Cavalacoz

Kendi olmaktan utanmamasını, olabileceği en iyi “kendi” olmak için yeterince çabalamamışsa asıl bundan utanması gerektiğini anlatıyorum… Ben utanıyorum… Böyle…

Boşuna sözlüğe falan bakmayın; cavalacoz derme çatma, işe yaramaz demek.

Genelde yazıyı yazdıktan sonra başlık bulmaya çalışıyorum. Bu sefer kendimden yola çıkayım dedim. Evet, öyle oldu… Pardon…

………

Sanırım 90’lı yılların sonlarıydı. Bir sağlık dergisine “Şiddet” konulu bir yazı yazmıştım: “Düzenli Şiddet İçin Futbol”. Hazır önüm-arkam-sağım-solum şiddetle, şiddet ne kelime vahşetle doluyken oradan bir alıntı yapmak isterim:

“Öldürmeyeceksin!” der, On Emir’in beşincisi [1]. Musa bakıyor şimdi çobanı olduğu sürüye, gözleri yaşlı...

İrade önem kazandıkça daha bir çıkıyor insanın zayıflığı ortaya ve durduramıyoruz kendimizi “o an”ın - konjonktürün- kârına giden yolda...

Kapitalizm yükseldikçe artıyor insanın yalnızlığı ve çırılçıplak çıkıyor ortaya ego; kendisi maruz kaldığı her şeyin bileşkesi...

İnsancık -kimisine göre kul- tekrar ettiği / maruz kaldığı şeylerin önce kölesi sonra kendisi oluveriyor, farkına varmadan.

Hem bir şeyin parçası hem de “kendi” olmak imkansızlaşıyor. Ve önce kendinden vazgeçiyor insan.

…………

İçinizi sıkmak, karanlığı satenlemek değil derdim; sadece utanıyorum. Böyle…

Her yanıma bulaşmış zift beni yapış yapış karanlığa itiyor. Sokak çocukları gibi bile değilim; kurtulmaya çalışmıyorum. Onlar en azından içlerine dolan zifti temizlemek için tiner kokluyor.

Halbuki geyik yapacak ne çok konu var. Dilan Polat’ın sakilliği, Biden’ın cümle kuramayışı, Akşener’in kelimeleri heceleyince kendini daha şirin zannetmesi, Kemal Kılıçdaroğlu (buna çarpı üç koyuyorum), cihada gitmek istediğini söyleyen bir dayının ortalama bir Gezici’nin ara öğünde yediği biber gazıyla yere yıkılması, vs. vs.

Ben oturdum evimin mutfağında, dışarda yağan yağmura bakıp usul usul hüzünlenip pırıl pırıl deliriyorum. Üstelik bir türlü anlayamıyorum bu stratejik meseleleri. Okumadım öyle şeyler, ilgilenmedim. Benim öğrenmek için en çok emek sarfettiğim mesele insan olmak. Doğdum doğalı onun peşindeyim. Savunmasızım bu durumlara karşı. Halen arkadaşlarımın çoğunun etnik kökenini bilmiyorum; sormak hiç aklıma gelmedi. (Aha! Şimdi geldi! Gerçi geç kaldım; ben sorana kadar çoktan sevmişim onları.) Oğluma, oturduğu yerden kimsenin elini sıkmamasını, utanmayan bir insanın merhametinde eksiklik olduğunu falan anlatıyorum. Yaptığının yanlış olduğunu anladığında af beklemeden özür dilemesi gerektiğini, bunun bir nevi mal beyanı gibi duygu beyanı olduğunu söylüyorum. Kendi olmaktan utanmamasını, olabileceği en iyi “kendi” olmak için yeterince çabalamamışsa asıl bundan utanması gerektiğini anlatıyorum… Ben utanıyorum… Böyle…

[1] Bu ibare Tevrat’ın 5 bölümünden ikincisi olan Çıkış veya Mısır'dan Çıkış’ta yer almaktadır. Yahudi halkının Musa önderliğinde Mısır'dan çıkışını ve yıllarca Sina çölünde yolunu kaybedişini, on emrin indirilişini, temel yasaların kabulünü anlatır. Farklı kaynaklarda altıncı emir olarak da geçebilir.