Kapitalizm, yapıp da ayakta tutamadığı binanın her şeyini satar

Bir de enkazların altında kalmış otomobillerin toplandığı bir yer var ki kentin çıkışında. Kendinizi bir distopyada gibi hissedersiniz. Kim bilir belki de öyleyiz de farkında değiliz.

DİSK Şubat’ta art arda yaşanan depremlerdeki yıkıma ve iktidarın depremzedeler için yapmadıklarına dikkat çekmek için, unutmamak, unutturmamak için Başkanlar Kurulu’nu Hatay’da topladı. Toplantı öncesi Defne ilçesinde yapılacak psiko-sosyal destek merkezinin tanıtımı yapıldı.

1999 Marmara depremini Kocaeli’nde yaşayan Lastik İş Başkanı Alaaddin Sarı ile Birleşik Metal İş Başkanı Adnan Serdaroğlu’nun önerileriyle böyle bir merkez açılmasına karar verilmiş.

“Tamam, deprem oldu, çok can kaybettik. Konut, geçim gibi maddi sorunlar bir an önce çözülmeli ama bunun bir de psiko-sosyal boyutu var. Onun için de bir adım atalım” denilmiş.

Büyük bir proje.

Buraya kadarın bir Yavuz Donat yazısı tadında olduğunun farkındayım.

SESSİZLİKLE ÖRTÜLÜ HER ŞEY

Hatay’a ilk kez gittim. Depremden sonrasını kastetmiyorum, hayatımda ilk kez gittim. Biliyorum bencilce ama, “iyi ki de ilk kez” diye düşündüğümü de itiraf etmeliyim. Nedenini anlatmaya gerek yok. Hatay diye bir kent yok neredeyse.

Hatay’ın kalbi Antakya’ya doğru giderken Belen’den itibaren hasarlı binalar, kaldırılmış enkazlardan kalan boşluklarla karşılaşıyorsunuz. Kent merkezine girdiğinizde bu manzara sıklaşmaktan öte hep aynı oluyor. Konteyner, çadır, yıkım, her yerde harıl harıl çalışan kepçeler, hızla geçen hafriyat kamyonları, toz, yıkımı bekleyen hasarlı evler…

Hala ayakta duran, durduğunu sanan evlerin neredeyse tamamı hasarlı ve yıkım ekiplerini bekliyor. Birçoğunun penceresinden tüller, perdeler dalgalanıyor. Aklıma Grup Yorum’un Ahmet Telli’nin şiirinden bestelediği harika yorumu geliyor: Ve yırtılmış bir tül gibi savrulup duruyor zaman!

ENKAZI DÖNÜŞTÜRMEK

Deprem sonrası, artık enkaz altından canlı çıkma umudunun yitirildiği zamanlardı. Hatırlıyor musunuz yıkımı hafriyat gibi görenlere isyanı. Birer modern canavar gibi duran kepçelere yalvarıyordu insanlar “Bu enkazın altında yakınlarımızın cesedi var” diye… İş makinelerine takılan ceset parçalarının görüntülerini gördük.

Cesetler, hatıralar ve çok şey hoyratça, vahşice kaldırıldı, ‘atık’a dönüştürüldü.

Şimdi yıkılanlar hasarlı binalar ve o kadar çok ki, onların yıkımı bile çok zaman alacak. İlk dikkatimi çeken her yıkımın yanındaki demir yığınları. Hani o cesetleri filan dikkate almayanlar var ya, yıktıkları binalardaki demirleri tuhaf biçimde ayrıştırıyorlar ve kamyonlara bindirip haddehanelere yolluyorlar. İskenderun yakın! Yıkımı tamamlanmış her enkazın yanında devasa bir inşaat demiri topağı görüyoruz.

DİSTOPYA

99’daki büyük depremde de benzeri olmuştu. Ama bu kez daha vahimi var. Yani ‘Olan oldu, biz çorbamıza bakalım’dan, ‘Allah’ın lütfu’na döndü iş. Enkaz kaldırma ihale edildi. Bazı şirketler ihaleyi aldı. Muhtemelen onlar taşeronlara verdi, taşeron başka taşerona…

Şöyle olaylar yaşandı: Eviniz hasarlı, yıkılacak. İçinden mutfak dolabını almaya gidiyorsunuz. Sizi engelliyorlar, “Biz bu binanın yıkımını içindekilerle aldık. Hiçbir şey alamazsınız”! Eviniz barkınız, belki de yakınlarınız yok olmuş. Üstüne bir de bunları yaşıyorsunuz. “İnsan katil olur” desem suça teşvik sayılır mı bilmiyorum. Umurumda da değil.

Bir de enkazların altında kalmış otomobillerin toplandığı bir yer var ki kentin çıkışında. Kendinizi bir distopyada gibi hissedersiniz. Kim bilir belki de öyleyiz de farkında değiliz.

DİPNOT:

Bina diye yazdığım her yer insanların yaşadığı ev!

Etiketler
Hatay Deprem