Dekoratif Bir Unsur Olarak Sol

Bu yazdıklarımdan dolayı kızan, küfreden veya beni aptal bulan olacaktır. Lütfen bunu içinizden yapın. Sonuçta gerçeği bilmemek ve onunla yüzleşmemek huzur verir insana. Bakın, yüzyıllardır bu dünya nasıl dönüyor?

Konuya girmeden önce bir şey denemek istiyorum.

Gençliğimde cep harçlığımı çıkarmak için yazları ve hafta sonları çalışırdım. Çalıştığım yerlerin bazılarında “Ayın Elemanı” seçilirdi. Birtakım gayretkeş arkadaşlar adlarını bu tabloya yazdırmak için bir hayli çaba gösterirlerdi. Aralarında itişme kakışma yaşandığı da vakidir. Bir keresinde bu tayfadan pek de hazzetmediğim bir tip ekip toplantısında benim yeterince gayret göstermediğimden yakındı. Ekip şefinin umurunda olmadığını görünce “Hiçbir zaman Ayın Elemanı olamayacak” diye bahtsız bir cümle kurdu. Bunun üzerine ona dönüp bıkkın bir sesle “Madem ayın elemanı olmayı bu kadar istiyorsun, dünyada ne işin var?” dedim.

Bu hikâyeyi anlattığım oğlum hiç komik bulmadı ve hatta tiksinen bir surat ifadesiyle hızla yanımdan uzaklaştı. Şimdi size soruyorum; gerçekten komik değil mi? Aradan onca yıl geçti, hala bunu hatırladığıma göre en azından komik şaka yarışmasında mansiyon ödülü falan alması lazım. Alooo, kime diyorum? Bir Demet Tiyatro’daki kabadayının dediği gibi “Midyat, Seyfo! Gülün!”.

……

Yapılacak bir şey yok, solcuyum. Solcu olmamayı denedim yıllarca ama başaramadım. Olmuyor; bu bedene, bu ruha başka bir şey oturmuyor. Fırsat eşitliği, hakkaniyet, kültürel hoşgörü, paylaşım, emek verenlerin insanca yaşaması, vicdan gibi değerleri bünyemden atamıyorum. Sınıflar arası uçurumun gün geçtikçe daha da derinleşmesini içim almıyor, üzülüyorum, dertleniyorum, kızıyorum, vesaire.

Çoğunluğun özgürlük olarak adlandırdığı benimse serbestlik dediğim bir kavram var; ona bayılıyorum. Öte yandan bu kavramın çıkar amaçlı olarak, liberal ekonominin bir parçası gibi gösterilip kuralsızlığa (daha doğrusu güçlünün, iktidarda olanın koyduğu kurallara) peşkeş çekilmesine içerliyorum.

“Serbest piyasa serbestse neden biz doğrudan üretenden almıyoruz? Neden üreten suyun başı olarak bu ticaretten aslan payını bırak, karınca payı bile alamıyor?” gibi sorular geliyor aklıma. Bunlara verilen yanıtların çoğunun, aslında bir başka düzenin (kapitalizm, neoliberalizm, vs.) bir uzantısına tekabül ettiğini görüyorum. “Hocam, bu piyasa şartlarında, talebin şekillenmesine doğru orantılı olarak, ara katmandaki artı değer getiren hizmetler hayati bir önem taşımakta olup...” Hadi len!

Yapılacak bir şey yok, dünyanın çoğunluğu sağcı ve numunelik birkaç ülke dışında hemen hepsi sağcılar tarafından yönetiliyor. Merkez Sol, Sosyal Demokrat falan gibi olanlar da bakmayın, sağ politikalar üretiyorlar. El mahkûm, düzen bu. Yürütüyorlar çünkü başka şansları yok. Başka şansları yok çünkü dışa bağımlılar. Dışa bağımlılar çünkü dünyaya hâkim olan kapitalist düşüncenin kurduğu sistemde arz da talep de aynı mantıkla oluşturuluyor. “Birader, ben senin GDO’lu mısırını almak istemiyorum” dediğinizde karşınızdaki “Olur canım kardeşim, ben de senden buğday, zeytin falan almayı kesiyorum. Hatta benim lafımı dinleyen diğer arkadaşlara bu ürünleri üretmeleri için destek verip senin kimseye kendi ürünlerini satmamanı sağlamayı planlıyorum. Planın ikinci aşamasında, senin pazar çökene kadar bunları yarı fiyata satacağım. Nasıl?” diyebiliyor, diyor ya da demesine gerek kalmadan bir kaş göz yapıyor ve herkes ne dediklerini anlıyor.

Tecrit, dışlama, fakirleştirme, iç ve dış minnaklarla karışıklık yaratma, başına birilerini musallat etme ve bilumum bunun gibi tehditlerle ve/veya icraatlarla karşına gelinen bir dünyada yaşıyoruz. Üstelik sana (bir anda okuyucularla senli benli olma sendromu) bu muameleyi çekenler, senin milli gururunu okşayarak, egonu gazlayarak, dini duygularını yücelterek dikkatini dağıtmakta pek bir marifetliler. Siz (otomatik pilot devreye girdi ve tekrar saygılı bir tona geçildi) hiç karşısındaki ülke heyetine “Siz çok dandik ve bir b.ka yaramayan bir ülkesiniz” diyeni gördünüz mü?

Sağcıların büyük bölümü, terkilerine din ve milliyetçilik kavramlarını alınca her türlü maneviyata sahip oldukları iddialarını sürdürebiliyorlar. “Kendim olmaktan, bu ırktan olmaktan çok mutluyum ve bence diğer birçoklarından daha fazla ve üstün özelliğe sahibim. Aynı zamanda ümmete dahilim ve milyarlarca inanandan biriyim. Benim dinim yardımlaşma, iyi ahlak ve hoşgörü dinidir. Aynı zamanda piyasa gereği mal stoklamak, grev kırmak, mümkün olan en az hakkı vererek mümkün olduğunca ucuza adam çalıştırmak ticaretin gereğidir. Aynı zamanda yaratılanı severim Yaradan’dan ötürü ve eşzamanlı olarak bu zındıkların hakkı ölümdür. Aynı zamanda………

Ben bu arkadaşları bir film karakterine benzetiyorum. Terminatör filmlerinde kötü bir adam vardı: T-1000. Likit metalden olup her türlü şekle giriyordu. Dönüşüm hızı süperdi. Vurulsa bile ölmüyordu. Duygu desen hiç yoktu ama duyguları çok başarılı şekilde taklit edebiliyordu. Sevecen ve dostane polis, koruyucu bir anne, güvenilir gizli ajan, babacan otobüs şoförü gibi tiplere giriyordu. Karşısındakinin zayıf yönünü bilip oradan yükleniyordu. Kendinin koymadığı hiçbir ahlak kuralını tanımıyordu. Onu durdurmak için likit nitrojen (donduruyor) veya asidik kimyasallar (eritiyor) kullanmak gerekiyordu.

Benim elimde bu maddeler yok. Olsa da kullanmamamı engelleyen saf bir vicdanım var. Bu durumda kapitalist dünyada bir renk, bir dekoratif unsur olarak varlığımı sürdürüyorum.

Bir düşünün, bildiğiniz, tanıdığınız solcular ne yapar? Şairlerin, müzisyenlerin, edebiyatçıların, mizahçıların, komedyenlerin, oyuncuların, yönetmenlerin neden büyük çoğunluğu solcudur? Felsefe üretenler, ressamlar, heykeltıraşlar ve cümle düşünce ve sanat üretenler? Üretimde yer alıp üç kuruş maaşa fabrikalarda, atölyelerde didinenler? Bu insanlar hayatımıza renk, düşüncelerimize ufuk, ruhumuza hoşluk katıyorlar da ne oluyor? Yaşantımızda evdeki şık bir vazodan daha fazla belirleyici bir yönleri var mı? Benim yanıtım da aslında bir soru olacak: Hayatımızda önceliğimiz nedir? Üreten desen ekseriyetle solcu, insani açıdan zenginleşmek desen yine aynı, zihinsel gelişim desen keza öyle. Hocam, ne istiyorsun?

Sol, bu düzen devam ettikçe vitrinlerde ve kendine ayrılan (izin verilen, bahşedilen) alanlarda dekoratif bir unsur olarak yerini alıyor. Bunu değiştirmek istersek, en başta bu düzeni değiştirmek gerekecek. Heyhat, bunu sadece bir ülkede, ülkemizde yapmanın bir anlamı yok. Türkiye bir “kurtarılmış bölge” olarak kurtulamaz. O zaman “Dünyanın tüm solcuları birleşin” demiyorum, onun yerine “Dünyanın tüm vicdan sahipleri düşünün ve sağlam bir alternatif oluşturun” diyorum. Öyle bir alternatif ki, kimse kimseye yukardan bakamasın bundan gayrı.

Bu hareketin başını da Banu Alkan Hanımefendinin alması pek de yerinde olacaktır, diye düşünüyorum. Kendisi yıllarca gönüllerimizde, yüreklerimizde dekoratif bir unsur olarak yerini almıştır çünkü.

Bu yazdıklarımdan dolayı kızan, küfreden veya beni aptal bulan olacaktır. Lütfen bunu içinizden yapın. Sonuçta gerçeği bilmemek ve onunla yüzleşmemek huzur verir insana. Bakın, yüzyıllardır bu dünya nasıl dönüyor?