Hissedilen sıcaklık

Monarşinin karşısında yer alan cumhuriyet bizim bahar havası almamız için tek şansımızmış. Yeter ki, doğru yöntemi uygulayalım, ahlaklı insanları bulalım ve vicdan ve aklımızı iktidar yapalım...

Bazen bunu yapıyorum; konuya alakasız bir yerden girip sonra da sadede gelmeye çalışıyorum. Oturmuş Cumhuriyetin yüzüncü yıldönümüyle ilgili bir şey yazmayı planlarken, uzuvlarımdan en “iç minnak” olanı sağ elim birden “Hissedilen Sıcaklık” yazmış. Bunu ben Faruk Eren’e nasıl açıklayacağım? Kendisi hem sorumlu müdür hem genel başkan. Genel başkan derken, DİSK Basın-İş’in genel başkanı. Benim bu kısaltmalarla aram iyi olmadığı için DİSK’in açılımının Faruk Eren’in bana yaklaşımına bakarsak “Dağınık İnsanlara Sorumluluk Kazandırma” gibi bir şey olduğunu sanıyorum. Faruk Bey bunun benzeri hayır işleri yaparken bir baktım ki hakkında dava açılmış. Mahkemede tek başına sıkılmasın diye bizim editör Furkan Karabay’ı da yanına kartmışlar. Faruk’la Furkan’ın arasında bir tek “n” harfi farklı olduğu için aynı kişi zannetmiş de olabilirler ama bence bu sıkılma meselesini çözmeleri gerçekten düşünceli bir davranış. Üstelik bu birliktelik bozulmasın diye yurtdışına çıkış yasağı getirmişler. Alâ!

Dedim, nedir? Dedi ki, üç yıla kadar hapis isteniyor. “Yahu!” diye ünledim; arada bir yaparım böyle, genelde etrafımda insan yokken; “Siz zaten evde kedi teröründen mustarip bir hayat yaşıyorsunuz, hapis sizin için kurtuluş olur!”. Bir şey demedi. “Peki” dedim; arada bir yaparım böyle, genelde karım bir şey isterken: “Kim size dava açmış?”. Araştırmacı gazetecilik konusundaki üstün meziyetlerim sayesinde, dava açanın Anayasa Mahkemesi üyesi İrfan Fidan olduğunu öğrendim ve hemen yorumcu kimliğim ve Türk mizahına yön veren kıvrak zekamla, “Fidanken böyleyse, yeşerip büyüyünce neler yapmaz kim bilir!” dedim. Acı acı gülümsedi. Daha doğrusu, acıyarak gülümsedi. Daha da doğrusu, bana acıyarak gülümsedi. Evdeki kedisi sanki ellerini cırmıklamış gibiydi. Faruk Bey, benim çevremde “Kedilere Fısıldayan Adam” olarak bilinir. Benim çevrem sadece kendimden oluşuyor. Ben de genişletmek için ha bire yağlı, şekerli şeyler yiyorum.

Birtakım hayvanlara “fısıldayan adam” sözünü duyar duymaz (ki o lafı da bir diğer “iç minnak” olan ağzımdan duydum) aklıma Robert Redford geldi: Atlara Fısıldayan Adam. Onca yaşa rağmen halen bu kadar yakışıklı kalması her zaman beni hayrete düşürmüştür. Sonra aklıma Tarık Akan, Kadir İnanır, Sean Connery, Ediz Hun, Kirk Douglas falan geldi. Liste uzun ama listede kendi adımı bulamadım. Konuyu karıma açtım:

- Yahu binlerce kişi yaşlanınca da yakışıklılığımdan bir şey kaybetmemiş; ben niye öyle olamadım?

- Sen hiç yakışıklı olmadın ki.

Bu kırıcı yanıtın üzerine belki de üstün zekamdan, mükemmel karakterimden, kitleleri etkisi altına alan karizmamdan bahseder diye hemen can alıcı soruyu sordum:

- O zaman benimle niye evlendin?

- Bunca yıldır evliyiz, hala fark etmedin mi? Bende aşırı gelişmiş bir acıma duygusu var.

Neyse ki konumuz cumhuriyetin yüzüncü yılı. Dolayısıyla konu dağılmasın diye burada kapatıyorum. (Üstünü örttüğüm, lök diye kaldığım, verecek cevabım olmadığı için aciz bir zavallı olduğum falan yok. Ne alakası var şimdi?)

…..

Ne diyordum?... Hissedilen sıcaklık… Size de oluyor mu; bazen 7-8 derecelik sıcaklıkta tek bir kazakla dolaşabilirken, 13-14 derecede beş kat giysi ve paltoyla donuyor gibi hissetmek. Bu durumlarda aklı evvel biri çıkıp “Hava 13 derece ama hissedilen sıcaklık 3 derece” filan der. İşte o an kan beynime sıçrar ve epidural sezaryenin faydalarını sıralamaya başlarım.

Konunun cumhuriyete bağlandığı nokta tam burası değil, ilk başı… Cumhuriyet ile demokrasinin farklı şeyler olduğunu bilip de yine de karıştıranların çoğunlukta olduğu cennet vatanımızın necip ulusuna, cumhuriyetin gerçek sıcaklık olduğunu ama bunun üstüne hangi yöntemi uyguladığımıza bağlı olarak hissedilen sıcaklığın değiştiğini söyleyebilirim. Kısacası cumhuriyet yönetim şekli, demokrasi ise yöntem.

Ayrıca, cumhuriyetin tam tersinin monarşi olduğunu da söyleyebilirim. (Ne çok şey biliyorum, Yarabbim!) Monarşi de gerçek sıcaklık. Misal, cumhuriyet artı (+) 20 derece ise, monarşi eksi (-) 20 derece. (Bu örnek, beni yıllar önceye götürdü… Gençlik döneminde Beyoğlu’nda ne zaman havadan, baskıdan veya çaresizlikten içimiz üşüse, ısınmak için Cumhuriyet’e sığınırdık, Balıkpazarı’nın dibindeki Cumhuriyet Meyhanesi’ne.)

Tek bir kişinin ağzından çıkanın kanun kabul edildiği yönetim şekline mutlak monarşi deniliyor. Bu kişi dilerse herkesten üç çocuk yapmasını, sigarayı bırakmasını, cinsel kimliğini terk etmesini filan isteyebilir. Yani mutlak monarşide gerçek ve hissedilen sıcaklık aynıdır. Bunlardan fazla kalmadı. Bilinen dört ülke var: Suudi Arabistan, Vatikan, Umman ve Afrika’nın güney doğusunda bulunan Eswatini (eski adı Swaziland) diye minik bir ülke.

Tabii bu sıcaklık meselelerini oynatan yan faktörler var. Misal, anayasal monarşi. Bahreyn, Bhutan, Ürdün, Kuveyt, Fas, Liechtenstein, Monaco, Katar, Tonga ve Birleşik Arap Emirlikleri bu familyadan. Ortada bir anayasa var ve başa kim geçerse geçsin, bu arkadaş tüm haklar kendinde olacak şekilde bu anayasaya göre ülkeyi yönetiyor. İşin detayına bakınca, bu arkadaşın anayasayı değiştirme ve düzenleme hakkı olduğunu görürüz. Yani şekil bir parça toparlanmış, dış sıva yenilenmiş ama evin içi aynı. Gerçek sıcaklık eksi 20, hissedilen sıcaklık baştakinin insafına bağlı olarak eksi 30 ile eksi 5 arası değişmekte.

Bu iki şekilde de ortada bir parti falan yok, sülale var. Başa geçenin sülalesini saygıyla ve sevgiyle selamlamak halkın görevi, diyeyim ve daha da konuşmayayım.

Bir de monarşinin cumhuriyete göz kırptığı, “mış” gibi yaptığı yönetim biçimi var: Cumhuriyet tipi anayasal monarşi. Dünyada 28 ülke de böyle yönetiliyor. Bunlardan başlıcaları Birleşik Krallık, Danimarka, Belçika, Avustralya, Japonya, Lüksemburg, Malezya, Hollanda, İspanya, İsveç, Norveç, Yeni Zelanda, Tayland. Tabii, listedeki ülkelerden anlaşılacağı gibi hissedilen sıcaklık Malezya’da farklı, Norveç’te bambaşka. İklim soğudukça yönetim şekline bağlı sıcaklık mı artıyor, ne? Burada hem sülale var hem partiler söz konusu. Sülalenin meşrebine göre bazen partilere falan burunlarını sokuyorlar, bazen süs köpeği gibi davranıyorlar. İkinci tip halk tarafından daha çok seviliyor, laf aramızda. Gerçek sıcaklık 0 (sıfır), yönteme bağlı olarak hissedilen sıcaklıkta artı-eksi değerler söz konusu.

Gelelim cumhuriyete…

Burada da farklı “fraksiyonlar” mevzu bahis. Örneğin, tek partili rejimler. Halihazırda altı ülkede bulunuyor: Eritre, Çin, Küba, Laos, Kuzey Kore ve Vietnam. Yani cumhuriyet olmak yetmiyor ve buralara yaz günü kar yağıyor canım. Aradığınız numaradan gerçek sıcaklık hissedilemiyor, lütfen çift kat palto giyiniz!

Parlamenter cumhuriyet sisteminde ise sembolik bir başkan var. Üstelik hükümet de parlamentoya bağlı. Yani, halkın -cumhurun- seçtiği milletvekillerinden oluşan meclis hükümeti düşürebilir, yasaları belirler, bakanlara nanik yapabilir ve yönetenleri denetler. Bunu da halk adına veya seçmenleri adına yapar. Yargı bağımsızdır, yasama parlamentodadır ve yürütme hükümettedir ama meclis buna müdahale edebilir. Kral, son kertede meclistir. Örneğin böyle bir sistem olsaydı, Sera Kadıgil ile Süleyman Soylu eşit haklara sahip olacaklardı. Burada hissedilen sıcaklık halkın önüne getirilen milletvekili adaylarının ne kadar başarılı ve ne kadar halkı için çalıştığıyla ilgili olarak değişebilir. Ne kadar farklılık gösterebileceğini anlamak için bu yönetim şeklini uygulayan 51 ülkeden bazılarını söyleyeyim: Macaristan, İsrail, Almanya, İsviçre, İzlanda, Fiji, İtalya, Singapur, Lübnan, Somali…

Yarı başkanlık sisteminde, devlet başkanı belli bir dönem için halk tarafından seçilir ve yürütme yetkisini bir başbakanla paylaşır. Devlet başkanı parlamentodan bağımsızdır ve hükümetin başı değildir. Başbakan ve kabinesi parlamentoya karşı sorumludur ve devlet başkanından bağımsızdır. Kısacası, devlet başkanını halk seçer ve onun önemli yetkileri vardır ama ortada bir başbakan ve bakanların olduğu bir kabine vardır. Bu kabinenin aldığı kararlarda aynı zamanda devlet başkanının da katkısı ve onayı bulunur. Yani hem dışındadır çemberin hem de içinde yer alır bu arkadaşımız. Polonya, Rusya, Nijer, Portekiz, Tunus, Sri Lanka, Timor Leste, Fransa, Azerbaycan, Madagaskar gibi her renkten 28 ülkenin seçimi bu yönetim şekli olmuş. Adı üstünde, biraz arada kalmış ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamamış bu sistemde de hissedilen sıcaklık geniş bir aralıkta.

Gelelim dünya lideri ülkemizin sistemine… Uzun uzun anlatmaya gerek yok. Başkan yürütmeyi tek başına yönetsin diye halk tarafından seçilir. Kimseye sorumlu olmayan başkan kâğıt üzerinde halka karşı sorumludur. Sekreterleri, ki biz onlara bakan diyoruz, farklı alanlarda çalışır veya çalışmaz. Sonuçta amaçları başkanı mutlu etmektir. Sistem gereği yasama konularına karışmamasına rağmen belli öneriler getirebilir ve bir bakmışız, aslında tüm önerileri tam da halkın ihtiyaçlarına, dertlerine deva imiş. Gerçi tek tip bir başkanlık sistemi yok. Örneğin ABD’de yasama ve yürütme organları başkana kök söktürebilirken, Latin Amerika’dakiler başkanın gölgesi ve hatta serdengeçtisi gibi davranabiliyorlar. Sonuçta bu sistemde kazanan her şeyi kazanır ve zamanla monist yani tekçi (Monarşist demedim, nereden çıkarıyorsun bunu Kâmil?) bir karaktere evrilebilir. Unutmadan söyleyeyim; dünyadaki en yaygın sistem bu. Ülkemizin yanısıra kimler yok ki? ABD, Türkmenistan, Arjantin, Brezilya, Kamerun, Guatemala, Panama, İran, Kenya, Nikaragua, Ruanda, Güney Sudan, Venezuela gibi 59 ülke başkanlık sistemine sahip birer cumhuriyet. Hissedilen sıcaklık konusunu takdirlerinize bırakıyorum.

Demek ki neymiş? Her sistemin yönteme bağlı kusurları varmış ama bazı yönetim şekilleri ne yaparsan yap iflah olmuyormuş. Monarşinin karşısında yer alan cumhuriyet bizim bahar havası almamız için tek şansımızmış. Yeter ki, doğru yöntemi uygulayalım, ahlaklı insanları bulalım ve vicdan ve aklımızı iktidar yapalım. Bunun yöntemi demokrasi olsun veya olmasın, her şey sonuçta yine bizim seçimimize kalıyor. Daha doğru bir ifadeyle, cumhuriyet bize o seçim şansını veriyor. Aksi halde bu seçim hakkımız da elimizden alınıyor.

Etrafınıza bakın, kendinizi dinleyin ve sorun: Hak ettiğim şekilde mi yönetiliyorum? Cumhuriyet bana seçim hakkı verirken, araya giren sistemler, yöntemler yüzünden neden bu kadar üşüyorum? Eğer cumhuriyet de ortadan kalkar da sadece bu sistemlerle ve yöntemlerle baş başa kalırsam donar mıyım? Bu kadar üşürken en iyisi belki de Cumhuriyet’e mi sığınsam?

Etiketler
Cumhuriyet