Acun Ilıcalı neyin peşinde?

Acun Ilıcalı’nın yeni platformu Exxen’i duymuşsunuzdur. Karantina döneminde beyaz perdeler can çekişirken eğlence endüstrisinin tamamen dijitale kayması...

Acun Ilıcalı’nın yeni platformu Exxen’i duymuşsunuzdur. Karantina döneminde beyaz perdeler can çekişirken eğlence endüstrisinin tamamen dijitale kayması sonrası “yerli Netflix” için geç bile kalmışlardı açıkçası. İçerik olarak alışkın olduğumuz yerli dizilerin, yarışma programlarının yanı sıra dikkatimi bir şey daha çekti. Youtube’da meşhur olan gençler bu platformda kendilerine epey yer bulmuşlardı. Eskiden kendi yeteneklerini üreten dev şirketler artık internette kendini var eden gençlerin peşine düşmüşlerdi. Genelde bu duruma insanlar Türkiye’nin siyasi ve ekonomik ikliminden dolayı tekelleşen medya dünyasındaki yetenek kıtlığı olarak bakıyor, büyük ölçüde de haksız sayılmazlar. Ancak ben bunun sebebinin bir az daha farklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü gördüğümüz bu hadise Türkiye’ye özgü değil.

Eğlence endüstrisi neden bozdu?

“X dizisi çok bozdu!” cümlesi hala bile kullanımda denilebilir. Zamanında severek takip ettiğiniz bir yapımın zamanla ruhunu kaybetmesi ve “sırf yapmış olmak için yapılmış” hissi yaşatması büyük hayal kırıklığına sebep olur. Film, dizi ya da oyun olsun herhangi bir eğlence medyumunda vakit geçirmiş herkes en az bir yapımla ilgili bu duyguyu yaşamıştır. Özellikle son dönemde ise eğlence endüstrisinin devleri bu konuda sınırları aşmaya başladılar.

“Sünger Bob’u” bilirsiniz. Bugün bile çocukların en sevdiği çizgi filmlerden biridir ve en azından 30 senedir bir şekilde televizyonlarda kalmayı başardı. Yapımcısı Stephen Hillenburg 2018’de hayatını kaybetti. Daha 2002 yılında dizinin “süresini doldurduğunu” düşündüğü için çekilmek istemiş ancak kanalı Nickelodeon tarafından devam ettirilmeye zorlanmıştı. 2018’de hayatını kaybetmeden önce dizinin kendinden sonra bitirilmesini rica etmişti. Tabii ki şirket için yaratıcısının ölümü engel olmadı ve diziyi devam ettirdiler.

Hemen hemen aynı olay Disney bünyesindeki Marvel’da yaşandı. Marvel evreninin yaratıcısı Stan Lee aynı şekilde 2018’de vefat etti. Disney Stan Lee’nin ölümünden birkaç hafta bile geçmeden kendisinin kişisel Twitter hesabından gelecek filmlerin reklamlarını paylaşmaya başlamıştı. Yoğun tepkiler sonrası reklamları kaldırsalar da Lee’nin hesabını aktif olarak kullanmaya devam ettiler.

Disney’in tek günahı bu değildi tabii. 2000’ler öncesinden severek takip edilen bir çok franchise daha satın alındı ve ruhsuz para basma makinalarına çevrildi. Bitmek bilmeyen yeniden yapımlar, nostalji duygusunu istismar etmek için mezarından çıkarılmış film serileri… Peki bu devasa şirketler neden ellerinin altındaki yüzlerce senarist ve sınırsız bütçe ile birkaç gencin yalnız başına yarattığı evrenlerin yakınından bile geçemiyordu?

Laboratuvar çıkışı sanat olur mu?

Piyasaya çıkan son Star Wars filminin sonuna nasıl karar verdikleri aklıma geldi. Film için 7-8 son hazırlanmış, odak grubu adını verdikleri değişik çevrelerden gelen insanlarla dolu bir salonda hangisi en çok olumlu tepki almışsa o sonu filme eklemişlerdi. Ne yazık ki artık hikayeler bu şekilde yazılıyor. Stan Lee’nin çocukluğumuza renk katmış karakterlerinin yerine 7-8 kişinin istatistikler ve trendler yardımıyla oluşturduğu kimyasal bileşim tadında hikayeler izliyoruz. Çünkü sanatla zerre alakası olmayan patronlar en iyi işi çıkarmayı değil en çok para kazandıran sistemi kurmayı istiyorlar. Beş yüz tane insanı çok mutlu edecek bir film yerine İki bin insana para harcatacak bir yapım hayal ediyorlar. Bu da ruhsuz fabrika çıkışı makinalara sebep oluyor.

İşte kapitalizmin insan doğasıyla çelişkisinin bir zincirini daha burada görüyoruz. Evet para kazanma arzusu insanların kişisel ilerlemesinde önemli bir motivasyon aracı oluyor. Evet belki de bu denli büyük bütçeli yapımlara bu sayede ulaşabiliyoruz. Ancak işin sonuna baktığınızda insanın yaratıcılığı kapitalizmin sarmalına düştüğünde kendini var eden en önemli özelliğini kaybediyor; tutkusunu.

Tutku olmadan sanat olmaz. Tüketim amaçlı ürettiğiniz pop kültür içeriği bile olsa eğer içinde tutku yoksa, insanlar kendilerinden bir şeyler bulamıyorlarsa tutmayacaktır. Ekonomik olarak kısa vadede fayda getirse de insanları heyecanlandırmayan işler karlılığını zaman içinde yitirecektir. Şu ana kadar da böyle oldu. Terminatör’den Hayalet Avcılarına, onlarca yeniden yapım eskilerinin yanından bile geçemedi ve gişede çakıldılar. Nostalji faktörü bir noktaya kadar bu şirketleri ayakta tutmuştu.

Çölde vahalar

Eğlence endüstrisinin dev franchiseları hayal kırıklığı yaşatmaya devam ederken bağımsız yönetmenler ve sanat filmleri gayet iyi durumdaydılar. Tarantino, Nolan ve Inaritu gibi yönetmenler 2010’larda kült sayılacak inanılmaz çalışmalara imza attılar. Sanat dünyasında hala heyecanla beklenir filmler yapmaya devam ettiler. Bu dönemde belki de en keyif verici şey bu yaratıcı insanların filmlerini yaparken “şirket kültürü” tarafından baskıya maruz kalmadan büyük bütçelere erişebiliyor oluşu.

Bu yönetmenlerden bir tanesi ise geçtiğimiz sene epeyce linç edildi. Wolf of Wall Street ve Taxi Driver gibi filmlerden bildiğimiz Martin Scorsese’den bahsediyorum. Marvel filmlerinin sinema değil “eğlence parkı” olduğunu söylemiş ve medya tarafından topa tutulmuştu. Scorsese’nin eleştirisi benimkinden biraz farklı tabii. Onun bu filmlerin sadece son dönemki haliyle değil geneliyle problemi var. Eleştirisinin kaynağı ise bu tarz filmlerin sanat filmleri ile kıyaslanmaya başlanmasıydı. Bu şikayette bulunan tek kişi de o değildi. Marvel’ın yanı sıra Netflix film ve dizilerinin de ödül törenlerinde boy göstermeye başlaması genel bir rahatsızlık yaratıyordu.

Çocukluğunu bu tarz film, dizi ve oyunlarla geçirmiş biri olarak haklı olduklarını söyleyebilirim. Bana göre ödül törenleri siyasi ilişkiler ağından ibaret olsa da Disney, Netflix ve Amazon gibi endüstri devlerinin fabrika çıkışı filmlerinin orada olması işlerin iyice çığırından çıkması anlamına geliyor. Evet, belki bir gün bu franchiselar senaristlerin istatistiklere bakmadan gönlünce yazabileceği yapımlara dönüşürler, belki o zaman Peter Jackson’ın Yüzüklerin Efendisi gibi ödülleri toplayan seriler görebiliriz.

Bu dev şirketler ise nostaljinin ekmeğini yerken yeni arayışlar içindeler. Ilıcalı’nın Exxen’i internette yetenek arayan tek platform değil. Youtube’u bol bol eleştirsem de bir konuda hakkını vermek zorundayım. Herkese yaratıcılığını ortaya koyabileceği eşit bir platform sundu. En azından şu ana kadar. Yeni nesiller televizyon dünyasının yapmacıklığından ve aşırı sansüründen bıktılar. Bu nedenle internete yöneldiler. Ancak maalesef internet dünyası da aynı çıkmaza sürükleniyor. Youtube’da parlayan gençler ya büyük şirketlerle anlaşma yapıp platformu terk ediyorlar ya da üç beş sponsor alabilmek için içeriklerini törpülüyor, insanların televizyonda kaçtıkları o sahteliğe bürünüyorlar. İnsanlığın tutkuyu arayışı ise gelecekte muhtemelen başka platformlarda devam edecek. Haftaya başka bir yazıya yine beklerim, iyi hafta sonları efendim.

Etiketler
Acun Ilıcalı