Doğan Ergün yazdı: AKP Türkiyesinde ‘darbe’ bağımlılığı

Yaşananlar, meşruiyet, toplumdan onay alma kaygısıyla ilgili sorunlara alamettir. AKP’nin, darbe bağımlısı sistemsel dönüşüm örüntüsü, belki de bu kez bir zaafa işaret ediyordur.

Zamanı siyasi veya toplumsal gelişmelere göre dönemlere ayırmak zor bir iş. Zor çünkü neyin güncel neyin tarihsel, neyin ana eğilimin parçası neyin ayrıksı olduğunu tespit etmek için yeterince veri/olgu incelemeniz gerekiyor. Hadi incelediniz, ne kadarı yeterli olacak bunu da hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceksiniz. Üstüne, güncel gelişmelerin baskısı sizi sürekli sıkıştıracak, o an yaşananın en önemli gelişme olduğunu düşünecek ve bocalayacaksınız. Bu yüzden, sağlıklı bir dönemselleştirme için olayların üzerinden belirli bir sürenin geçmesi, böylece veri sayısının doğal olarak artması ve güncelin baskısından kurtulmuş olmak gerekir.

Bu yazı, Türkiye’nin yakın dönem siyasi tarihini dönemlere ayırma gibi bir iddia taşımıyor. Sadece, bazı olgulara işaret ederek gelecek döneme ilişkin temel kimi çıkarsamalar yapma arayışının bir ürünü.

Türkiye'de 1970’lerin sonlarında devrimci atılımın tepe noktasına ulaştığını ve oradan itibaren artık düşüşe geçtiğini söyleyebiliriz. Yapılamayan devrimler karşı devrimlerin kapılarını açıyor. Ülkemizde de öyle oldu ve karşı devrim, yaşanan düşüşe 1980 faşist askeri darbesiyle yanıt verdi. ‘80 darbesinin, ekonomik açıdan, neo-liberal politikaların önünü açmasıyla kurucu bir yanı olduğunu söylemek mümkün. Aynı şeyi, ideolojik bakımdan, siyasal İslam ve Türkçülüğü buluşturacak bir hattın inşası için de söyleyebiliriz. Ama darbe, bu kurucu misyonlarının ötesinde dört başı mamur, istikrarlı bir politik yapı oluşturamadı. Darbe sonrasının politik liderliğinin oluşumu için yaklaşık yirmi yıl beklemek gerekti. Ekonomik ve ideolojik temelleri çok önceden atılmış olan AKP, artık yeni dönemin politik liderliğine hazırdı. Kabaca değerlendirecek olursak, halen bu geniş karşı devrimci dönemin içindeyiz.

Karşı devrim, ekonomik ve ideolojik yönü belirledi, politik liderliğinin ortaya çıkacağı koşulları hazırladı, politik aktörü bayrağı devraldı. Ekonomik ve ideolojik temelleri bakımından faşizan özler barındıran bu yeni dönem, politik açıdan da AKP-MHP ittifakıyla birlikte mantıksal sonuçlarına ulaştı. Tüm bunların sonunda beklenen, kendi yasal/anayasal sistemini, devlet biçimini ortaya koyabilmesiydi.

FAŞİZAN REJİMLER KALICI OLABİLİR Mİ?

Uzun AKP iktidarı döneminin, yukarıda andığımız faşizan karakteri de hesaba katıldığında, en büyük sıkıntısı hatta belki de sorunsalı yeni sistem inşasında yaşandı/yaşanıyor. Evet, faşizan rejimler kendi sistemlerini yaratabiliyorlar ancak bunların uzun soluklu olduğuna, örneğin bir sonraki lidere taşınabilecek bir kalıcılık yaratabildiğine henüz şahit olmadık.

AKP dönemi de bu yapısal sorunla karşı karşıya. Dahası, bu dönemde sistemsel dönüşümü çağrıştıran hamlelere bakıldığında artık bir örüntünün oluştuğunu da söyleyebiliyoruz. Bu dönüşüm çabalarının her biri, farklı dönemlerde Fethullahçılarla, farklı tarikatlarla, MHP’de temsil edilen kliklerle ittifak arayışını da içerdiği ölçüde, bir diğerini veya adı anılmayan başka bir kliği tasfiye zorunluluğunu taşıyordu.

Yani tasfiye dönüşüm, dönüşüm tasfiye demekti. Ve her biri kanlı oldu.

Danıştay baskını, Hrant Dink’in katledilmesi, Ankara Gar Katliamı ve katliamlar dönemi, 15 Temmuz gibi dönemeçlerin hepsi, ya sonrasında gelecek ciddi politik manevraların veya sistemsel dönüşüm çabalarının habercisiydi.

DÜŞMAN YARATMAK

Süreç yalnız kanla örülmedi. Aynı zamanda bir önceki dönemin anayasal/yasal sınırlarının fiilen aşılmasını da içerdi. Sınırları aşmak politik hedef olarak belirlendi, sınırlardaki bekçiler düşman ilan edildi. O bekçilerin oraya bizzat AKP tarafından konmuş olması hiç dert değildi. Ne demiştik? Faşizan bir iktidar vardı, faşizmin özü savaşmaktı, savaşmak düşman gerektirirdi…

Yargıtay’ın darbe/muhtıra niteliğindeki Can Atalay kararını, öncesinde ve sonrasında yaşananları, AKP’nin süreci anayasa değişikliği için bir manivela olarak kullanma arayışını işte bu genel bağlam içinde değerlendirebiliriz. AKP’nin ittifak kurduğu farklı kliklerin bazılarının sivrileceği, bazılarının tasfiye olacağı sistemsel dönüşüm arayışlarının bir benzeriyle daha karşı karşıyayız.

Bu sürecin seçimlerin hemen arkasından gelmiş olması, konunun gelişimi itibariyle doğal ama bir yanıyla da zorunluydu. Bünyesinde barındırdığı kliklerle birlikte rejimin kendini en güçlü hissettiği anda bir hamle yapmaya kalkışmasında bir gariplik yok.

Öte yandan, bu viraj diğerlerinden kimi farklı yanlar barındırıyor: Birincisi, hukuk ve adalet kavramları ile temsilcilerini tamamen gözden çıkarmış bir hamle bu. İkincisi, Gezi ve sol ile bir çatışma içeriyor. Bu iki unsurun da bir toplumsal meşruiyet sorununa, mevzuyu halka anlatmakta yaşanacak zorluklara işaret ettiğini belirtelim. Diğer yandan, ipleri salınıp serbestçe hareket etmesi beklenen MHP merkezli aktörlerin sicili ve pervasızlığı riskleri artırıyor olmalı. Ve son olarak, yaklaşan yerel seçimler, süreklileşen ekonomik sorunlar ve dış politikadaki gelişmeler, AKP’nin her istediğini yapacağı bir dönemde olmadığımızı da gösteriyor olabilir.

Yaşananlar, meşruiyet, toplumdan onay alma kaygısıyla ilgili sorunlara alamettir. AKP’nin, darbe bağımlısı sistemsel dönüşüm örüntüsü, belki de bu kez bir zaafa işaret ediyordur.

Etiketler
darbe AKP Hrant Dink 15 Temmuz Danıştay MHP Yargıtay