Laforizmik sorular

Gözlemlediğim kadarıyla bu çağrışım sorunu birçok insanda var; özellikle de politikacılarda. Milletin ekonomik krizden imanı gevrerken, (sanırım) yönetimdekilerde bu durum zincirleme çağrışım yapıyor ve ortaya konuyla alakasız bir sürü demeçler, bir sürü anlamsız gündemler atılıyor...

Ayıptır söylemesi, önüme çıkan her şeyden etkilenen birisiyimdir. Dinlediğim, okuduğum, gördüğüm hemen her şey bana ya bir fikir veriyor ya da bir şey çağrıştırıyor. Bu süngerlik durumu kendimi bildim bileli var bende. Çoğu zaman bir sohbetin ortasında bağlamdan kopuyorum. Bu durumlar için yanımda getirdiğim gülümsemeyi ağzıma takıp dinlermiş gibi yapıyorum. Misal, bir bakmışım okuduğum kitabın 143. sayfasına gelmişim ama adı geçen karakterleri tanımıyorum, hatırlamıyorum çünkü yazarın 97. sayfada yazdığı bir şey beni alıp götürmüş. Göz okuyor ama kafa bambaşka yerde.

Karım haliyle bu durumdan şikayetçi. Sabah bana “Günaydın!” diyor, benim yanıtım “Oğlanın piyano dersi için metronom mu alsak?” oluyor. Açıklayayım; Bülent Ortaçgil’in Günaydın diye bir şarkısı var, Ortaçgil, Fikret Kızılok’un yakın arkadaşı, Fikret Kızılok’un “Yana Yana” adlı meşhur bir şarkısı var ve içinde “Bir o yana, bir bu yana” diye bir nakarat var, e metronom da böyle çalışır… Sorun tüm bunların bir milisaniyede gerçekleşmesi. Hadi gene, burada sadece müzikten ilerledim ama bu çağrışım meselesi çoğu zaman sınır tanımıyor. Kurşun kalemimi açarken aklıma Sovyetler’in zamanında uzaya gönderdikleri kozmonotların kurşun kalem kullandıkları, bana bunu anlatan Ran Levi’nin Amerika’ya taşındığı, bana yazdığı en son mesajda Hamas’a kızgın ama aynı zamanda Netanyahu’dan utanıyor olduğunu ve arada sıkışıp kaldığını söylemesi, Quentin Tarantino’nun Rezervuar Köpekleri filminde bununla ilgili bir şarkıyla (Stuck in the Middle With You) Michael Madsen’ın dans ettiği sahne ve Madsen’in ağzında sigara olması geliyor aklıma. Sonuçta kalemimi açarken birden canım sigara içmek istiyor.

Gözlemlediğim kadarıyla bu çağrışım sorunu birçok insanda var; özellikle de politikacılarda. Milletin ekonomik krizden imanı gevrerken, (sanırım) yönetimdekilerde bu durum zincirleme çağrışım yapıyor ve ortaya konuyla alakasız bir sürü demeçler, bir sürü anlamsız gündemler atılıyor. Hadi gene benim nazımı karım çekiyor. Arada bir anlam pörtlemesine uğruyoruz falan. Öte yandan, bu arkadaşların çağrışımları abukladığı için milyonlarca insan acı çekiyor.

Her neyse… Ben çağrışım konusunu bir yana koyup işin diğer yönüne yoğunlaşayım. Diyelim ki bir yazı okuyorum veya bir şarkı dinliyorum. Orada dikkatimi çeken bir cümle veya bir sözcük oluyor. Bu sözler zihnimde birtakım sorulara dönüşüyor. Aslına bakarsanız hemen her şey kafamda önünde sonunda bilumum sorulara dönüşüyor. Kendimi bir nevi soru koleksiyoncusuna benzetiyorum. İşte bu noktada temel sorularım vücut buluyor: Bunlar doğru sorular mı? Yanıtı almaya hazır mıyım? Yanıt ne olursa tatmin olacağım? Sorularıma yanıt bulmak ne kadar umurumda?

Her sağlıksız, anarşik ruhlu, huzursuz ve rahatsız edici insan gibi ben de düzenli (ve düzensiz) kitap okuyorum, film seyrediyorum, müzik dinliyorum. Son iki gündür bunları yaparken aklıma gelen soruları sizlerle paylaşmak isterim. İsterim çünkü belki aranızdan birileri de bunlara benzer sorular soruyordur ve bana bunların makul olup olmadığını söyler. Belki de bana kendi sorularını iletir ve biz kendimizdekiler yetmiyormuş gibi yek diğerimizin sorularıyla da kendimizi zehirlemeye devam ederiz.

· Özgür bir ruh sahibi olmak yüceltiliyorsa neden bedenlerimiz var?

· Savunmak bir isyan mıdır? Gezi nasıl bir isyan olabilir?

· Kavramak aynı zamanda kıvranmayı da gerektirmez mi?

· Bu aralar dostlar, arkadaşlar, tanıdıklar ve hatta sevgililerden öte en çok “bilinenlere” ilgi gösteriliyor, farkında mısınız?

· Ölümsüz olmanın yok olmaktan geçtiğini unuttuk mu son zamanlarda?

· Hemen her şaheserin bir karalaması vardır. Karalamak bir güzelliği ortaya çıkarmanın ilk adımı olabilir mi?

· Zorluklara göğüs germek maharet gerektirir, direnç gerektirir. Oysa amaç karşılamak değil, ileri gitmek değil miydi?

· “Nasıl” sorusuna fazla mı kafa yoruyoruz, ortada kocaman “Ne” dururken?

· Direncin de çeşitleri vardır; aktif direnç, pasif direnç… Var olmak bunlardan hangisine giriyor?

· Hepimiz öleceğiz, bunu biliyoruz. Bilmediğimiz nasıl ve ne halde öleceğimiz. Bizi asıl korkutan, endişelendiren bu olabilir mi acaba?

· Çoğu insan başkalarının yanında gülebiliyor ama bunların büyük bölümü başkalarının yanında ağlayamaz. Bu, acıyı sevinçten daha mı özel kılıyor?

· İnsan öğretilenlerin ve dış etkilerin toplamıysa, kabahatlerinden ne derecede sorumlu olabilir?

· Biz kendi bedenimizde kiracı mıyız, ev sahibi mi?

· Karşılıksız bir iyiliğin yaşam içinde mutlaka bir karşılığı olduğuna inananlardan mısınız?

· Hangi durumlarda susmak konuşmaktan daha ağır bir bedel ödetir?

· “Güç” görünen bir şey olsaydı, yaşam daha yalın ve basit olur muydu?

· Yanlış zamanda, yanlış yerde olmak beni şanssız mı yapar, yanlış mı?

· Olduğumuz gibi olabilmek için başkalarından ne kadar beslenmemiz lazım?

Sorularımız neyi merak ettiğimizi, neyi merak ettiğimiz zihnimizin neyle meşgul olduğunu, bunun da kim olduğumuzu gösterdiğini düşünüyorum. Kendimizi ifade etmenin en güzel yolunun sorularımız olduğuna inanıyorum.

Üstat Douglas Adams’ın bir romanında yazdığı gibi “Belki de doğru sorulara ulaşırsak yanıtlara gerek kalmaz”.