Bir avuç azgın azınlık

Yukarda sözü geçen azınlık Paraguay’da yaşayan 15 adet Norveçli. Yani aslında bizi ilgilendiren bir durum değil. Bunlar çok içmişler ve sağa sola salça olmuşlar. Polise mukavemet falan da işin içine girince yaşadıkları yerin yerel gazetesinde haber olmuşlar...

Bir avuç azgın azınlık - Resim : 1

Bu sefer, son zamanlarda basınımızda sıkça gördüğüm bir yazı tarzıyla karşınızda zuhur etmeyi planladım. Bu tarzda köşe yazan kişiler, köşelerini bir sürü parçaya ayırıp birbirinden alakasız başlıklarla akıllarına gelen her konunun üstünden geçerek ve hemen her 2-3 cümlenin sonunu üç noktayla bağlayarak, daha doğrusu bağlamayarak okura “Ne dedi bu şimdi?” sorusunu sorduruyorlar. Ben tabii onlar kadar usta olamadığım için üç noktaları fazla kullanamıyorum; bir de yeterince yüzeyde kalamıyorum. Bunu bir ilk deneme olarak düşünürseniz sevinirim.

Bu arada, yukarda sözü geçen azınlık Paraguay’da yaşayan 15 adet Norveçli. Yani aslında bizi ilgilendiren bir durum değil. Bunlar çok içmişler ve sağa sola salça olmuşlar. Polise mukavemet falan da işin içine girince yaşadıkları yerin yerel gazetesinde haber olmuşlar. Paraguay yerel basınını takip etmenizi öneririm. Hiçbir fevkaladelik yaşanmıyor; mükemmel tekdüze bir yaşamdan kesitler veriyorlar. Huzur Paraguay yerel gazetelerinde.

CELALİYİM, CELALİSİN, CELALİ

Siz bu yazıyı okuduğunuzda ben çok uzakta olacağım. En azından kendimi uzakta hissediyor olacağım. Hadi olmadı, belli bir mesafede olacağım, diyelim. Yoksa, niye siz diyeyim ki? Sen, derim; n’aber? derim, el şakası yaparım falan. (Evet, el şakası uygun olmadı, neyse.) Belki de bu tarz bir hitap uygun değildir, en iyisi daha samimi bir üslupla yazayım.

Sen bu yazıyı okuduğunda ben çok uzakta olacağım. Çok güzel uyuyordun, uyandırmaya kıyamadım sevgili halkım. Belki de eş zamanlı uyurken rüyamda seninle benzer bir mayhoşlukta, benzer bir apati durumunda olmuş olabilirim ama ben uyandım, kalktım ve yol aldım. Artık başka bir yerdeyim. Benden önce uyanmış ve bulunduğum yeri kendine mekân eylemiş bir sürü insan var burada. Bu mektubu, sen de uyanınca yanımıza gel, diye yazıyorum. Hani sana bir şiir yazmıştım; içinde şöyle bir bölüm vardı:

“Sözler hiyerarşik bir uslulukla:

Sevinç, şaşkınlık, sevgi, şiir, küfür…

Hepsini sıralayalım,

Tıkalım bulmaca karelerine

Soldan sağa Nazım Hikmet

Yukardan aşağı Cemil Meriç

Diğerleri boşluk doldurmaca.”

Sen şimdi boşlukları doldururken diğerleri ölüyor, öldürülüyor, hücrelere atılıp çürümeye bırakılıyor, öteleniyor, iteleniyor ve en nihayetinde ilerde bir gün yakınlaşmayın diye sana yabancılaştırılıyor. Yanlış anlama beni, yabancılaşan onlar değil, sensin. Öyle yabancılaşıyorsun ki dünkü kendini tanımıyorsun. Ardındaki “aşka” ulaşmak için çivilerle, kesik camlarla, keskin kayalarla örülmüş o duvarı, kendini parçalamak pahasına kollarını iki yana açarak koşup yıkmaya çalışan o eski seni unutmuş gibisin. Zaten o duvar yok artık, kaldırdılar. Bir süre ardındaki, umudunu yeşerten, var olma nedenin olan aşka veya adını ne koyarsan koy, özgürlüğe, barışa, kardeşliğe, saygıya, hakkaniyete, insanlığa nasıl tecavüz ettiklerini görebilmen için camdan bir bariyer koymuşlardı. Şimdi onu da kaldırdılar. Sen ne zaman oranın yanından geçsen başını öne eğeceğini bildikleri için…

KISA TÜRKİYE TARİHİ

Bana bir şey öğreten metinleri severim. Bana bir şey hissettiren metinleri daha çok severim. Her ikisini de yapanları içten içe bir imrenmeyle de olsa yanımda tutarım, onlardan hiç ayrılmak istemem.

Bugüne kadar çok fazla kitabım, biriktirdiğim dergilerim falan olmuştu. Hep aynı evde oturduğumdan bir sorun olmuyordu ama birden sürekli taşınmalar başladı. Rakama vurursam durumun vahametini daha iyi anlarsınız. 2005 ile 2018 yılları arasında 14 kez ev değiştirdik. Bu taşınmaların 3 tanesi ülkeler arası oldu. Haliyle bir dolu kitapla bu işlemi yapmak ideal olmaktan çok uzak. Ben de yavaş yavaş kitaplarımı çeşitli vakıflara verdim. En fazla Nesin Vakfı’na verdim sanırım. Geriye kalanlar ise yukarda bahsettiğim öğreten ve hissettirenlerdi. İnanmayacaksınız belki ama İngiltere’de de ev taşıyanlar en ağır koli olan kitapları taşırken, “Abi, sen şimdi bunların hepsini okudun mu?” diye soruyorlar.

Benim hayatta ayrılamayacağım kitaplardan birisi de Turgay Fişekçi’nin Yitik Bahar adlı şiir kitabı. Elimdeki baskısı 1989 yılında Adam Yayınları tarafından basılmış olanı. Kitaptaki sanırım iki şiiri Yeni Türkü tarafından da bestelendi. (Yitik Bahar ve Sorma Bana).

Bu sabah oğlumu tren istasyonuna bırakmak için yola çıkacakken birden Yitik Bahar kitaplıktan bana göz kırptı. Çıkarken hangi akla hizmet bilmeden yanıma aldım, iyi de etmişim. İstasyona trenin kalkışından 20-25 dakika önce geldiğimizden arabanın içinde beklemeye başladık. Oğlum cep telefonunu karıştırırken ben kitabı elime alıp lalettayin bir sayfa çevirdim. Karşıma Yitik Bahar şiiri çıktı. Yüksek sesle okumaya başladım.

- Hayat, kar altında kalan bahar / Çiçekleri üzerinde ölüyor en bereketli ağaçlar

Oğlum kafasını kaldırıp şaşkınca suratıma baktı.

- Ne bu şimdi?

- Kısa Türkiye tarihi

KAHVEDE SUBAY YOK, BU NASIL İŞTİR

Hayal: Geçer umuduyla annesinden para alan çocuk baloncunun gelmesiyle sevinçle yanına gider. İstediği kırmızı balonu gösterir. Çocuğun sevincini gören baloncu çocuğun uzattığı ve aslında tek balona bile yetmeyen parasının çok fazla olduğunu söyleyip ona her renkten birer balon verir.

Gerçek: Geçer umuduyla annesinden para alan çocuk baloncunun gelmesiyle sevinçle yanına giderken kaldırım düzgün yapılmadığı için yerinden oynayan bir taşa takılıp yüzükoyun yere kapaklanır. Elindeki paralar etrafa saçılır. Sadece dizleri değil yüzü ve kolları da kan içinde kalmıştır. Bunu görmemiş olan baloncu ise “Uçan Baloooon!” diye bağıra bağıra uzaklaşır. Çocuk baloncunun arkasından ağlarken etrafa saçılmış paraları gören diğer çocuklar koşarak paraları alıp kaçarlar.

“Olsa”: Geçer umuduyla annesinden para alan çocuk baloncunun gelmesiyle sevinçle yanına giderken kaldırımın düzgün yapılmadığı için yerinden oynayan bir taşa takılıp yüzükoyun yere kapaklanır. Elindeki paralar etrafa saçılır. Sadece dizleri değil yüzü ve kolları da kan içinde kalmıştır. Bunu gören mahallenin eczacısı hemen çocuğun yanına koşar ve yaralarını temizlerken, bir başkası baloncuyu durdurup ondan bir sürü balon alır ve çocuğa verir. Aynı esnada diğer çocuklar ise etrafa saçılmış paraları toplayıp bizimkine vermişlerdir.

İKİNCİSİ TÜRKÇE

Beş yılı aşkındır Southampton şehrinde yaşıyoruz. Hemen her yerini bildiğimizi sanıyoruz. Sonuçta şehir küçük, yani birinin bu şehri avucunun içi gibi bilmesi için birkaç gün yeter. Fakat benim gibi ev kuşu biri için bu işlem ancak 5-10 yılda ancak tamamlanıyor.

Bugün Liverpool deplasmanda Brentford’u 4-1 yenince keyiflendim. Eşime reddedemeyeceği bir teklifte bulundum.

- Aşkım, bir mağazaya gidip sana ayakkabı, çanta, ziynet falan alalım mı, ne dersin?

Eşim yanıt vermedi. O zaman anladım ki bunu söylememişim, sadece düşünmüşüm; iyi de etmişim. Bunları hangi parayla alacağım ki? Daha Lamborghini’nin taksitleri bitmedi. Böyle düşünerek kendimi daha da iyi hissettirdim. Eşim aslında birebir eşim değil biliyor musunuz? Aramızda eş bir durum yok. Şöyle anlatayım: Futbolcu Rıdvan Dilmen’i düşünün. Gözünüzün önüne geldi mi? Şimdi onu basket oynarken düşünün. Hah, işte o benim. Karşımda da Michael Jordan var. İşte o da benim karım oluyor. Hayatta üstün gelemeyeceğim birisine sırf kompleksimi aşmak için “eşim” demek aslında pek doğru değil. Bundan sonra ona karım, zevcem, hayatımın anlamı, falan demeyi planlıyorum.

Neyse… Maç bittikten sonra eşime (bazen planlar tutmuyor) “Hadi, dışarı çıkıp bir kafede takılalım. Hem köpeği de gezdiririz.” dememle montumu, ayakkabımı giymem bir oldu, iyi ki de yapmışım. Yarım saat sonra arabadaydık.

Gittiğimiz kafenin ismi Coffeelogy’ydi. Sahiplerinin Türk olduğunu öğrenince hem şaşırdık hem sevindik. Gurbette birbirini bulan Türkler ne yaparsa aynısını yaptık ve bardaktan boşanırcasına konuştuk, konuştuk. Bursaspor’un Teksas tribünü, köpek bakımı, mali müşavirlik, komşuluk müessesesi, kitap yazmak ve bilumum. Evet, yeni birileriyle tanışırken bir konuya yoğunlaşmayı beceremiyorum. Yarın tekrar gidip tek bir konuda sohbet etmeyi planlıyorum: Banu Alkan.

Meraklısına Not: Bölüm başlıkları Cemal Süreya’nın Kısa Türkiye Tarihi adlı şiirinden gelişigüzel seçilmiştir. Bana gelişi güzeldi, umarım sizin için de güzel olmuştur.