geçilen market vitrinlerinin, baş çevrilen lokanta ve kafelerin, ötelenmiş hayallerin, ertelenen planların baş sorumluları belli iken hiçbir önlem alınmıyorsa…
Sorumlulukların ve sorunların doldurduğu hayatımıza, stres testinden geçtiğimiz çıkışsız hikayelerimize, karamsarlıkla dolu günlerimize biraz daha gayretle, nezaketle, hassasasiyetle, samimiyetle yaklaşılmıyorsa…
Yalın, içten, bilgiçlikten uzak, kafa karışıklığına ve tutarsızlıklara derman olacak cesur ve yürekli adımlar atılmazken, tartışarak, kavga ederek, hakaret ederek, yetinmeyip vurup kırarak kadınları adres alan acımasız adımlara dur denilmiyorsa…
Korkuya değil cesaretle yaslanılarak yazılan ve herkesin ders alabileceği cinsten kitaplardan, konuşmalardan, paylaşımlardan, sessizliği değil sözü seçmekten bu kadar çok korkuluyorsa…
Özellikle günümüzde beklenmedik gelişmelerin bazen ne biçim kırılma noktalarına dönüşebildiğini, dostlukları hemencecik bitirebildiğini görüp bilsek de; Değişen mevsimlere inat ve her şeye rağmen değişmeyen dostluklar ve dayanışmalar hala hükmünü sürdürüyorsa…
Kuşaklararası çatışmaların, sorgulamaların, anlaşmazlıkların hatta bazen patlamayla sonuçlanan farklılıkların altını çizmemenin, susmanın ve tepkisiz kalmanın nelere yol açtığı görülmüyorsa…
Yazılanlar ve unutulanlar ülkemizin kadın fotoğrafını yansıtırken “ana karakter hastalığına” yakalananları bu görüntüler asla ilgilendirmiyorsa ne mi olur? Olup bitene yasalar ve yönetenler olmasa da sözcükler bile isyan etmeye başlar…
Hatırlatma Notu: Okuduğunuz bu yazı konu olarak asla eskimeyen, gündemden bi türlü düşmeyen ve bu gidişle düşmeyecek olan KADIN dosyasını aralıyor. Okuyunca bana hak vereceksiniz…
Önemli not: Bugünlerde dilimden düşmeyen ve günümüzü yansıtan güncel deyimle üç mottom var. İlki şu! Ezip geçen, yıkıp geçen, oyup geçen, delip geçen eldeki, dildeki, sözdeki, bakıştaki şiddeti görünce diyorum ki; “Siz olayların farkında mısınız? Ya da bizler sizin umurunuzda mıyız?” İkincisi; “Bize gül vermeyin, bize gülümseyin yeter!” Üçüncüsü; “Biz yaş almaktan korkmuyoruz. Bize yaşattıklarınızdan korkuyoruz.”
Soru notu: Bu soruları sorarken haksız mıyım?
Kutlama notu: Eczanesine en iyi ilaç: “Atatürk” yazan Eczacı Buse Alpaydın diyor ki; “Cumhuriyetin nimetleriyle büyüyen bir kız çocuğu olarak kurucu liderimi ve bayrağımı başımın üstünde taşımaya devam edeceğim.” İçimizi açan bu sözleri için teşekkürler, tebrikler…