Yerel seçimler: Bırakalım, onlar düşünsün…

Bir kez daha “Bu seçim o seçim mi?” sorusuyla yüzleşmenin arifesinde, son bir hatırlatma ile bitirelim.

Artık adını koyalım:

Türkiye’de sol iddiasız ve hedefsiz hale getirildi.

Düzen siyaseti bunu ister. İddialarından, iktidar hedefinden arındırılmış bir sol, romantik ve nostaljik bir unsur olarak kalmaya mahkum edilir. Ülkenin gerçek gündemlerinde kenarda kalan, sahici işlerle uğraşmayan sol, sol söylem ve eylem biçimleri başka işlerde pekâlâ işlevli hale gelebilir. Yeter ki, ayak altında olmasın, haddinden büyük işlere kalkışmasın…

Evet, düzen siyaseti bunu ister. Ama bu işte solcuların, sosyalistlerin payı yok mu?

Olmaz mı…

“Şimdilik yeterli güce sahip değiliz, gerçekçi olan bu süreçten en büyük faydayla çıkmak.”

Muhtemelen, bu fikir akla bir kez girdiğinde bir daha hiç çıkmıyor. Daha kötüsü, bu fikir kendini kolaylıkla örgütlüyor, alıcı buluyor. Ve en kötüsü, düzen siyasetinin de çok işine geliyor. Düzen siyaseti, solun bu akıl yürütmesinden nasıl faydalanabileceğini, bunu nasıl bir zaaf olarak kullanabileceğini de biliyor.

Bu fikre düzen siyasetinin yanıtı çoktan hazır: “Ben sana faydalanabileceğin araçlar sunayım, gel bu süreci birlikte atlatalım.”

Böylece içinden hiç çıkılamayan bir sarmala girilmiş olur. Artık hangi araçlar verildiyse onlara razı olunur, sözde hazırlıklar bir sonraki “süreç” için yapılacaktır. Heyhat, o araçlar hiçbir zaman bir süreklilik yaratmaya yetmez veya zaten süreklilik yaratacak bir enerji bulunamaz ve bir sonraki süreç geldiğinde yine aynı noktaya dönülmüş olur.

Büyük siyaset ve ülke ölçeği söz konusu olduğunda yine de yüksek perdeden konuşmak kolaydır. Yerel ölçekte işler daha da zorlaşır. Yüz yüze bakılan, daha sonra da bakılacak olan insanlar vardır. Çevreden gelecek basınca göğüs germek, belki bir süre dışlanmak, ilişkilerin yıpranması gibi büyük ve yer yer haklı bir dert oluşur. İddiaları bir sonraki “sürece” saklamak daha kolay, daha meşru hale gelir.

Malum, gündem yerel seçimler…

Sosyalist sol bu sarmal içinde yıllar boyunca iki yola başvurdu.

“Kazanma” ihtimali devreden çıkınca, maksimum faydaya yoğunlaşıldı.

Maksimum fayda ise kalıcı ve sürekli bir örgütlenme, yerel siyasi iddia olarak görülmedi de, sosyal demokrasinin açabileceği alanlara yerleşme yöntemi benimsendi.

İkinci bir yolu tutanlar da oldu…

Yine yerel hedef ve iddiaları bir kenara atıp sosyalist ilkeleri propaganda etmeye daralan bir anlayış benimsendi.

İki yöntem de nihayetinde biriktirerek ilerlemeye, taş üstüne taş koymaya hizmet etmedi.

Oysa, yeni bir yol açmak mümkün.

Kazanmayı hedefleyerek işe başlanabilir örneğin.

Kazanmak, belediyeler, belediye meclis üyelikleri, mahalle muhtarlıkları kazanmak olarak tanımlanabilir. Bunların her biri, rant ve çıkar ilişkileriyle bezeli yerel siyaseti değiştirmenin, gerçek bir halk muhalefetini örgütlemenin araçları haline gelebilir. O kirli siyasetin parçası olmak ile onunla hiç uğraşmayıp genel ilkeleri propaganda etmenin arasında bir mücadele örgütlemeye girişmek, en gerçekçi alternatif haline gelebilir.

Sosyalist belediyelerin sayısı artırılabilir.

Mümkün olmayan yerde belediye meclisleri birer mücadele alanı hale gelebilir. Oradaki mücadeleyle, gökkafeslerin yapımına, maden şiketleriyle girişilen ortaklıklara, yandaşa büfe veya ihale dağıtmayla dönen çarka müsaade edilmez. Halkın siyasete müdahale yolları bulunur, mücadeleyi yerelde temsil edecek figürler oluşur, onların sayıları artar.

Kazanılamazsa ne olur?

İlk birikim oluşur. Parayla anılan düzen siyasetinden kopuşu sağlayacak bir kimlik inşa edilir.

Hem ülkede, hem mahallede, ilçede, ilde bir daha söküp atılamayacak bir gerçek siyasi güç yaratılır.

Bir kez daha “Bu seçim o seçim mi?” sorusuyla yüzleşmenin arifesinde, son bir hatırlatma ile bitirelim.

O soru hiç bitmeyecek… Endişeler anlaşılır ama eminim ki düzen siyasetinin endişesi daha büyük.

Bırakalım, onlar düşünsün…