Sadece Bir Kadın İsmi Değil, Mutfak Hafızası... İşte Bir Adımla Başka Zamana Götüren Meyhane
Nişantaşı’nın alışveriş vitrinleriyle dolu caddelerinden geçip Reasürans Çarşısı’na vardığınızda, kalabalığın içinden sıyrılan bir dinginlik karşılıyor sizi. Bu çarşının içinde yer alan Nuran Meyhane, ilk bakışta sade bir mekân gibi görünse de, içine adım attığınızda başka bir zaman dilimine geçiyorsunuz.
İsmiyle bile bir hikâye anlatıyor.
“Nuran” sanki geçmişten gelen bir ses, bir hatıra, belki de bir karakterin izini taşıyor.
Ve bu kez, o karakter gerçekten var: Nuran Hanım.
Mekânın adı, mutfağın da ruhunu taşıyan Nuran Hanım’dan geliyor.
Yıllar boyunca kendi mutfağında geliştirdiği tarifler, bugün bu meyhanenin kalbinde yer alıyor.
Her reçete, onun elinden çıkmış; her tabak, onun damak hafızasının bir yansıması.
Kendisi gibi şef olan oğlu Anıl’ın bu mirası yaşatma çabası ise mekânın en dokunaklı yanı.

Nuran Hanım’ın tarifleri, sadece lezzet değil; bir yaşam biçimi, bir kültür, bir kadının mutfakla kurduğu derin bağ olarak karşımıza çıkıyor.
Mekânın atmosferi, nostaljiyle güncelliği ustalıkla harmanlıyor.
Loş ışıklar, bembeyaz örtülü masalar, duvarda asılı siyah-beyaz fotoğraflar…
Her detay, geçmişe duyulan özlemi bugünün estetiğiyle buluşturuyor.
Nuran Meyhane, nostaljiyi bir dekor öğesi olarak değil, bir ruh hâli olarak yaşatıyor.
Bu yüzden burada geçirilen zaman, sadece bir akşam yemeği değil; bir hafıza yolculuğu.

Masaya oturduğumuzda gelen başlangıçlar, mutfağın karakterini hemen ortaya koyuyor.
Özellikle ouzolu cacık, ferahlatıcı yapısıyla dikkat çekiyor; anasonun ince dokunuşu yoğurdun kremamsı yapısıyla dengelenmiş.
Deniz börülceli ahtapot ise hem görsel hem dokusal olarak öne çıkıyor: hafifçe közlenmiş börülce, ahtapotun yumuşaklığıyla buluşunca tabakta bir denge kuruluyor.

Levrek marin ise tam anlamıyla rafine; limonun asiditesi ve zeytinyağının yumuşaklığı, levreğin doğal lezzetini gölgelemiyor, aksine parlatıyor.
Ara sıcaklar arasında deniz mahsullü mücver, mutfağın yaratıcı ama sadelikten ödün vermeyen yaklaşımını yansıtıyor.
Dışı çıtır, içi nemli; içinde karides ve kalamarın ince doğranmış halleri var.

Baharat kullanımı ölçülü, malzeme ön planda.
Bu tabak, klasik mücverin denizle buluştuğu bir yorum gibi; tanıdık ama özgün.
Ana yemek olarak tercih ettiğim anasonlu Mersin karides ise gecenin yıldızlarından biri oldu.
Karidesler iri ve taze; anason, baskın değil ama varlığını hissettiriyor.
Tabağın genel yapısı sade ama etkileyici. Yanında sunulan eşlikçiler lezzeti destekliyor ama gölgede kalıyor.

Bu tabakta da Nuran Hanım’ın mutfak hafızası hissediliyor: malzemeye saygı, lezzete sadelik, sunuma özen.
İçecek eşlikleri arasında kültürel bağlamda yerini koruyan rakı da var; ancak burada içki, akşamın merkezinde değil, sohbetin eşlikçisi.
Sunumda abartıya kaçılmadan, sade bir zarafetle servis ediliyor.
Bu yaklaşım, mekânın genel çizgisiyle uyumlu: gösterişten uzak, samimi ve dengeli.
Mekânın müziği, gecenin duygusal tonunu belirliyor.
Arka planda çalan eski Türkçe şarkılar, sohbetlere eşlik ediyor.
Müzik, fonda değil; akşamın bir parçası.
Özellikle “Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun” gibi klasikler çaldığında, mekândaki herkesin bir anlığına kendi hikâyesine döndüğünü hissediyorsunuz.
Bu geçişler, mekânın ruhunu da dönüştürüyor; geçmişle bugün arasında kurulan köprü daha da belirginleşiyor.
Servis ekibi, sıcak ve mesafeli bir denge kuruyor.

Fazla müdahaleci değil ama ihtiyaç duyduğunuzda hemen yanınızda.
Bu yaklaşım, meyhanenin samimi ama profesyonel çizgisini koruyor.
Nuran Meyhane’nin en etkileyici yanı, bir meyhane olmanın ötesine geçmesi.
Burası sadece yemek yenen bir yer değil; duyguların, anıların, müziğin ve sohbetin iç içe geçtiği bir alan.
Mekânın ismi, bu hissi daha da derinleştiriyor. “Nuran” artık sadece bir isim değil; bir mutfak hafızası, bir kadının emeği, bir oğlun vefası.
Belki 1980’lerde bir apartman dairesinde eski şarkılara eşlik eden bir kadının hayali.
Belki de hepimizin içinde taşıdığı bir nostalji.
Nuran Meyhane, İstanbul’un hızla değişen yüzüne karşı bir direnç noktası gibi.
Geleneksel meyhane kültürünü günümüz estetiğiyle buluştururken, samimiyeti ve sadeliği elden bırakmıyor.