İyi ki doğmuşsunuz canlar

Bir pazar günü böyle geçti. Aklımda Ahmet Erhan’ın şiiri, kulağımda Çağdaş Türkü’nün sesi: Kenar mahallede bir pazar günü/Böyle başladı, nasıl biter kim bilir…

Aşağıdaki yazıyı geçtiğimiz pazar gecesi yazmıştım. Ama arkadaşlarım yayınlamamamı istediler. Gerekçesi sansür filan değil, bir sürpriz bozulacakmış! Bugün sevgili Can Atalay’ın doğum günü. İyi ki doğmuş iyi ki haksızlığa boyun eğmemiş. Bundan sonraki yılları özgürlüğün, adaletin, barışın olduğu bir dünyada sağlıklı geçsin. Sadece onun değil, tanıdığımız, tanımadığımız güzel bir dünya için direnen, eziyet gören, mücadele eden bütün kardeşlerim için bu dileğim. Nerede olurlarsa olsunlar, içeride dışarıda, celladın fırsatçının hayının yüzüne tükürenler için bu dileğim. Hepsine selam olsun. (Bir de anlamadığım bir şey var. Neden sürprizi bozacaktı ki bir internet sitesinde yayınlanan yazı? Can Atalay hapishanede! Ama bu samimiyetin kendisi güzel.)

Ve işte o yayınlanmayan yazı:

SIRADAN BİR PAZAR GÜNÜ

Pazar günü, yani dün ilk olarak taze TİP’li “dikkatli ol, haberleşelim” uyarılarıyla evden çıktı. Yenikapı’daki Newroz kutlamaları için.

Ben ise Maçka Parkı’na gittim. Ayın 24’ü arkadaşım, kardeşim Can Atalay’ın doğum günü. Sevenleri, arkadaşları, ailesi parkın içindeki amfide toplandık. Bir fotoğraf çektirdik özgür yıllar dileyen pankart ve dövizlerle. Fotoğraf bazı gazetelerde haber olacak, yani kendisi de içeride görebilecek. Muhtemelen bir gazete sayfasında yer alan fotoğraftan kim kimdir diye bizleri seçmeye çalışacak, ama zaten avukatları, ailesi söyler kimlerin orada olduğunu.

Bu tür fotoğrafları bir süredir çekiyoruz hapishanelerde tutulan meslektaşlarımız, dostlarımız için. En acıklısı 2016 sonunda, hapsedilen Cumhuriyet gazetesinden dostlarımız ve tutuklu diğer gazeteciler için çektiğimizdi. Tophane’deki Tütün Deposu’nda çok sayıda gazeteci toplandık, büyük bir şamata ile o fotoğraf çekildi. Bir yılbaşı fotoğrafıydı aslında, Aralık’ın son günleriydi. Bu tür gelişlerin çoğunda olduğu gibi bir türlü dağılamadık. Kapıda başlayan sohbet çeşitli gruplarla Beyoğlu’ndaki çeşitli meyhanelerde devam etti.

KENDİ FOTOĞRAFINI İÇERİDE GÖREBİLMEK

Bülent, Ertuğrul ve Ahmet Şık’la çıktık. Ertuğrul ile Pera Balık’a gidecektik. Ahmet’e de çok ısrar ettik ama gelmedi. Galiba başına ne geleceğini biliyordu. O gece gözaltına alındı ve tutuklandı. 2017 yılbaşında hapishanedeki meslektaşlarımızla dayanışma için çektirdiğimiz fotoğrafı hapishanede gördü muhtemelen. Görebildiyse tabii, eline o gazeteler geçmiş miydi bilmiyorum.

Dün de Can Atalay için bir araya gelmiştik. Çekimin ardından parkta uzun uzun sohbet ettik, dostlarımızla kucaklaşıp hasret giderdik. Tabii ki orada kalmadı. Civardaki bir kafede saatlerce oturup sohbet ettik. Çoğu gazeteci olan çeşitli masalara dağılmış gruptaki her sohbetin temel meselesi önümüzdeki seçimlerdi. Gazeteci milleti ya, duyumlar, haber kaynaklarından, anket şirketlerinden gelen rakamlar konuşuldu. Ama hakim olan duygu endişeydi. Yani, sonuç ne olursa olsun.

Arada gözüm hep telefonda, Newroz’da bir şey olup olmadığına bakıyorum, gözaltı haberleri geliyor, endişeleniyorum. Sonra telefonla yeni TİP’linin eve ulaştığını öğreniyorum. Ama endişem azalmıyor.

HATİCE VE MİTHAT CAN

Akşam ise hüzünlü bir anmaya gittim. Depremde yitirdiğimiz on binlerce kişi arasında sevgili Mehmet Tok’un ablası ile eniştesi Hatice Can ve Mithat Can da vardı. 1960’ların, 1970’lerden bu yana demokrasi ve insan hakları mücadelesi içinde yer alan Can’ları şöyle de hatırlarsınız. Depremin ilk gününden itibaren enkazın başında toplanan üç evladı, kardeşleri iş makinesi diye feryat ediyorlardı sosyal medyadan. Kendi elleriyle çıkartmaya çalıştılar anne ve babalarını ama ne yazık ki günler sonra ölü bedenlerine ulaşılabildi.

Hatay’da toprağa verildiler. Eğer doğal bir ölüm olsaydı, bu iki yiğit, iyi insanın cenaze törenine yüzlerce insan katılırdı sanırım. Yaşadığımız felaketin travmatik yanlarından biri de yas sürecinin ‘olağan’ seyrinde gitmemesi galiba. Hatice ve Mithat Can için, depremde yitirilen tüm canlar için Kadıköy Belediyesi’nin salonunda düzenlenen anma gecesini çiftin avukat olan oğlu Eren Can’ın müvekkili gazeteci İrfan Değirmenci sundu.

Çiftin en küçük oğlu annesi gibi avukat olmuş, işi gazetecilik olan, bu yüzden mahkemelerde ifade vermek zorunda kalan İrfan Değirmenci’nin savunmasını üstlenmişti. Edip Cansever’in Mendilimde Kan Sesleri şiirinde dediği gibi “Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi”!

Tabii hem sadece İrfan Değirmenci’nin değil, annesiyle birlikte Gezi isyanıyla ilgili birçok davanın avukatlığını üstlenmişlerdi. Hatice Can Gezi isyanı sırasında katledilen Abdullah Cömert ile Ahmet Atakan’ın davalarının da avukatıydı oğluyla birlikte. Hatice Can da Mithat Can da İHD Hatay şubesinin başkanlığını yapmışlardı 90’lı yıllarda.

Gece, depremde yitirilenler için yapılan saygı duruşunun ardından Eren Keskin’in konuşmasıyla açıldı. Eren’in ve ardından söz alan herkesin konuşması gözleri biraz daha nemlendirdi, öfkeyi artırdı. Çiğdem Mater’in, Mücella Yapıcı’nın hapishaneden yolladığı mesajlar öfke ile çaresizlik halini bir kez daha yüzümüze çarptı. Avukat Eren Can’ın çağrısıyla başlayan saat 21.00’de bir mum yak çağrısına uyularak o saatte telefonların ışıkları açıldı, bir dakika beklenildi.

Gece bitti, ayazda çadırlarda yaşayan on binlerce insanın, bu depremi felakete dönüştürenlerin yükü ve diğer tüm utançlarla ‘ev’lere dönüldü.

Bir pazar günü böyle geçti. Aklımda Ahmet Erhan’ın şiiri, kulağımda Çağdaş Türkü’nün sesi: Kenar mahallede bir pazar günü/Böyle başladı, nasıl biter kim bilir…

Etiketler
Muş