Pseudo oyunu

Mecliste yapılan hangi eylemin sonuç verdiğini gördünüz başkanlık sistemine geçildikten sonra? Valla, Osmanlı’da harem ağalarının ülkenin gidişatında daha fazla sözü geçiyordu.

Bizim en başarılı olduğumuz konu, hiçbir şey olmamış gibi yapabiliyor olmamız. Buna “pseudo oyunu” deniyor yabancı ülkelerde; sanırım eski Yunanca’dan gelmiş. Pseudo kelime itibariyle sahte, düzmece, uydurma, sözde gibi anlamlara geliyor. Benim lügatimde ise “mış gibi” yapma.

Pseudo çoğu zaman bir tanımın önünde kullanılır. Bir şeyin önüne pseudo takısını getirirsek, onun gibi görünüp onun yerine geçemeyecek olan “çakma”, uydurma bir şeyden bahsediyoruz demektir. Örneğin, pseudo psikoloji, zihin ve davranışları; bilimsel olmayan, düzmece yöntemlerle analiz ederek anlamaya çalışan dal olarak adlandırılır. Kısacası, ya aslında var olmayan bir şeyden bahsediyoruz, ya da var olan şeyin varlığı ile yokluğunun bir olduğundan.

Ben bu yazıyı 23 Nisan’ın gecesinde yazıyorum, hatta Türkiye’de artık 24 Nisan oldu. (Benim bir yazımı ilk defa okuyanlar için söyleyeyim. Biz ailece 13 yıldır İngiltere’de yaşıyoruz.) Bu sabah oğlumu uyandırdığımda ona bayramımızı hatırlattım. Üç beş kelime milli egemenlikten ve Atatürk’ün bu bayramı çocuklara armağan ettiğinden falan bahsettim. Oğlum uyku sersemi bir şekilde okul üniformasını giyerken “Burada 23 Nisan yok” dedi asık suratla. Ben de iç geçirdim: “Merak etme, Türkiye’de de pek kalmadı.”

Düşünsenize, bayrama anlamını veren hemen her şey hızla yıpratılıyor, üstü kapatılmaya çalışılıyor, deforme ediliyor, ziyan ediliyor ve yok sayılıyor. Sondan başlayayım… Çocuk hakları adına Türkiye’de ne var? Çocuk işçiliğinde üçüncüyü bırak beşinci dünya ülkeleri seviyesindeyiz. Eğitim Hak getire, oyun alanları yok ediliyor, tarikatların elinde bir bölümünün beyinleri yıkanıyor, 6 yaşında evlendirilene bile şahit olduk. Çocuk dediğin masumiyet simgesi. Peki ya 11 yaşında torbacı yapılan uyuşturucu bağımlısı çocuklar?... İlkokula girmeden önce bile yarış atına döndürüp acımasız bir rekabete alıştırdığımız sabah akşam ders çalışan, olmadı bir kurstan diğerine sürüklenen çocuklar?... Yetenekli oldukları konularda ilgisizlikten körleşen, maddi durumlarının yetmemesinden dolayı gerekli eğitimi alamayan çocuklar?... Doğup büyüdüğü İstanbul’da sekiz bin tarafı çevrili olmasına rağmen denizi hiç görmemiş çocuklar?... Kot taşlayan, tarlada pamuk toplayan, aile içi şiddetten imanı gevremiş olan, ilk başta polisten, askerden, mahalledeki büyüklerden, okulda öğretmenden, camide hocadan ve cümle hemen her şeyden korkmayı öğrenen çocuklar?...

Öte yandan, işin milli egemenlik kısmı var. Bunun birkaç ayağına bakalım. 23 Nisan’da meclis kuruldu, ne güzel. Bir sürü cesur, zeki ve azimli kişinin, bana göre 20. yüzyılın en önemli dâhilerinden Mustafa Kemal’in önderliğinde attığı bu adım bizim bir memleket sahibi olmamızdaki en önemli aşamaydı. Peki meclis bugün ne işe yarıyor? Ne gibi etkisi var? Bakmayın bazı partilerin birtakım önemler vehmetmesine, meclis dediğin Başkanın sekreteryası olan bakanlara bilumum önergeler vermeye yarayan alt kademe bir organizasyona dönüştü. Ha, bir de muhalefet partilerinin arada bir çıkıp terapistlerine anlattığı yakınmaları yüksek sesle yaptıkları bir kürsü işlevi de görüyor. Mecliste yapılan hangi eylemin sonuç verdiğini gördünüz başkanlık sistemine geçildikten sonra? Valla, Osmanlı’da harem ağalarının ülkenin gidişatında daha fazla sözü geçiyordu. Dahası meclisin yaptığı anayasa defalarca değiştirilmiş, tanınmaz hale gelmiş, kanun hükmünde kararnamelerle delik deşik edilmiş ve buna rağmen, bunca estetiğe rağmen kalan tarafı da kimsenin umurunda değil. Hala değiştirilmek isteniyor. (Bunun altında yatan ikinci kurucu olma kompleksini değerli Türk psikologlarının incelemesine ihtiyaç vardır, o ayrı). Nesi kaldı ki, ne hükmü var ki, değiştirmek istiyorsun?

Aynı esnada, sosyal ve asosyal medyaya bakıyorum… Bir coşku, bir milli gurur, bir neşeli bayram günü……ymüş gibi bir hal, bir tavır söz konusu. Neyi kutluyoruz, sahiden? Bir zamanlar birileri çok büyük şeyler başarmış, vizyon sahibi insanlar ilk meclisi kurmuş, bu meclis Kurtuluş Savaşı’nı yönetmiş, ülkenin egemenliğini bir aileden alıp halkın temsilcilerine vermiş ve sonrasında da bir sürü devrimle, kanunla ülkeyi ayağa kaldırmaya çalışmışlar. Biz de bunların hepsi yaklaşık yüz yıl sonra tersine çevirmişiz. Tekrar ve tane tane sorayım: En son meclisimiz ne başardı? Meclisi dolduranlardan kaçı vizyon sahibi? Bu meclis bizi nelerden ve kimlerden korudu veya koruyor? Ülkenin egemenliğinde halkın mı, meclisin mi yoksa bir ailenin mi daha çok sözü geçiyor? Ülkeyi ileri götürecek ne tür bir kanun gördünüz son zamanlarda? Ülkenin ayağa kalkacak hali kaldı mı?

Bana sorarsanız, 23 Nisan’ı kutlamanın bir anlamı kalmadı. Bugün yine bayram kalsın tabii, çünkü emekçi kesim için en azından bir dinlenme oluyor. Öte yandan, bunu bir kutlama yerine çocuklara hediye verilen, onların bir parça şımartıldığı, çocukluklarını sonuna kadar yaşayabilecekleri ve bu tür faaliyetlerin tümünün bedava olduğu özel bir güne dönüştürelim. Milli egemenlik konusunu ise sadece bu vesileyle hatırlatmaya gerek yok. Bizim için önemliyse, çocuklarımıza meclisin, demokrasinin, anayasanın ne kadar önemli olduğunu zaten her an anlatmalıyız. Onların gözünde bunun bize ait bir nostalji olmaması için ise bu kavramların bir an önce hayata geçmesi için var gücümüzle çalışmalıyız. Aksi halde, başkanlık sistemi referandumundan sonra çıkan şaibe iddialarına yönelik bir “büyüğümüzün” dediği “atı alan Üsküdar’ı geçti” sözü tam anlamıyla hayata geçecek.

Pseudo oyunu aslında eğlencelidir. Mış gibi yapar ve kendimizi bir başkasının yerine koyarız veya sanki bir şey gerçekleşmiş gibi yaparız. Bu hem empatiyi hem de hayal gücünü zenginleştirir. Sorun Pseudo oyununu hayatımızın bir gerçeği gibi yaşadığımızda başlıyor.

23 Nisan’da temsili olarak Genel Kurmay Başkanı koltuğuna oturan çocuğun darbe yapmaya kalkması gibi biz de temsili demokratlar, hür vatandaşlar olarak her seçimde hükümete ve diğer partilere bilumum mesajlar veriyoruz. Ne güzel bir oyun bu!