Kemal Kılıçdaroğlu'na açık mektup

2011 Genel Seçimlerinin ardından TBMM'ye İstanbul Milletvekili olarak adım attığım ilk haftada salt parlamentoda oturmanın faydasızlığını fark etmiştim. Sanırım birçok arkadaşım için de bu böyleydi.

Milletvekilinin aslında en çok keyif alacağı iş, yasa yapım süreçlerine katkıda bulunmak; komisyon çalışmalarına yapıcı bir şekilde etki etmek; TBMM'yi sokağa taşımak değil, sokağı TBMM'ye taşımak olurdu. Bizler de "çiçeği burnunda seçilmişler" olarak TBMM'ye aynı umutlarla girdik. Ama gerçekler öyle değildi. TBMM matematiği ve iktidarın muhalefeti tanımayan tavrı gerçek manada parlamento çalışması yapmanın önüne set çekmişti.

2011 yılı aynı zamanda sokağın bizi çağırdığı bir yıldı. Neden mi çağırıyordu?

AKP iktidarının kendisini "çıraklık ve kalfalık" diye nitelediği yıllarda birbiri ardına çıkarılan yasaların vatandaşın karnına bıçak gibi saplanmaya başladığı yıllardı.

Leyla sokağa çıktı

Enerji piyasaları, suların satışı ve madencilik ile ilgili düzenlemeler, köyleri, mahalleleri hem sağlık açısından hem de yaşam alanına tecavüz anlamında tehdit ediyordu. Havası kirletilen, suları satılan köylüler, belki ilk anda kendilerine bir miktar gelir sağlayan bu faaliyetlerin zararını anlamamıştı; ama toprağı tükenip suyu kuruduğu zaman kızılca kıyamet kopmuştu. İşte Rize'den Erzurum'a, Antalya'dan Bursa'ya, Artvin'den Amasra'ya uzanan ve mağdurlarını TBMM'deki basın kürsüsüne taşımaya çalıştığımız bu insanlar sokağa çıkıyordu.

Leyla'yı hatırlıyor musunuz? Hani deresini korumak için köyün kadınlarıyla birlikte gidip kepçenin önünde duran Tortum Bağbaşı köylü Leyla. Bir köy doluşup grup toplantısına gelmişlerdi. Eşiniz Sevgili Selvi Hanım ile de gitmiştik köylerine. Ellerinde yarı boş, derenin bulanık sulu kovalarıyla karşılamışlardı bizi. Siz de konuşmalarınızda defalarca yer vermiştiniz.

Leyla Yalçınkaya, babası, amcası, babaannesi, köylüleri hepsi sokağa çıkmışlardı iktidar-sermaye ortaklığındaki zulme karşı. Eğer çıkmasalar, eğer jandarma ve vali baskısına direnmeseler onları göremeyecektik, defalarca gidip konuyu gündeme taşıyamayacaktık, Sevgili Eşber Yağmurdereli avukatlıklarını yapamayacaktı, kazanamayacaklardı. Köylerinden kente sürülüp bir kutu konutun içine hapsolacaklardı.

Evet HES şirketi kaçtı, köy kurtuldu, Leyla yuvasını kurdu, mutlu son oldu.

Sandık beklenmezdi.

Gezi de sokaktı

Gezi, bir kent hakkı direnişiydi. AKP iktidarının kalfalık dönemine tekabül eden afet riski ve kentsel dönüşüm adı altındaki düzenlemeler, kentlerde, özellikle de İstanbul'un eski mahallelerinde yaşayan vatandaşları tehdit ediyordu. Tozkoparan'dan Cumhuriyet Mahallesi'ne, Sulukule'den Fikirtepe'ye tüm kentsel dönüşüm mağdurları mahalle dayanışmaları halinde bir araya gelmeye başlamışlardı. Yaşam alanlarını korumak için birbirleriyle kenetlenen bu gruplar, Taksim'deki ne olduğu belirsiz dönüşüm arzularına karşı direnenlerle birleştiler. Bu grup Gezi Direnişi’nin çekirdeğini oluşturdu. Gezi Direnişi iktidarın her alanda mağdur ettiği insanların birbirlerine dayanarak direndiği bir hak mücadelesi idi. Gezi mahalle dayanışmalarını güçlendirdi. İktidarın diğer birçok yaşam alanı saldırısına karşı ortak mücadele verildi. Yedikule bostanlarında bostancılar sokaktaydı, Validebağ'da Üsküdarlılar. Daha dün Validebağ Direnişi'nin Üsküdar Belediye'sine geri adım attırarak kazandığı ekoloji mücadelesini kutladık.

Tüm bu sokak direnişleri sürerken hepimiz oradaydık. CHP milletvekilleri, CHP il-ilçe örgütleri, CHP Kadın Kolları, CHP Gençlik Kolları, hepimiz vatandaşla omuz omuza sokakta direndik. Çünkü hukuk ortadan kalktığında sokak hak olur. Şimdi siz bize "bizim kitabımızda sokak yok" diyerek tüm bu mücadeleyi dayanaksız hale getirmiş olmuyor musunuz? 17 Ocak 2022 günü Çağlayan'da Gezi Duruşması var. Buraya CHP örgütünden pekçok kişi desteğe geliyor. Başta İl Başkanımız Canan Kaftancıoğlu olmak üzere.

Bizim kitabımızda sokağa çıkmak yok ise, Gezi Direnişi’ni nasıl savunacağız?

Adalet için sokağa çıktınız

Adalet için sokağa çıktınız, yürüdünüz ve inanılmaz bir etki yarattınız, herkes peşinizden geldi. Ardından gerçekleşen miting, bu ülkede demokrasi isteyen kesimler için çok değerli oldu. CHP olarak gerek 15 Temmuz sonrası yaptığınız miting, gerekse geçtiğimiz günlerde Mersin'de yaptığınız miting çok etki yaratmış ve demokratik topluma umut vermişti. Bugün "bizim kitabımızda sokak yok" diyerek tüm bu anayasal mücadeleyi silip atamazsınız.

Kadınlar hakları için sokağa çıkıyor. Öldürülmemek için, özgürce yaşamak için, sokakta gece-gündüz özgürce ve şiddet görme korkusu taşımadan yürüyebilmek için sokaklara çıkıyor. Feminist Gece Yürüyüşü’ne AKP Cumhurbaşkanı “Bayrağımızı yakanlar bunlar. Gezi’de bayraklarımızı yakmadılar mı? Esnafın camlarını çerçevelerini indirmediler mi? Otobüsleri, otomobilleri yakmadılar mı? Biz bunlara iyi yapıyorsunuz mu diyeceğiz?” diyerek saldırdı. Bundan sonra kadınların bu hak mücadelesine siz nasıl destek vereceksiniz?

Öğrenciler parasız eğitim için sokaklara çıktılar. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve öğretmenleri bir yıldır sokaklarda direniyor. Öğrenciler yurt bulamadıkları için hem sokakta yatıyor hem de sokakta sesini duyurmaya çalışıyor. AKP Cumhurbaşkanı’nın "Bunlar kendilerine göre güya sözde öğrenci. Bunlar aynen Gezi Parkı olayı neyse bunun bir başka versiyonudur" sözü ile aynı noktaya gelmemelisiniz. Bu kabul edilemez.

Bizim kitabımızda sokak var

Barolar, avukatlar çoklu baro sistemine karşı yürüdü. Hukuk insanları sokağa çıkarken haksızlar mıydı?

Sağlıkçılar gasp edilen haklarını almak, tehdit altında verdikleri emek mücadelesini duyurmak için sokaklara çıktı, yürüdüler. Haksızlar mıydı?

EYT'liler, KHK'lılar... Hepsi sokaklarda basın açıklamaları, eylemler, yürüyüşler yaptılar ve buralarda hep CHP milletvekilleri vardı. Saymakla bitmez.

Bugün çıkıp, "Bizim kitabımızda sokağa çıkmak diye bir şey yok" diyemezsiniz. Artık çok geç. Sizin bütün örgütünüz sokakta iken, sokakta olduğu için şiddet görmüşken, belki yargılanmışken ve yargılanıyorken, artık çok geç.

Üstelik de bizim (CHP'nin) kitabımızda sokağa çıkmak var. Seçim bildirgelerimizin özgürlükler ile ilgili başlıkları buna cevaz verir; parti programımızın içeriğindeki hak ve özgürlüklerle ilgili bölümler buna cevaz verir; ve elbette bizim kitabımız Anayasa ise şayet, "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı"nı düzenleyen 34'üncü maddesinde, "Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir" denmiyor mu?

Bu nedenle AKP Cumhurbaşkanına yanıtınız şöyle olmalıydı:

"Size mi soracağız ne zaman sokağa çıkacağımızı. Bu her TC vatandaşının anayasal hakkı. İster çıkar, istemez çıkmaz. Sizin göreviniz, bu anayasal hakkı kullanırken onun güvenliğini sağlatmaktır. Bir kişinin burnu kanasa sorumluluk size aittir."

Bu cümleyi lütfen böyle kurun, eğer tehlikenin farkında iseniz.

Etiketler
Kemal Kılıçdaroğlu