İşgal günlerinde doğup, depremde enkaz olan Kızılay

"Yüz yıl öncesini anlattığım bu yazının her harfine, aynı vatanı paylaştığım, korkunç acılar yaşamış güzelim insanlarının hali hazırda başını sokacakları bir çadır olmadığını bilerek yazdım. Milyonlarca insandan hala sesi duyulmayanlar olduğunu aklımda tutarak yazdım."

Kızılay’ın geldiği nokta ortada. Yolsuzluğa şerbetli bir halk olmamıza ve ‘bu kadar da olmaz’ sınırını çoktan geçmemize rağmen nutkumuzun tutulduğu, akıl almaz bir skandalla karşı karşıyayız. Gazeteci Murat Ağırel’in değerli çabalarıyla öğrendiğimiz Kızılay gerçekleri pek bitmişe de benzemiyor.

Olayın ortaya çıkmasıyla birlikte haliyle hepimizde bir Kızılay nostaljisi baş gösterdi. Harçlığımızdan ayırıp koyduğumuz sarı zarflar, Kızılay kolu olmanın getirdiği gurur duygusu anlatılır oldu. Eskiye özlemin insana iyi gelen bir yanı var, kabul. Zira orası aynı zamanda kolektif hafıza. Kültürün, kimliğin, geleneklerin kayıt altında tutulduğu yer. Tam da bu nedenlerle hafıza aynı zamanda bir iyileşme alanı. Alzheimer hastalarının, belki de yıllarca yaşadıkları, bakılmakta oldukları evlerinden kaçmalarının ardında fiziki bir ev, bir mekân arayışından çok; hafızalarında artık bulamadıkları, anılarında artık yaşayamadıkları bir evi aramak ve bu eve duyulan derin özlem olduğu söylenilir. Bu açıdan bakıldığında hafıza hepimizin sığındığı bir evdir aynı zamanda.

Kızılay bu çadır rezaleti ile sadece depremzede yurttaşlarımızı açıkta bırakmadı. Hepimizin evini başına yıktı. Tarihimizin gördüğü bu en büyük felakette devletle aramızdaki kara gün akdi yok oldu. Bu çok ağır bir güvensizlik, çok ağır bir ihanet.

Hal böyle olunca hafıza tazelemeye ihtiyaç duydum. Tarihimizin başka büyük felaketlerinde halk olarak nasıl dayanışma göstermişiz ve Kızılay öncesi yardım kuruluşları bu yardımların ulaştırılmasında ne gibi katkı sağlamışlar görmek istedim. Okuduklarım içinde bana en ilginç ve en iyi gelen Semih Çınar’ın, Yunan işgali sırasında mülteci durumuna düşen yerli halka Hilal-i Ahmer Cemiyeti tarafından yapılan nakdi yardımları konu alan çalışması oldu. Bu yazıda Semih Çınar’ın bu değerli çalışmasını anlatarak, o gün yapılan dayanışma ve yardım faaliyetleri üzerinden yaşadığımız ihanete yüz yıl geriden bakmak istedim. Gelin önce kısa bir tarihçe ile başlayalım.

HİLAL-İ AHMER’DEN KIZILAY’A

Hilal-i Ahmer Cemiyeti 11 Haziran 1868’de bir grup idealist doktor tarafından Osmanlı Hasta ve Yaralı Askerlere İmdat ve Yardım Cemiyeti adıyla kurulur. 1877 yılında Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti adını alarak beyaz üzerine kırmızı hilali amblem olarak kullanmaya başlar.

Cemiyetin giriştiği yardım faaliyetlerinin ilki cephelerde gerçekleşir. 1877-1878 Osmanlı – Rus Savaşı ile 1897 Osmanlı – Yunan Savaşı sırasında cephede yaralı askerlerin tedavi edilmesinde etkin olarak görev yaparlar. 1911’e gelindiğinde Sadrazam Hakkı Paşa yeni bir yönetim kadrosu kurar ve Cemiyet o tarihten günümüze kesintisiz olarak yardım çalışmalarında bulunur. Cumhuriyetin kurulmasıyla Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti olarak anılan kuruluş, 1935 yılında Atatürk’ün verdiği adla Türkiye Kızılay Cemiyeti olarak anılmaya başlanır.

İZMİR’İN İŞGALİ: KENDİ VATANINDA MÜLTECİ OLMAK

Yunanistan’ın İzmir’i işgal etmesinin ardından İzmir’de başlayan Yunan zulmüne karşı koyamayan yerli halkın büyük bir kesimi çareyi daha güvenli olan Aydın, Denizli ve Çine gibi yakın çevredeki yerleşim yerlerine göç etmekte bulur. Ancak bu şehirler böyle bir mülteci akınına hazır değildir. Artan göçle birlikte ihtiyaçlar karşılanamaz olunca İstanbul’daki yetkili makamlara telgraflar çekilerek nakit sıkıntısına değinilir. Mülteciler yararına harcanmak üzere para talep edilir.

Sahip oldukları her şeyi bir gecede kaybeden ve kendi vatanlarında mülteci konumuna düşen bu insanlara Hilal-i Ahmer Cemiyeti kayıtsız kalmaz. Uluslararası bir yardım kuruluşu olmasının getirdiği avantajla devreye girerek bölgede sağlık, barınma, eşya ve erzak gibi birçok ihtiyacı karşılamaya çalışır. Ancak ortada büyük bir sorun vardır. Cemiyet, kısıtlı imkanlarını Trablusgarb, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı’nda kullanmış, kaynaklarının çoğunu tüketmiş olup kendisi de yardıma muhtaç bir haldedir. Bunun üzerine (tıpkı bugün olduğu gibi) İstanbul Belediyesi devreye girer. Hilal-i Ahmer Cemiyeti ile ortak bir organizasyon düzenleyerek İstanbul halkını yardıma davet eder.

İMDADA YETİŞEN İSTANBUL

8 Ağustos 1919 günü İstanbul Şehremini Cemil (Topuzlu) Paşa başkanlığında Gülhane Parkı’nda bir eğlence düzenlenir. Katılımın hayli yüksek olduğu bu eğlencede dans gösterileri, konserler, resim sergilerinin yanı sıra, çeşitli mezatlar düzenlenir.

İstanbul’da düzenlenen bir diğer bağış kampanyası Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin Darülfünun ile birlikte yürüttüğü dayanışmasından doğar. Bu yardım kampanyası çok daha uzun süreli ve çok daha organizedir. Darülfünun öğrenci ve öğretmenlerinden oluşan ekiplerin görev aldığı bu yardım toplama kampanyasında İstanbul 30 bölgeye ayrılır. Ekipler bölgede bulunan tüm ev ve iş yerlerini teker teker gezerek rozet ve pul satmak suretiyle makbuz keserek bağış toplarlar. Toplanan bağışlar katipler tarafından kayda geçirildikten sonra Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne gönderilir.

Bir diğer ekip bu yardım kampanyasının duyurulması çalışmalarını yürütür. Basın yayın ve haberleşme kanallarını kullanıp, ilanlar dağıtarak halkı hem İzmir mültecilerinin durumu hakkında hem de yürütülmekte olan bağış kampanyaları, düzenlenen eğlenceler, piyangolar konularında bilgilendirirler. Bir diğer grup ise merkezde görev yaparak hangi ekibin, ne zaman, nereye gideceği konusunda çizelgeler hazırlar.

Dönemin önde gelen bazı şirketleri bağış kampanyasından haberdar olur olmaz, ekiplerin gelmesini beklemeden yüklü miktarda bağışta bulunurlar. Bunlardan biri olan Milli Mahsulât Şirketi’dir. İzmir mültecileri yararına harcanması koşulu ile Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne dönemin parası ile 2,500 Lira bağışta bulunurlar.

HANEDAN BAĞIŞLARI

Darülfünun bağış heyeti kampanyayı halkla sınırlı tutmaz, Osmanlı hanedanı ile de görüşülür. Bu görüşme sonucunda 1919 yılının Aralık ayında Padişah Mehmet Vahdettin kendi adına 1,000 Lira, Harem-i Hümayunu adına ise 500 Lira bağışta bulunur. Hanedanın veliaht ve hanım sultanları adına veliaht Abdülmecit Efendi 500 Lira verirken, en büyük bağışını Vahdettin’in eşi Nimet Nevzat Sultan yapar ve 3,450 Lira yardımında bulunur.

ANADOLU VE TRAKYA YARDIMA KOŞUYOR

Yardım kampanyalarının halka duyurulmasında çok önemli bir rol oynayan basın hayli başarılı olur. Basında çıkan haberler neticesinde bu kampanyalar Anadolu ve Trakya’nın birçok şehrine yayılır. Belediyeler ile Müdafaa-i Vatan Cemiyetleri’nin yardım toplama çağrılarına halk varını yoğunu koyarak cevap verir. Yardım amaçlı müsamereler, konserler, çeşitli organizasyonlar düzenlenir. Adapazarı, Kastamonu, Elazığ ve Silivri gibi bazı şehirlerde yardım toplama için özel bağış komisyonları kurulur.

Bütün bunlara ek olarak çeşitli meslek grupları kendi içlerinde örgütlenerek yardım kampanyalarına güç verirler. Bunlar arasında subay, polis ve memurlar başı çeker. Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan ekonomik güçlükler nedeniyle maaşlarını düzenli olarak alamamalarına rağmen bu meslek grubundaki insanlar uzunca bir süre yardım kampanyalarına ön ayak olup desteklerler.

BAĞIŞLARIN SÜREKLİLİĞİ VE ARTAN MÜLTECİ SAYISI

Yunan işgalinin üç yılı aşkın bir süre devam etmesi ve dönem dönem yeni şehirlerin kaybedilmesi, mülteci durumuna düşenlerin sayısındaki artış, giderek artan sayıda ihtiyaç sahibine sürekli bir bağış yapılmasını zorunlu kılar. Kızılay arşivlerine göre o dönem mülteci durumuna düşen yerli halkın nüfusu yaklaşık 325 bin civarındadır.

1 Aralık 1919 tarihinde bağış toplamaya başlayan Darülfünun ekipleri bu çalışmalarını 1920 yılı Ocak ayının sonuna kadar devam ettirirler. Toplanan paralar İstanbul’daki Hilal-i Ahmer Cemiyeti Genel Merkezi’ne gönderilir. Kuruş kuruş yapılan bağışlar sonucunda 2326 Reşat altını ederinde para toplanır.

Anadolu ve Trakya’da toplanan bağışlar Osmanlı Bankası, Ziraat Bankası ve İtibar-ı Milli Bankası gibi bankalar aracılığı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin hesabına yatırılır. Yardımın gönderildiği yerde bir banka şubesi bulunmaması halinde posta tercih edilir, paranın tutarı ve ne amaçla kullanılacağı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne bildirilerek teslim alınması istenir.

İzmir mültecileri için başlatılan bu yardım kampanyaları halk olarak zor zamanlarda nasıl dayanışma içine girdiğimizi hatırlatması bakımından tarihiminiz ve hafızamızın çok özel bir bölümünü oluşturmakta.

Hilal-i Ahmer Cemiyeti aracılığıyla toplanan bağışlar o günün koşullarında oldukça yüksek bir meblağa ulaşır, yardıma muhtaç duruma düşenlerin tüm ihtiyaçlarını gidermeye yeterli olmasa da, süreklilik sağlanarak işgal yılları boyunca mülteci durumuna düşen insanlarımızın ellerine para geçmesi sağlanır. Yardıma muhtaç olanların bu durumdan tamamen kurtulmaları ise tarihimizin en görkemli dayanışmasıyla mümkün olur. Bağımsızlık için canı dahil olmak üzere elinde avucunda ne varsa ortaya koyan halk, bu defa bir ordu kurulup ardından bir zafer kazanılması için elinden gelen ne varsa yapar. Hilal-i Ahmer Cemiyeti Kurtuluş Savaşı’nda da cephedeki yerini alır.

Kızılay’ın hikayesi işte böyle başlar. Yazının burasına kadar gelenlerle birlikte hafızalarımızı tazeledik. Kelimelerden geçip eve geri döndük. Kara günde güvende olma hissini neymiş, hatırladık. Şimdi gelelim günümüze.

Yüz yıl öncesini anlattığım bu yazının her harfine, aynı vatanı paylaştığım, korkunç acılar yaşamış güzelim insanlarının hali hazırda başını sokacakları bir çadır olmadığını bilerek yazdım. Milyonlarca insandan hala sesi duyulmayanlar olduğunu aklımda tutarak yazdım.

Bu öfkeyi, bu isyanı hafızama kazımak için yazdım.

Bu hesap sorulsun, hiç unutulmasın diye yazdım.

---

Bu yazı, Semih Çınar’ın ‘İzmir’in İşgali Üzerine Mülteci Durumuna Düşen Türklere Hilal-i Ahmer Cemiyeti Aracılığı ile Yapılan Nakdi Yardımlar’ makalesinden yararlanılarak hazırlanmıştır. Kendisine teşekkür ederim. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/777674

Etiketler
Kızılay Deprem