Uğur Mumcu’nun ışığı

Uğur Mumcu alın teriyle geçinen emekçilerin, demokrasiyi, özgürlüğü, eşitliği, laikliği savunanların dostuydu. 31 yıldır aramızda değil, ama ışığıyla hala aydınlatmaya devam ediyor. Hakikatin peşinde koşan gazeteciler her şeye rağmen onun izinden yürümeye devam ediyor.

“Vurulduk ey halkım”… Zülfü Livaneli 1973’te şiiri kaleme aldığında ülkemizin devrimci gençleri vurulmuş, asılmış, hayatta kalanların çoğu mahpustur. Uğur Mumcu 1975’te bu dizelerden ilhamla “Sesleniş” şiirini yazar. “Vurulduk ey halkım unutma bizi” dizesi ile Livaneli ve Mumcu’nun şiiri bütünleşmiştir. Yıllar sonra kalleşçe katledilmesinden sonra dizeler adıyla yan yana yazılacaktır. “Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...”

Çocuklukları doksanlı yıllarda, memleketimizin çok farklı yerlerinde geçen pek çok insanın içinde aynı sızıyı hissettiği birkaç olay var. 2 Temmuz 1993’te Sivas Katliamı bunlardan biri. Ondan birkaç ay önce, aynı yılın 24 Ocağında Uğur Mumcu’nun katledilmesi bir diğeri. Evlere çöken yas havası uzun süre kalkmadı ve o yılların çocukları bence en haklı soruyu soruyordu; “İyi insanları, dürüst insanları neden öldürüyorlar.”

Uğur Mumcu’nun katledilmesi bütün ülkeyi derinden sarsmıştı, dönemin çocukları da katliamdan fazlasıyla etkilendi. Babalarını kaybeden Özge ve Özgür Mumcu’nun görüntüleri belki haberlere birkaç saniyeliğine yansımıştı ama bizim hafızamıza kalıcı olarak yerleşmişlerdi. “Kötülerle mücadele ettiği için babaları öldürülmüştü.”

Usta gazetecinin katledilmesi 80 sonrası doğan, apolitikle itham edilen kuşağın bilincinde önemli bir sıçramaya neden oldu. Öyle ki o yıllarda sol fikirlere ulaşılmasının önüne onlarca duvar örülmüştü. Solun itibar kaybettiği sürekli tekrar ediliyor, uzun yılların antikomünist siyaseti Kürt karşıtlığıyla harmanlanıyordu. Hakkını arayanın kafasından sopa eksik olmuyor, 12 Eylül terörü faili meçhullerle, beyaz Toroslarla kendini güncelliyordu. Televizyonlar her gün şehit haberleri veriyor, Anadolu’dan Görünüm’de “etkisiz hale getirilenler” sergileniyordu. O müziği çoğunuzun unutmadığını biliyorum. Hâsılı, güzel vatanımızda bir yerlerinde yangın vardı, bir yerlerde ocaklara ateşler düşüyordu. Genç kuşakların zihninin teslim alınması için devreye sokulan az buz araç yoktu; Anahtarlıklarda, yüzüklerde, kolyelerde kurt logoları vardı. Üniversitelerde talebelerin polis tarafından meydanlarda dövülme görüntüleri televizyonlarındaki haber bültenlerindeydi. Kahvelerde “vurun ulan, daha çok vurun teröristlere” diye bağıranlara şahit olmak sıradan bir durumdu. Bazı mekânlarda Kenan Evren’in üniformalı resimleri hala duvardaydı. Nitekim eğer doğal iklimi muhalif olmayan bir coğrafyadaysanız solcu olmak için neden çok azdı.

Hâlbuki vicdanlı olmak, adaletsizliğe ve haksızlığa karşı çıkmak kendini solda görmek için yeterli sebeplerdi. Uğur Mumcu yaşarken bu değerler için mücadele etmiş, böyle tanınmıştı. Katledilmesi bu vicdan ve adalet duygusuna sahip herkeste ve o günlerin çocuklarında çok derin izler bıraktı.

ARAŞTIRMACI GAZETECİLİĞİN DUAYENİ

Uğur Mumcu’nun 1942’de Kırşehir’de başlayıp Ankara’da süren hayatında Hukuk Fakültesi’ne girmesi önemli bir dönemeç olmalı. Mezun olduğu 1965 yılında solun toplumsallaşma kanalları açılmıştır, birkaç yıl sonra büyük bir dalga halini alacaktır. Mumcu, öğrencilik yıllarında yazdığı yazılarla adını duyurmuştur. Bir süre Hukuk Fakültesinde asistanlık yapar. 12 Mart dönemindeki bir yazsısı nedeniyle "orduya hakaret etmek" ve "sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak" iddiasıyla 7 yıl hapse mahkûm edilir. Bir yıl tutuklu kaldığı Mamak Cezaevinden Yargıtay’ın kararı bozmasıyla serbest kalır. Hemen askere alınır, yedek subay olması gerekirken er olarak gözetim altında askerliğini tamamlar. Daha sonra yazdığı kitabının adı olacak, oyunlaştırılacak “Sakıncalı Piyade” askerde gördüğü muameleyi anlatan güzel bir ifadedir ve yerleşik bir kavrama dönüşür.

Askerlik sonrasında gazeteciliğe yönelir ve ülkemizdeki gazetecilik anlayışına çok ciddi katkılar yapacağı bir dönem başlamış olur. Onlarca gerçek onun belgeli, ispatlı araştırmacılığıyla gün yüzüne çıkar. Yalnızca 1980 öncesinde değil, darbe sonrasında da kalemini cesurca kullanır. Sorunları dile getirir, hukuka aykırı, yasa dışı uygulamaların üstüne gider. Araştırmacı gazetecilik denilince akla ilk gelen isim Uğur Mumcu olması boşuna değildir.

Uğur Mumcu Atatürkçülüğün sol yorumunun simge isimlerinden birisidir. Kendisini sosyalist eğilimli olarak tanımlar. Dönemin devrimci hareketlerine karşı eleştirel bir noktadadır ama her zaman demokratik bir tartışma ortamını savunur. Mumcu siyaset yelpazesinin solundadır. Bir röportajında Nazım’ı, Atila İlhan’ı, Hasan Hüseyin’i, Vedat Türkali’yi, Latife Tekin’i severek okuduğunu söyler.

Düşüncelerin yasaksız tartışılmasından yanadır. Fikirleri değerli bulurken fikirlerin nasıl oluşması gerektiğine dair de sağlam bir önerisi vardır. Dillere pelesenk olan “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” sözü ona aittir.

90’lı yılların karanlığında hakikati bilmek isteyenlere ışık tutan en önemli isimlerdendir. Demokrasiye, laikliğe, insan haklarına, aydınlanmaya dair inançlı ve kararlı duruşuyla insanlara cesaret veriyordur.

ÇEKİLMEYEN TUĞLA YIKILMAYAN DUVAR

Uğur Mumcu cinayeti aydınlatılamadı. Yetkililer aydınlatmaya hiçbir zaman niyetli olmadı. Çokça defa okumuşsunuzdur, bir kez daha hatırlatayım Mumcu’nun eşi Güldal hanım soruşturma sürecini ilişkin bir görüşmede dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’a “bir sürü yanlışlık üst üste dizilmiş, önümüzde bir duvar gibi duruyor” der. Ağar, “Altından bir tuğla çekerseniz hepsi yıkılır” diye cevap verir. Güldal Mumcu, “İçimden geçen zaman” kitabında, suikast soruşturmasını yürüten Ankara DGM Savcısı Ülkü Coşkun’un kendisine “Üzerime gelmeyin bu işi devlet yapmıştır” dediğini yazdı.

Uğur Mumcu’nun arabasına bombayı koyan kim? Emri kimler verdi? Bu bilgiler şimdiye kadar ortaya çıkartılamadı. Katledilmesinden 7 yıl sonra başlatılan soruşturma, sonrasındaki “Umut Davası” gerçeğin ortaya çıkmasını sağlamadı. Ama Mumcu’nun nasıl bir siyasi iklimde katledildiğini biliyoruz. Onu evinin önünde kalleşçe vuran katliamcı geleneği tanıyoruz.

Tarihimizin derinliklerinden gelen devletin gayrı resmi yöntemlerle iş görme geleneği 2. Dünya Savaşı sonrası ABD öncülüğünde hızla profesyonelleşen bir kontrgerilla aygıtına dönüştü. Bu aygıtın açıktan ya da gizli biçimlerde sola karşı savaştığı, cinayetler işlediği, katliamlar tertiplediği herkesin malumu. Bu savaş yalnızca bizim ülkemizde değil Avrupa dâhil dünyanın her bir yerinde yürütüldü. 1990’lara gelindiğinde Sovyetlerin yıkılışının ardından ülkelerin pek çoğu kontrgerilla yapılanmalarını büyük oranda tasfiye ettiler. Yalnız ülkemizi bu ülkelerden ayıran özel bir durum vardı ve böyle bir dönüşüm yaşanmadı. Aksine “Kirli Savaş” süreci kontrgerilla yapılanmalarının daha da genişlemesini ve profesyonelleşmesini beraberinde getirdi. Bunun yanı sıra 1990’lara gelindiğinde laiklik-şeriatçılık artık bir çatışma düzlemindeydi. Kısacık bir zaman diliminde Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Bahriye Üçok öldürüldü. Cinayetler bugüne kadar aydınlatılmadı. Katliamların failleri olarak İran istihbaratı, CIA, MOSSAD işaret edildi ama ülkemizdeki kirli ellerin, kontrgerillanın cinayetlerde parmağının olmadığı düşünülemez.

AYDINLATMAYA DEVAM EDİYOR

Uğur Mumcu mutlak bir fikir özgürlüğünü, demokrasiyi savundu. Ülkeye dair her fikir konuşulabilmeliydi. Gerçekler açığa çıkartılmalıydı, gazeteci mutlaka araştırarak, belgeleriyle gerçeği ortaya koymalıydı. Mafyanın cirit attığı, aydınların katledildiği, tarikatların palazlandığı bir dönemde düşman edinmesi hiç zor değildi. Katledilmesinin ardından bazı dinci örgütlerin cinayeti hemen üstlenmesi Mumcu’ya karşı körüklenen düşmanlığın sonuçlarını hanelerine yazma girişimiydi. Geçtiğimiz günlerde Akşener’in “mertçe işlenen siyasi cinayetler” çıkışı çok konuşuldu, aklıma aynı camianın pek sevdiği Ozan Arif’in Uğur Mumcuyu hedef alan, şiire benzeyen cümleleri geldi. Şöyle demiş zamanında: “Yedi nice ülkücünün etini / Buna rağmen oynatıyor atını / Daha hâlâ Uğur Mumcu itini / Yazdıran kuvveti bilmek istiyorum.”

Uğur Mumcu alın teriyle geçinen emekçilerin, demokrasiyi, özgürlüğü, eşitliği, laikliği savunanların dostuydu. 31 yıldır aramızda değil, ama ışığıyla hala aydınlatmaya devam ediyor. Hakikatin peşinde koşan gazeteciler her şeye rağmen onun izinden yürümeye devam ediyor. Bir gün mutlaka o tuğla çekilecek, duvar yıkılacak… Saygı ve sevgiyle…