Kadir Mısıroğlu İddiaları ve ÇANAKKALE SAVAŞI'NDA MUSTAFA KEMAL (Yazı Dizisi-1)

Aşağıda okuyacağınız analize, “Bu adam vefat etti, bunca önemli konu arasında öncelik vermeye değmez!” diyenler çıkabilir. Benzer düşünsek de farklı hareket...

Aşağıda okuyacağınız analize, “Bu adam vefat etti, bunca önemli konu arasında öncelik vermeye değmez!” diyenler çıkabilir. Benzer düşünsek de farklı hareket etmek mecburiyetinde hissettik. Neden biliyor musunuz? O video kayıtlarının yapıldığı küçük salonda, Kadir Mısıroğlu’na sorulan mesela “Çanakkale Savaşı” ile ilgili çanak sorulara hezeyan içinde verdiği o yetersiz cevapları yaklaşık 227 bini aşkın bilgiye susamış insan, tam 1 saat 40 dakika süreyle, üstelik de sonuna kadar izlemiş. Hatta bu zatın benzeri konularda internette yaptığı ve bazıları bir milyonu aşkın tık alan diğer video konuşmalarını da dahil edersek bunlar milyonları aşan sayıda insanımıza ulaşıyor. Bu gerçeği bir harp tarihi uzmanı olarak “nasılsa bu şahıs bir gün unutulacak” diyerek küçümseyemezdik…

Üstelik kurnazca, çoğu yoruma kapatılmış bu video konuşmalarının… Çanakkale’de kazanılan zaferin çok hayati bir dönüm noktasının askeri liderlerinden biri olan Yarbay Mustafa Kemal ise muharebe meydanına yönelik, kayıt altına alınan bu kolaycı, askeri/ teknik suçlamalara ve ağır sözlere karşı ne yazık ki cevap veremez bir durumda bir fani…

Aslında Mısıroğlu; sanki kendisi de bir fani değilmiş gibi, çoğu ilmi dayanağı olmayan bu iddialarını ve aslında askeri teknik bilgi birikimi ve deneyim gerektiren sözlerini-düşüncelerini, teknolojiyi yanına alarak “Çamur at, izi kalsın!” türü çok sayıda videolarıyla “sonsuza dek yaşatırım” sanarak, bu dünyadan göçüp gitti. Yirmi yıl sonra kendisinin adı kuşkumuz yok, hatırlanmayacak. Ama Anafartalar kahramanı, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yüz yıldan fazla uzun bir zaman geçmesine rağmen hala unutulmadı. Yüzyıl sonra da onun aynen böyle, unutulmayacağını düşünüyoruz…

Ancak bu çilekeş ülke ve dünya kimselere kalmıyor. Mısıroğlu; sürekli olarak çilekeş halkının çok değer verdiği o faninin arkasından kötü konuşup durdu. İşte şimdi de biz bu şahsın söz konusu videosundaki iddialarına buradan cevap vereceğiz ama onun Atamıza yaptığı gibi mesnetsiz hezeyanlar içinde konuşmayacağız. Strateji, harp tarihi taktik ve tekniği açısından söz konusu videosundaki iddialarına, ilmi bakarak akılla cevap vereceğiz. Zira küfrederek, hakaret dili kullanarak bu devirde artık bir yere ulaşamayız. Aydınsak eğer, fikri ancak bir başka güçlü fikir ile yenebiliriz…

“Keşke o yaşarken bunları yazsaydınız lütfen!” de demeyin bize. Bu satırları o zat ölmeden hemen önce yazmaya başladık ama hayat gaileleri nedeniyle ona ne yazık ki yetiştiremedik, böylece o önemli fırsatı kaçırmış olduk. Neyse…

Bizce yapmış olduğumuz kısa incelemeye göre kendisinin bir “üstat derecesinde harp tarihçi” olmadığı da anlaşılıyor. Uzmanlık alanımız olmayan Osmanlı tarihçiliğini, diğer konuları bilemeyiz. Onun harp tarihi odaklı bu söz konusu videosunu sadece 10 dakika izlemek bile yorum yapabilmek için yeterli oluyor. Ayrıca onun ilmen başarmış olduğu, Osmanlıcadan çevirdiği birkaç arşiv belgesi dışında akademik değeri olan ulusal/ uluslararası “tarafsız-hakemli dergilerde yayınlanmış”, objektif bir ilmi makalesi, tezi vs. var mıdır, bunu da pek bilemiyoruz.

Kendisi gerisinde milli mücadele tarihimize eleştiri odaklı çok sayıda video ve kitap bırakmıştır. İşte bu yüzden, bağırıp çağırmak değil, gelecek nesillere kalıcı bir eleştirel yazı dizisiyle ona karşılık vermek gerekti. Bu zatın Çanakkale Savaşı ve orada Mustafa Kemal’in rolü ile ilgili söylediklerini çürütmenin yolu ancak; Çanakkale’deki söz konusu muharebe alanlarını karış karış gezmiş ve de orada analizler yaparak manzara krokileri çizmiş, tabiye eğitimi almış, üstelik konuyla ilgili yedi yüz küsur dip notlu kitap yazmış (Miralay Çiğiltepe), bu konudaki yerli yabancı kaynakların bir çoğuna vakıf, gerçek bir Çanakkale harbi muharebe sahası harp tarihi uzmanı olarak “onun o ilgili videosunda hezeyan içinde söylediklerini analiz edip, onlara bilgiyle, akılla, gerçeklerle, harbin ve muharebe alanlarının ebedi kanunlarıyla, taktik ve tabiye ile, kurmaylık ilmiyle, kendisine net ve doğru cevaplar vermekle olabilirdi”. Bu yaklaşımla yola çıktık ve de bu konuya biraz fazla zaman ayırmak zorunda kaldık…

Birkaç istisnası hariç, şu ana kadar onun bu temeli olmadığına inandığımız iddialarına teknik açıdan cevap veremeyen çoğu akademisyenlerin de bu tür askeri-teknik konularda tam donanımlı olmamaları bizce çok normaldir. Zira bu konuda uzun yıllarca eğitim almış, askeri liselerden itibaren, harbiye, sınıf okulları, kuvvet harp akademileri, yurt dışı akademi, silahlı kuvvetler akademileri gibi uzun yıllar boyu sıralarda dirsek çürütmüş askerler hariç, bu insanlar sivil eğitim süreçlerinde özel eğitimlere alınmamışlardır.

Bu tür askeri-teknik özel uzmanlık eğitimleri; harp tarihi, harp prensipleri, tabiye, stratejik operatif ve taktik-teknik askerî harekât nevileri ve prensipleri, askeri gücün sahada fiilen milli anlamda kullanılması, Askeri coğrafya, stratejik istihbarat, harp ekonomisi, stratejik ulaştırma, komuta kontrol, ateş ve manevra, topçuluk, istihkamcılık, harekatın lojistik ve personel desteği, sıhhi tahliye ve tedavi, silah sistemleri, uluslararası teşkiller ve askeri gücün sahada uluslararası sistemde kullanılması, harp ekonomisi, savaş ve barışın ebedi kanunları, terörle mücadele ve ulusal/ uluslararası güvenlik, stres altında muharebe alanı liderliği ve Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri dehası, komutanlık, ordunun moral ve motivasyonu vs. gibi konular olup, akademisyenler askerden sivile geçen küçük azınlık hariç, çok büyük çoğunluğuyla bu konularda somut bir eğitim almamışlardır. Yani hiç kusura bakılmasın ama bilinen ve tarih uzmanı denilen o değerli hocalarımızın önemli bir çoğunluğu harp tarihi alanına doğal olarak vakıf değildirler.

Ama bazıları bunları tam biliyormuş gibi sıkılmadan belli ekranlarda üstelik bu tür askeri-teknik konularda konuşabilmektedirler. Söz konusu ekran yüzü akademisyenlerin çok azı, Prof. Dr. Ortaylı gibi bu durumu cesaretle ve yüreklice “Uzmanlık alanım değil!” diyerek kabul ederler. Diğer taraftan da her kurmay subay veya başarılı subay/ asker de, harp tarihi alanının teorik uzmanı olamaz tabi ki… Emek vermek, araştırmak, sorgulamak, harp tarihi uzmanlık alanına yönelik çok okumak gerekir…

Oysa lisans eğitimini hukuk alanında tamamladığı söylenen Kadir Mısıroğlu da videolarında, özellikle de bu ilgili videosunda uzmanlığı dışındaki Çanakkale Savaşı gibi askerî harekât konusunda, sağdan soldan duyup-okuduklarıyla adeta bu çok önemli askeri-teknik konunun uzmanı bir kurmay subaymış gibi rahatlıkla, teknik yorumlar yapabilmiştir…

Ayrıca, Mısıroğlu söz konusu bu videosunda, bulunduğu o küçük salonda konuşurken karşısında onu ağızı açık bir şekilde, esprilerine kıs kıs gülerek dinleyenlerin eğitim seviyelerini ve aidiyetlerini de hiç bilemiyoruz. Zaten bizi esas ilgilendiren, ona bu iletişim ve insanları etkileme fırsatını veren Youtube vs. gibi sosyal medyanın gücüdür. Bu yüzden aşağıdaki analizlerimizi, “artık toprağa karışmış bu fani şahsa cevaben değil”, iddialarının askeri tabiye, teknik-taktik, operatif ve stratejik açılardan doğruluğunu veya yanlışlığını merak edenler için hazırladık. Bunu yaparken de yazımızı onun videosuna istinaden “Çanak soru, Mısıroğlu’nun cevabı ve de bizim cevabımız” başlıklarıyla kaleme alıyoruz… Yazı dizimiz peş peşe yayımlanacak dört bölümden oluşacak ve bugün ilkini sunuyoruz…

Çanak Soru: “Üstadım sene-i devriyesi olan Çanakkale savaşının 100’üncü yılında herkes konuşurken, Mustafa Kemal’den bahsediyor. Öncelikle bu savaş bu kadar ehemmiyetli midir? Ayrıca Mustafa. Kemal’in rolü bu kadar önemli midir?

Kadir Mısıroğlu: “Çanakkale Savaşı, Mehmetçik için şereflidir, subaylar için ise yüzkarasıdır.”

Cevabımız: Bu zatın bu videosunda bu söylemiş olduğu şok edici kelimeler dikkate alınınca, kendisinin Çanakkale savaşının subay hatta yedek subay savaşı[1] olduğundan ve ülkemizde yaşayan birçok aile ferdinin bu savaşta bir şehidi bulunduğundan, o ileri yaşlara gelmiş olmasına rağmen hala haberinin bulunmadığı anlaşılıyor. Ayrıca Çanakkale de şehit olan subaylarımızın sayısı resmi kaynaklarda 589’dur[2]. Şehit subayların doğal olarak kahir çoğunluğunun muharip subay olduğu değerlendirildiğinde bu cephede o zamanki şehit olma olasılığı yaklaşık 1/4 tü…

Yani siperlerde boğaz boğaza çatışmaya girip süngülenmek, ya da alnınızın çatısından mermi yemek veya keskin bir demir şarapnelin kolunuzu bacağınızı gövdenizi parçalaması oranı o çatışmalarda yüzde 25’ti! Aynı oran erler için, yani siperde şehit olma olasılığı yaklaşık olarak 1/3’ tü (Yüzde 33). Bu iki alışılmadık korkunç oran birbirine hakikaten çok yakındır. Yani erler de subaylar da birlikte kucak kucağa omuz omuza aynı toprak siperlerde çalı diplerinde şehit olup yanak yanağa aynı yerlerde toprak olmuşlardır. Öyle iddia edildiği gibi bir ayrımcılık siperlerde o zaman hiç olmamıştır. Hele düşmana 30-40 metre uzaklıktaki karşılıklı siperler içinde bulunan tabur komutanları dahil genç rütbeli subayların bulunulan koşullar itibarıyla erlerden hiçbir farkları yoktu.

Çok küçük istisnalar hariç, düşman karşısında panik olup, askerini siperlerde yüzüstü bırakıp geriye kaçan subay da Çanakkale’de pek yoktur. Olsaydı eğer İngiliz tarihçileri bunu kaçırmaz ve mutlaka yazardı. Bunu, hele Mısıroğlu bir yerde rastlasa haydi haydi yazardı bizce. O halde Çanakkale Savaşları sonuç itibarıyla, orada mermi sağanakları altında savaşan, siperlerinden bir adım bile geri adım atmayan şerefli Türk subayları için niçin “yüzkarası” olsun ki? “Şeref” bir er için neyse onun subayı için de orada aynıdır. Siperlerdeki paşa-subay-astsubay-er arasındaki bu kader birliği zaten herdaim Mehmetçiğin de asli tanımıdır…

Bu şahıs, başına gelen 12 Eylül sürgünü nedeniyle o tarihlerde zarar görmüş olabilir. Ya da baba evinden başlayan o bilmediğimiz sıralı yetiştirilmesi nedeniyle de böyle yapıyor olabilir. Bu da anlaşılabilir… Ancak o farklı konuları, buraya yani ülkeyi birleştiren önemli bir değer olarak ortaya çıkan-çıkarılan Çanakkale Muharebelerine kadar taşımak, bizce akıl dışı olup, onca şehit subayın kemiklerini sızlatacak haksız bir önyargıdır.

Kadir Mısıroğlu (Yorum yapıyor): “Bu bir müdafaa harbidir. Sen siperdesin. Stratejik bakımdan kimin durumu tehlikelidir; Düşmanın... Sen siperde güllelere karşı korunuyorsun, oysa onlar ayaktalar, açıktalar…”

Cevabımız: Bizce yanlış! Bir defa gülle orta çağda var, Çanakkale Savaşında yok! Orada obüsler var, siper havanları var, deniz ve sahil topçusunun gecikmeli tapalı, havada paralanan kurşun misketli ihtiraklı mermileri var. Videoya göre “Bu bir müdafaa harbi” derken Mısıroğlu’nun aklında birkaç yüzyıl önceki Osmanlının efsanevi Kanije kalesi müdafaası kalmış herhalde. Oysa modern harplerin başladığı o devirde Başkumandan Vekili Enver Paşa ve Çanakkale’deki 5’inci Ordu Kumandanı Liman Von Sanders Paşa’lar harbin ebedi kanunları dahilinde “stratejik savunma” yapıyorlar. Yani içinde gece gündüz sürekli taarruzlar ve yeni siperler kazma, mevzi değiştirme ameliyesi bulunan, sürekli hareket halindeki çok farklı bir manevra şekli uygulanıyor orada. Siperler gece gündüz sürekli el değiştiriyor. İlk merminin patlamasından itibaren Mısıroğlu’nun iddia ettiği gibi öyle açıkta olan falan düşman askeri yok orada. Can pazarı orası. Ayakta olan, hatta başını siperden gösteren var ise derhal alnının çatısından mermiyi yiyor…

Ateş ve manevra ile, durmayan mitralyöz taramalarıyla, karşılıklı uçuşan el bombalarıyla karşı taraf siperleri sürekli zor durumda bırakılmaya çalışılıyor. Nice canlar pahasına fedakârca inisiyatifi ele geçirme mücadelesi bu… Aynısını çaresiz onlar da uyguluyor. Stratejik bakımdan karaya çıkan düşmanın ilk başta, ilk dakikalarda zayıf tarafı olabilir ama onlar da bu zafiyeti, çıkarma yerini beklenmedik, sürpriz bir yer olarak seçerek ve de dehşetengiz donanma ateş desteğini tam da o çıkacakları yerlere tevcih ederek ortadan kaldırıyorlar.

Ağır zayiatın nedenlerinden birisi olan, siperler akıllıca düşmana çok yakın tutuluyor (20-30 m.) ve bu suretle düşmanın donanma ateşleri otomatikman boşa çıkartılıyor. İngiliz Fransız ve ANZAK askerleri sürekli burnunun dibinde Mehmetçiğin süngülerini görünce uygulanan bu taktiğe çok şaşırıyorlar. Düşman donanması da böylece kendi birliklerini vurmak tehlikesi ile karşı karşıya kalıyor. Türk ordusu orada aslında stratejik savunma yapıyor. Bu tür savunmanın o günlerdeki en önemli kuralı ise, önce düşmanı durdurmak, sonra inisiyatifi bu şekilde ele alacak şekilde küçük ve amansız süngü taarruzlarıyla tempoyu sabırla arttırarak, karşı tarafın taarruz azim ve iradesini kırmak ve de en sonunda siperlerine tıkılan yorgun düşmana, fırsat doğunca yapılacak “genel bir taarruzla” onu her halükârda denize döküp imha etmektir. Mısıroğlu’nun dediği gibi öyle kolaya alınacak basit bir müdafaa (savunma) değildir uygulanan…

Kadir Mısıroğlu (Soru beklemeden yorum yapıyor): Çanakkale savaşında cephede “Sen siperdesin! Onlar ise ayaktalar” …Bu zat bize göre, “Bu bir zafer değildi ki, onları keklik gibi avlamak kolay bir işti!” demeye getiriyor…

Cevabımız: Hayır, hiç de öyle değildi! Mısıroğlu, videosunda konuyla ilgili askeri-taktik bilgi sahibi değil, oradaki çetin çatışmaları da zihni olarak hiç canlandıramıyor. Ama aynı videosunda onu izlerseniz eğer hayrettir ki orada çatışmalara bizzat katılmış veya bunun tabiye eğitimini almış askeri uzman gibi tam fikir sahibi(!). Ona askerliğini nerede yaptıysa, kumandanı belli ki pek öğretememiş; muharebe meydanını canlandırması hiç mümkün değil! Yani o çıkarma sırasında bile fırsat pusuları hariç, öyle bir taraf ‘siperinde keklik bekler gibi keyifle düşman bekliyor, diğer taraf ayakta açıkta’ durumu falan yok ki.

Hemen hemen bütün anılarda yer aldığı üzere, Mehmetçikler mesela Kaba Tepe gibi denizden çıkılması çok zor, beklenmedik yere gelen ANZAK’ları görünce ellerinde süngülü tüfekleri büyük çoğunluğuyla, tepeleri-bayırları kilometrelerce ine çıka sık çalılıkların arasından nefes nefese, kan ter içinde yürüyüp-koşup, üstelik her taraftan cehennemi bir topçu ateşine maruz kalarak kıyıya, çıkan düşmana atılıyor. Kimisi de ateş disipliniyle kıyıya çıkanların ilerlemesini siperinde bekleyip onlar ateş serbest hattına geldiklerinde aniden topluca ateş açma becerisini gösteriyor.

O ateş cehenneminde hemen her asker bir toprak sütre bulup dibine sinmiş kalmış. Toz toprak içinde başını bile kaldıramıyor. Üstelik o anda, günümüzdeki gibi aralarında ne telsiz ne de telefon irtibatları var! Mermisi bitmiş, peksimeti, hatta matarasındaki suyu bile tükenmiş o anda. Bilinmezlik içinde, vurulmuş arkadaşının suratına sıçrayan sıcak kanını eliyle siliyor. Nişan alıyor, ateş ediyor ve hemen sürünerek yer değiştiriyor. Patlamalardan dolayı, bağırsan duyulmuyor! Adeta mahşer yeri…

Mısıroğlu kendisi konuşmasının devamında zaten şunları da söylüyor; “Onlar karaya çıkarken kendi zırhlılarıyla yarım saat ateş ediyor ve canlı mahluk kalmayıncaya, hatta kırkayak bile kalmayana kadar muazzam bir şekilde ateş ediyorlar. … Böyle bir ateş desteği altında karaya çıkıyorlar”. İyi de kıyıya kilometrelerce koşup, zar zor yetişmiş bir Mehmetçik bir kayanın dibinden ve o toz dumandan ve ateş cehenneminden başını tam kaldıramıyor ki doğru dürüst görüp keklik gibi onlara ateş edebilsin!

Bizce doğrusu; Türkler de onlar da bir yandan zar zor ateş ediyorlar, diğer yandan da birbirlerine karşı yeni siper kazıyorlar… Tam bir “hareketli can pazarına dönüşüyor” karaya çıktıkları o sahil… Yan yana birlikte kazarak, karşılıklı ateş ederek, bombalar atarak, birbirlerini karşılıklı süngüleyerek, boğaz boğaza çatışarak neredeyse aynı anda karşılıklı olarak siper sahibi oluyor taraflar… Savaş boyunca bu yeni siper kazma işi, hep böyle bir yarış halinde dinamik olarak sürüp gidiyor… O toprak siperler aylar geçince iyice derinleştirilip, uzatılıyor, sonunda oraları statik ve derin köstebek yuvalarına dönüyor. Siper savaşlarının karakteri budur zaten… Üstelik karşı tarafın çıktığı yerlerde, daha önceden hazırlanmış kuvvetli siperleri de yok ki o Mehmetçiğin, öyle kolayca açıkta ANZAK askeri avlasın!

“Aslen hukukçudur denilen Mısıroğlu peki bütün bunları nereden-nasıl bilseydi ki”, diye soranlar da olabilir. İyi de o halde biz de diyoruz ki, “Mısıroğlu bu videosunda niçin uzmanı olmadığı bir konuda böylesine net iddialarda bulunmuş acaba?” Sizce doğru bir yaklaşım mıydı bu?

Yazı dizimizin “İkinci Bölümünde” aynı videoyla ilgili diğer önemli soru ve cevaplara devam edeceğiz… (Birinci Bölümün sonu- Devam edecek)



[1] Mesela büyük dayım (Rahmetli anneannemin ağabeyi) Topçu Asteğmen Saffet Efendi 5/6 Haziran 1915 tarihinde 11’inci Tümen bölgesi Zığındere’de şehit düşmüştür.


[2] Genkur. As. Tar. Ve Str. Etüt Başkanlığı yayını No.3, TSK Tarihi, Osmanlı Devri, 1.Dünya Harbinde Türk Harbi, V’inci Cilt, 3’üncü Kitap, “Çanakkale Cephesi Harekâtı-Haz 1915-Ocak 1916, 3 ve 4 numaralı Çizelgeler.

Etiketler
Kadir Mısıroğlu Mısır Çanakkale