Bazı yaslar 40 günlük, bir yıllık değil bir ömürlüktür. Tıpkı bazı sevinçler gibi…

Sanatın gücüne, edebiyatın sihrine, insanlardaki yansımasına inanan biri olarak; Yazıp konuştuklarımda bazen isyan, bazen eleştiri, bazen mesaj yoluyla kahramanlarımla sık sık buluşmak, onları anlamaya çalışmak, anlamaya çalışırken hissetmek, sonrada içim titreyerek sarsılarak yazmam bundan…

Yazıma güncel notlarla başlayıp; iyi haberler, daha iyi haberler, en iyi haberler diye düzenlemeye kalkarsam altından kalkamam. İyisi mi şaşırmayıp üzüldüğümüz, çok az da olsa yüzde yüz katılmasak da, olup bitenleri umursayan, bir şeyler yapmak için çırpınan ve işi omuzlayanları görünce mutluluk duyduğumuz konuların altını çizelim.

Bazı konular umurumuzda mı? Yüzde yüz evet. Bazı konular için elimizi taşın altına koyuyor muyuz? Tabii ki koymalıyız. Son yıllarda dayatılanlara şaşırıyor muyuz? Hayır. Üzülüp, tedirgin oluyor muyuz? Hem de nasıl…

Şimdi kısa bir geziye çıkarak, tarih sayfalarında dolaşıp, geçmişe kısa bir yolculuk yapalım. Dün kadına verilen haklardan bugün budanan haklarımıza gelelim. Öncelikle bu adımların tesadüfi olmadığının altını çizelim. Kadınları sosyal yaşamdan silip, dört duvar arasına tıkmak isteyenlerin, temel görevinin en az üç çocuk olduğunu söyleyenlerin, onları görünmez kılmak için burkaya, peçeye sokanların, başarılarından rahatsız olanların hesaplı kitaplı adımları olduğunu belirtelim…

Yetinmeyelim! Yüzüme baktın suç! Mesaj attın suç! İzinsiz sokağa çıktın suç! Yemeği geç pişirdin suç! Voleybol- basketbol maçında şort giydin suç! Ülkene dereceler kazandırdın, ama bacaklarını buzlamadın suç! Şarkı söyledin suç! İran’da kısa kollu tişört giydin hapis! Afganistan’da şarkı söyledin kırbaç! Sırada ne var acep?

Şimdi gel de zorluklarla savaşarak, düş kırıklıklarıyla uğraşarak, yenilgilere rağmen yeniden ayağa kalkarak yaşam mücadelesi veren kadınları! Dayatmalara direnen, rol model olan, kitaplarıyla ufuk açan, yazılarıyla besleyen, konuşmalarıyla aydınlatan düşünce arkadaşlarımızı anma, alkışlama…

Şimdi gel de cumhuriyetin 100. Yılında; kazanımlara kararlılıkla, tutarlılıkla, yüreklilikle sahip çıkma…

Şimdi gel de is değil, iz bırakan, katıksız ve ödünsüz Cumhuriyet kuşağı olduğunu unutmayan, hastalık, yaşlılık, emeklilik demeden alanlara koşan ve bunu Ata’sına, değerlere, ülkeye ve vicdanına karşı borç sayanları örnek alma...

Şimdi gel de bazı öykülerin, bazı kahramanların sözcüklere, tariflere, sıfatlara sığmadığını hatırlama…

Tam da burada samimi bir açıklama!

Duygularımızı, çektiklerimizi, anlattıklarımızı, anlatamadıklarımızı, iç çekerek, yutkunarak, utanarak, yazdığım için bu tür yazılar; benden, senden, bizden, sizden izler taşıyor. Kalemini hep cebinde taşıyan biri olarak, yurttaş, yazar, eğitimci kimliğimle bazen utandığım çığlıkları, bazen heyecanlandığım başarıları, bazen kahrolup sustuğum çileleri yansıtmaya çalıştığım kadın konulu yazılarımı iç çekişlerimin dışa vurumu sayın isterim. Okurken bu gözle okuyun, bu duygudaşlığı yaşayın isterim…

Sanatın gücüne, edebiyatın sihrine, insanlardaki yansımasına inanan biri olarak; Yazıp konuştuklarımda bazen isyan, bazen eleştiri, bazen mesaj yoluyla kahramanlarımla sık sık buluşmak, onları anlamaya çalışmak, anlamaya çalışırken hissetmek, sonrada içim titreyerek sarsılarak yazmam bundan…

Buna okurlarım ister duyurmak desin, ister savunmak desin, ister haykırmak desin. Kabulümdür. En önemli neden kadının eğitimi ve ekonomik özgürlüğüdür, evlilik iş ve garanti kapısı olarak görülmemelidir. Benim ailem, başta da rahmet ve özlemle andığım annem bana “evlenip yuva kuracaksın, gelin olacaksın!” hiç demedi. “Oku, eğitimini bitir, kendi kararını kendin ver!” dedi. Öyle de yaptım sanırım. Aksi halde yıllara ve yollara yayılan bunca yazı, kitap, konuşma, araştırma, söyleşi olmazdı…

Yazımı Aziz Nesin’le bitireyim! Usta kalem, yazarların sorumluluğu nedir sorusuna cevap olarak diyor ki; “Çağından sorumlu olmak, bir yerde kötülük varsa, ondan kendini sorumlu tutmak, düzeltmeye çalışmak, düzelmediği zaman huzursuz olmak!”

Koca çınar bu sözü söylerken umut Kafdağı’nın ardında mıydı? Bilmiyorum. Bildiğim o ki keşke Kafdağı’nın önünde olsaydı umut…