‘Yıldıran’ların fikirleri de kendileri de hep iktidarda!

Türkiye’nin hangi tarihini söylerseniz söyleyin bir “ahh” sesi çıkacaktır. Sürekli iktidar olan bir ‘fikir’ var. 12 Eylül döneminde Metris’te attığımız sloganlardan ikisiyle bitireyim yazıyı: Kahrolsun faşizm. İşkence yapmak şerefsizliktir!

Çok sayıda dostumun olduğu bir WhatsApp grubunda bir arkadaşım, “Bu ülkede zulmün en az olduğu dönem sizce hangisi” diye bir tür anket yaptı. Verilen cevaplardan çok, soru önemli galiba. 100 yıllık cumhuriyet tarihinde kimilerinin ‘rahat’ yaşadığı dönemlerde, birileri büyük acılar çekti. Ekonomiden, yoksulluktan söz etmiyorum. En basit demokratik haklardan, insani değerlerden bahsediyorum.

Sadece sıkıyönetim ve olağanüstü halle geçen yılları hesaplasak bile durumun vahameti ortaya çıkar. Bir de adı konulmamış olağanüstü hal dönemleri var, günümüzdeki gibi.

Bizim kuşağın (bence ülkenin) en büyük yıkımı 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle başladı. Darbeciler kendilerince tarafsız olduklarını halka göstermek için bir sağdan bir soldan iki kişiyi idam sehpasına çıkarıyordu. Bu tarafsızlık gösterisiyle MHP ve MSP yöneticileri de tutuklanmıştı. MHP davasında partinin önemli isimlerinden Agah Oktay Güner, “Fikirlerimiz iktidarda, biz hapisteyiz” demişti. MHP’li Güner, kendi arkadaşlarını da idam eden askeri darbeyi ‘kendilerinden’ görüyordu. Biz de öyle düşünüyorduk…

İŞKENCENİN BİR DE İŞKENCECİLERİ VARDI…

O kanlı darbe Türkiye’de birçok anlamda niteliksel dönüşüme neden oldu. Bu dönüşüm bir yana darbenin karakteristiklerinden biri işkenceydi. Darbeden önce de var olan işkence uygulaması yaygınlaştı, akıl almaz bir hale geldi. Şöyle düşünün: Türkiye’nin nüfusu 45 milyondu; 650 bin civarında insan darbeden hemen sonra gözaltına alındı. Bu gözaltılar ilerleyen yıllara da yayıldı. Her gözaltı işkence veya işkenceye tanıklıktı. En iyimser hesaplamayla her yüz kişiden biri işkence gördü veya işkenceye tanıklık etti.

Tabii bu işkence işinin tartışılmayan yönlerinden biri de şu: Bu kadar çok yaygınlaşan işkencenin bir de işkencecileri vardı. Onlara ne oldu?

Bir ara genç bir polis, Sedat Caner, işkenceleri anlattı Nokta dergisine. Dergi tükendi, ikinci baskısı yapıldı. Kamuoyu ilgi gösterdi, yargılanan işkenceci polis oldu. Ama işkenceden değil, devleti aşağılamaktan!

DEVLET BİLE UTANIR OLDU BU AŞAĞILIK TARİHTEN

İşkence dediğimiz de öyle bir kelimeyle geçiştirilecek basitlikte değil. Ülkenin dört bir yanındaki sorgu merkezleri, hapishaneler birer işkencehaneye dönüştürüldü. Bunların en vahimi Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’ydi. Anlatması bile işkence olan yöntemler uygulandı, işkenceye, asimilasyona dayanamayıp hayatlarını kaybedenler, isyan edip ölüm orucuna gidenler, seslerinin duyulması için bedenlerini ateşe verenler oldu. Bir Nazi kampına dönüşmüş Diyarbakır 5 No’lu cezaevinin komutanı Binbaşı Esat Oktay Yıldıran, 80’lerin sonunda İstanbul’da öldürüldü. Neredeyse ‘sessiz sedasız’ bir törenle Edirnekapı Şehitliği’ne defnedildi cenazesi.

Bir ara devlet bile utanır oldu bu aşağılık tarihten. 12 Eylül’de Diyarbakır’da, Mamak’ta, Metris’te ve diğer işkencehanelerdeki vahşet yazıldı, anlatıldı ama bir yandan da geçiştirildi galiba durum. Unutulmak istendi.

Yaşayanlar da unutmak istedi ki, darbe sonrası kurulan insan hakları derneklerinin üye sayısı, işkence görenlerin yüzde biri kadar bile olmadı.

Şizofreni hali.

2010’da Esat Oktay Yıldıran’ın ismi Fatih’teki bir anıttan kaldırıldı: Kaldıran AKP’liler.

Diyarbakır’daki işkencenin adı bilinen sorumlusunun adı bir ilk okula verilmiş. İktidarda aynı parti var.

Ama esas önemlisi niyet: Diyorlar ki “Bir daha yaparız”.

Bunu açıkça daha önce de söylemişlerdi. Bir önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, gözaltındaki kayıpları “Eminönü’nde gezerken kaybedilmediler” diyerek üstlenmişti. Yani devletin bazı vatandaşlarını gözaltına alıp öldürdüğünü, bilinmeyen bir yerlere gömdüğünü ya da attığını itiraf etmişti.

Başa dönersek, WhatsApp grubundaki arkadaşın sorusuna cevap veremedim. Türkiye’nin hangi tarihini söylerseniz söyleyin bir “ahh” sesi çıkacaktır. Sürekli iktidar olan bir ‘fikir’ var. 12 Eylül döneminde Metris’te attığımız sloganlardan ikisiyle bitireyim yazıyı: Kahrolsun faşizm. İşkence yapmak şerefsizliktir!

Etiketler
İşkence 12 eylül Cezaevi