Dikkat! Dikotomi çıkabilir!

Sevgili necipler, size bayramda geniş geniş okuyacağınız bir yazı hazırladım. (Hocam, daha ilk cümleden okumayı bırakmak ayıp olmuyor mu? Şuncağız adama bir şans ver yahu!)

Sevgili necipler, size bayramda geniş geniş okuyacağınız bir yazı hazırladım. (Hocam, daha ilk cümleden okumayı bırakmak ayıp olmuyor mu? Şuncağız adama bir şans ver yahu!)

Başlıktan anlaşılacağı üzere, yine hinoğluhin bir sözcükle karşı karşıyayız. Muzırca arkamızdan sırıtan ve yanlış kullanacağımız anı kollayıp bizi sırtımızdan hançerlemeye teşne ve de sadece kökü değil tamamı yabancı bir dış mihrak. Söylerken çıkan ses bile rahatsızlık verici. Halbuki biz bununla yüzyıllardır birlikte yaşıyoruz. Kısacası bu topraklar çok dikotomi yapıyor.

Dikotomi denilen şeyin birkaç anlamı var. İkileme de diyebiliriz, ikilem de diye biliriz. Yani bir dalın gövdesinden iki ayrı dal çıkarsa bu biyolojik bir dikotomidir. Buna örnek olarak Giresun’da sıkça karşıma çıkan fındık ağaçlarını verebilirim. Her dal bir sürü yeni dal veriyor ve onların üzerinde de bir sürü farklı fındık oluşuyor. Öte yandan bu yazının temel konusu olan anlam ise buna benzer ama biraz daha değişik. Bunun için Mahfi Eğilmez’in İktisat ve Toplum dergisinin 153. sayısındaki makalesine bir uğrayalım: “Dikotomi; bir bütünün iki parçaya bölünmesi halini ifade eden bir terimdir. Bu iki parça arasında genellikle bir geçiş olmaz ama ikisi birbirini tamamlar görünür. En tipik örneği cennet ile cehennemdir. Biri olmadan öteki de olmaz ama birinden ötekine geçiş söz konusu değildir.”

Ustanın söylemindeki örneği gece-gündüz, iyi-kötü gibi zıtlıklarla da çoğaltabiliriz. İşin ilginç tarafı, birbirine tamamen zıt ama diğeri olmadan kendi varlığını, tanımını yitiren, bir nevi yek diğerine muhtaç iki uçtan bahsediyoruz. Romanlarda veya filmlerde dikotomi en sık başvurulan yoldur. Kötü adamlar olmasa James Bond ne işe yarar? Daha da ilginci Robert Louis Stevenson’ın Dr. Jekyll ve Mr. Hyde romanındaki karakterin aynı gövde ve ruhta iki uç karakteri taşıdığını görürüz. Bizde “Gündüz İnsan, Gece Hırt” olarak dile getirilen bu özellik aynı yapı içindeki dikotomiyi gösterir.

Nasıl bir dikotomi alırdınız?

Bu topraklar, tarih boyunca birçok farklı medeniyete ev sahipliği yaptı ve bu çeşitlilik, günümüz Türkiye’sinin sosyal ve siyasal yapısında derin izler bıraktı. Bu çeşitlilik, aynı zamanda toplum içinde çeşitli dikotomilerin oluşmasına da zemin hazırladı. Birkaç örnekle açmaya çalışayım:

Batı ve Doğu: Genelde yabancı dostlarımla bu konuyu konuşurken onlara hep aynı retorik soruyu sorarım: Doğu ile Batı arasındaki fark nedir? Bu sorunun yanıtı Türkiye’dir.
Türkiye’nin coğrafi konumu, onu hem Batı hem de Doğu kültürlerinin bir kesişim noktası haline getirmiştir. Bu durum, toplumun değer yargıları ve dünya görüşleri arasında bir dikotomi yaratmıştır. Batılılaşma çabaları ve geleneksel Doğu değerleri arasındaki bu gerilim, Türkiye’nin modernleşme sürecinde önemli bir rol oynamıştır.

Tamamen melez bir kültüre sahibiz ve birtakım kamplaşmalar yüzünden bir türlü bununla barışamıyoruz. Doğu değerleriyle Batılı olmak veya Batı kafasıyla Doğulu olmak zorunda değiliz; biz biziz… Diyarbakır’ın “Doğunun Paris’i” olmasını istemiyorum mesela. Diyarbakır olduğu gibi kalsın, zaten yeterince güzel. Doğunun veya Batının ahlakı olmadığını, aslonanın insanın ahlakı olduğunu ve kendi değerlerine sahip çıkamayan hiçbir toplumun birtakım kompleksleri aşarak ilerleyemeyeceğine ikna olmamız lazım en baştan.

Laiklik ve Din: Kabaca tarif etmek gerekirse, ülkemizin kuruluş ilkelerinden biri olan laiklik, devletin dini inançlardan bağımsız olması gerektiğini savunur. Ancak Türkiye’de dini değerlerin günlük yaşamda ve siyasette önemli bir yeri var. Laiklik ile dindarlık arasındaki bu ikilik, Türkiye’nin siyasal hayatında sürekli bir tartışma konusu olmuştur, olmaya devam etmektedir ve olacaktır.

Tam bu noktada Cemil Meriç’e başvurmak doğru olacaktır. Işık Doğudan Gelir adlı kitabında, İslam dünyasının modern bilimin meydan okuyuşuyla karşı karşıya olduğunu belirtir. Ona göre, İslam’ın kainatla ilgili görüşlerini açıklaması bir zorunluluktur. Aksi halde ortaya çıkacak dikotomi İslam’a zarar verecektir. Buradaki kâinat sözcüğünü kaldıralım ve yerine gündelik yaşam, siyaset, bilim ve ekonomi sözcüklerini koyalım. Gündelik yaşamda karşımıza çıkan birçok açmazda dini veya laikliği seçmek zorunda kalmak ne kadar hazin. Aslında var olmayan bir dikotomiyi tartışıyoruz, bunu biz yaratıyoruz.

Birbirimizi kabul etmedikçe bu itişme sonsuza kadar sürer. Başkasının inancına veya inançsızlığına bulaşmamayı bir türlü beceremiyoruz nedense. Sürekli bir tehdit algısıyla yaşamak felaket bir şey ve aslında tüm bunlar birer algı değişikliğiyle çözülebilecek çekişmeler. Bu konuda ilgili taraflara söyleyeceğim şey şudur: “Rahat bırakın birbirinizi ve inancınız veya inançsızlığınızla diğerini yönetmenin hesaplarını yapmayı kesin.”

Merkez ve Çevre: Türkiye’de merkezi hükümet ile yerel yönetimler arasındaki ilişki, merkez-çevre dikotomisini ortaya çıkarmıştır. Merkeziyetçi politikalar ve yerel yönetimlerin özerklik talepleri arasındaki bu gerilim, özellikle Kürt meselesi ve yerel yönetimlerin yetkileri bağlamında kendini göstermekte.
Konuyu etnik bir aidiyete bağlayarak bunu çözmeye çalışmak beyhude. Yüzyıllardır dünyanın çeşitli ülkelerinde deneniyor ve daha beceren bir ülke veya toplum görülmedi.

Merkezin çevreye vereceği ve toplumun genelini rahatsız etmeyen veya etmemesi makul olan serbestlik ve tavizler sıkışmayı önleyecektir. Merkez, çevrenin onayıyla varlığını sürdürebilir. Çevre, merkezin desteğiyle yaşamını sürdürebilir. Kısacası merkez, çevrenin etnik kimliğinden bağımsız, oranın gerçekleriyle bağdaşan, bir başka deyişle çevrenin doğal akışına uygun, serbestlik ve yetkiyi sağlamalı. Ortada şüphe uyandıran bir durum söz konusuysa denetim zaten merkezin elinde; merkez ne işe yarar ki?

Modernizm ve Gelenekselcilik: Türkiye’nin sosyal yapısı da tam bir dikotomi örneği. Modern (kime göre, neye göre?) yaşam tarzını benimseyenler ile geleneksel (hangi gelenek, hangi görenek?) değerlere bağlı kalanlar arasındaki bu ayrım, özellikle eğitim, kadın hakları ve aile yapısı gibi konularda belirginleşiyor. Veeeee devreye yabancılaştırma, ötekileştirme, mahalle baskısı, linç, itibar suikastı gibi artık alışagelinen metotlar giriyor.

Halbuki en başta, nargile kafede oturup karamelli kapuçino içen, dar pantolon giyip tespih çeken ve bir akşam önce drift çektiği arabasının arka camına bugün Arapça harflerle maşallah yazdıran “dikotominin yürüyen reklam panolarına” dönüşmüş bu tipler bu tür metotlara başvuruyor. Bu arkadaşlara “füzyon mutfağını” tavsiye edeceğim. Zira, o nargileyi en güzel akşamüstü güneşin batışını seyrederken tüttürürsünüz. O an ne gecedir ne de gündüz.

Hepimiz hibrit bir dünyaya hoş geldik. Belki alışmak lazım… Mutlaka alışmak lazım…

“Ya benimsin, ya……”

Yukarda bahsettiğim dikotomiler sadece Türkiye’ye özgü değil. Bize özgü olan, çok geniş bir kitlenin, birbirinden kopamayan ve sadece bir arada anlam kazanan bu zıt uçlardan yalnız birini seçmek zorunda hissetmesi. Yok böyle bir şey! Oğluma sıkça söylediğim bir söz var: “Sıfırdan yüze 99 rakam var.” Belki de bizi en mutlu edecek nokta 37’dir, ne belli?...

Evet, dikotomiler var ve biz bunlarla yaşıyoruz ama bunlar yavaş yavaş arşive kalkmaya başladı.

Descartes görünenle gerçek arasındaki farkı belirterek felsefi dikotomiyi ortaya atmıştır. Bizler şu anda post-truth (hakikat sonrası) bir çağda yaşıyoruz. Bir konuda karar verirken ya da fikir edinirken nesnel deliller yerine bir takım kişisel duygular ve inançlarla hareket ediyoruz. Bunu da bilumum kanalların bize kakaladığı bilgi ve haberlerle yapıyoruz. Gerçek kimsenin umurunda değil.

Sosyolojik açıdan toplumu kadın ve erkek (cinsiyet dikotomisi) olarak ayırıyoruz. LGBTi+ hareketini bir yana koysak bile, dünyanın dört bir tarafında kendini “cinsiyetsiz” olarak adlandıran bir nesil geliyor. Gender fluid terimini şu ana kadar duymadıysanız pek yakında duyacaksınız. Cinsel yönelim ve biyolojik cinsiyetten bağımsız ve kendini kadın ve erkeğin dinamik akışkan bir karışımı olarak hissettiğini söyleyen bir nesilden bahsediyorum.

Tanrısal ve ölümlü arasındaki mitolojik dikotomi de yakında biyokimyanın gelişimiyle yok olacak. Telomer kısalmasını önlemeye az kaldı. Ölümsüz insan projesinin ilk meyvelerini de toplamaya başlayacağız yakın bir gelecekte.

Geriye bir tek mantı safsataları kalıyor… Sınırlı sayıda seçenek varmış gibi önümüze sunulan önermeler. Bunlardan en meşhuru “ya sev ya terk et”. Ben bu karşılaşmada terk ederken sevmeye devam edenleri tutuyorum. Malumunuz, Türkiye’yi taparcasına severek İngiltere’ye yerleşen biriyim; haliyle taraf tutmam normal.

Bir de “ya benimsin ya toprağın” seçeneğiyle bize yaşam coşkusu aşılayan (dilim varmıyor ama kendilerine başka bir sıfat bulamadığım) dingiller var. Aklıma absürt bir konuşma geliyor:

Adam elinde silahla kadını tehdit ediyordur.

  • Ya benimsin ya benim.
  • Toprağa ne oldu?
  • Bir mezar yeri aldım. Seni vurur, oraya gömerim. Zamanla çürüyüp toprağa karışacaksın, e o toprak benimse sen de benim olacaksın.

Açtırma bayramlık ağzımı!

Ünlü bir Türk düşünürünün dediği gibi, çok da şey etmemek lazım. Yaşamak bu zıtlıklarla bir anlam kazanıyor ve yaşamak çok kısa. O kadar kısa ve o kadar değerli ki tek bir uca takılı kalmak gerçekten ziyan. Temel insani değerleri koruduğumuz müddetçe kendimiz olmaktan ve olduğumuz kendimizi geliştirerek daha da zenginleştirmekten başka bir yol bulamıyorum. Anlam tüm zıtlıkların bir arada olmasıyla var olabiliyor. Aksi halde tüm renkler solacak ve biz dımdızlak ortada dolaşan kütlelere dönüşeceğiz.

Sonuçta dik veya eğik fark etmez, otominiz sağlıklı olsun kâfi.

………….

Geçenlerde markete gittim. Aldıklarımı bir poşete doldurup tam kapının önüne çıkmıştım ki poşet delindi ve aldıklarım yere saçıldı. Ben dizlerimin üstünde eşyaları yerden toplarken biraz ilerde duran 9-10 yaşlarında bir çocuk yanıma gelip elinde tuttuğu lolipopu bana uzattı. Anlam veremedim. “Poşet yırtılınca çok mutsuz oldun. Şeker yersen tekrar mutlu olursun” dedi.

Bu bayramda açın ağzınızı ve bayramın adına uygun olarak bol bol şeker doldurun içine. Mutlu olursunuz. Düşünsenize, ben yemediğim bir lolipop sayesinde bile mutluluk gözyaşları döktüm.