Toplumcu-halkçı belediyecilik diye bir şeyden haberiniz var mı?

Çözüm elbette halkın birbiriyle aynı seçeneklere mahkum olmasının önüne geçmek. O yüzden çuvaldızı kendimize batıralım. Yani kabahatin çoğu bizim canım kardeşim!

An itibariyle “seçim sath-ı mailine girdik” klişesiyle başlayan çok fazla yazı okumamız gerekirdi. Mahallerden başlayarak ilçelere, şehirlere ve büyükşehirlere uzanan heyecanlı, renkli kampanyalar, enteresan adaylar henüz meydanda yok. “Yerel seçim çoktandır genel seçim gibi” diyeceksiniz, haklısınız. En son 2019 yerel seçimleri de böyle olmuştu. Hemen hemen her yerde insanlar genel seçimlerle aynı saiklerle oy verdiler. Henüz genel seçim havasında bir yerel seçim olacağına dair de emare yok. İlerleyen günlerde seçim gündemi biraz daha ısınacaktır.

Memleketimiz seçim yorgunu... Senelerdir her bir sorunun çözümünü için sandığı işaret eden siyaset anlayışının bu yorgunlukta payı büyük. Oysa seçimlerin yapılıyor olması (nasıl yapıldığı da ortada) demokrasinin yalnızca bir özelliği. Demokrasiden söz ediyorsak örgütlenmek, grev yapmak, meydanlara çıkmak, protesto etmek ve iktidarı engelleme hakkına sahip olmak da vazgeçilemez şartlar.

Şimdi Haziran seçimlerinin sonuçlarının yarattığı boğucu hava dağılmadan yeniden sandıkla yüz yüzeyiz. AKP’nin belediyecilik anlayışına karşı halkın çıkarlarını savunan bir belediyecilik anlayışının somutlaşmış bir örneğini görebiliyor muyuz? Mart ayındaki yerel seçimlere giderken istisnalar dışında örnek gösterebileceğimiz yerel yönetim deneyimleri var mı? Ya da öne çıkan bir program, vaat, slogan? Oysa ülkemiz tarihinde bugünün yerel yönetimlerine ışık tutabilecek örnekler var.

70’LERDEKİ TOPLUMCU-HALKÇI BELEDİYE BAŞKANLARI

Ankara deyince Vedat Dalokay mutlaka hatırlanmalı. Dalokay, 1973 yerel seçimlerini kazanır kazanmaz şehircilik açısından köklü değişikliklere girişir. Trafiği düzene sokmak için yaptığı kavşaklarla “Göbekçi Dalokay” lakabını kazanır. Atatürk Bulvarını genişletmek için ABD büyükelçiliğinin duvarı yıkılır, kriz çıkınca "yanlışlıkla oldu" denir. Duvar tekrar yapılır ama iki metre geriden. Böylece yol genişletilmiş olur. Melih Gökçek’in düşman olduğu, ama hafızalardan silemediği Hitit Güneşi Anıtı, Lozan Meydanı, Altınpark, Abdi İpekçi, Kuğulu ve Seğmenler Parkları onun döneminde yapılır. Dalokay, gecekondu meselesinden ulaşıma, su sorununa kadar halkın temel haklarını koruyan pek çok adımın mimarıdır. Bütün bunları rahat bir çalışma ortamında, hükümetle işbirliği içinde yapmaz. Aksine her adımı Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti tarafından engellenmeye çalışılır. Vali hemen her projeyi iptal ettirmek için Danıştay’a başvurur. 1975 yılında MC hükümeti ekonomik olarak da belediyeyi baskı altına alır, işçilerin maaşlarını ödenemez. Dalokay Demirel’in arabasının önüne geçer, sorunun çözülmesini ister. Çözülmez, bunun üzerine üç günlük açlık grevine başlar hükümet geri adım atar, işçilerin maaşları ödenir. 1976 yılında belediye işçileri grevdedir ve Dalokay grevi destekler ve bu yüzden görevden alınır. “Yasa dışı, anayasa dışı bir yazı üzerine, işi bırakıp gidersem anayasa suçu işlemiş olurum” diyerek belediyeyi terk etmez. 1975 yılında 5 ETA’lının İspanyol faşist iktidarı tarafından idam edilmesi üzerine İspanya Büyükelçiliğine su, gaz, elektrik verilmez, çöpleri alınmaz. Dalokay “özgürlük uğruna hayatlarını kaybeden beş gencin anısına duyduğum saygıyla” diye bitirdiği açıklamasında yapılanları üstlenir.

Geçelim Adana’ya. Başarılı bir hukukçu olan Ege Bağatur 1973 seçimlerinde büyük oy farkıyla başkan seçilir. İnönü Parkı mafya tarafından işgal edilmiş her tarafına, lokanta, kafe, dükkân yapılmıştır. Herkes çekinmiş, devlet göz yummuştur ama Bağatur kararlıdır. “Burası benim, seni vururum” diyen mafyaya boyun eğmez, “işgalcisin, halkın parkı senin işyerin olamaz” der. 1975 yılında Belediye Meclis toplantısında parkın boşaltılma kararı alınır ve o esnada salonda bulunan “Asfalt Rıza” lakaplı mafya silahıyla, meclisi yöneten başkan Ege Bağatur’a defalarca ateş eder. Bağatur ağır yaralanır, ölümün kıyısından döner. Başkanlık yaptığı dönemde ise duruşundan hiç taviz vermez. Bağatur kamunun çıkarını canı pahasına korumuş bir belediye başkanı olarak tarihteki onurlu yerini alır.

Aynı dönemin bir başka örneği Marmara’nın körfezinde, İzmit’tedir. Erol Köse İzmit’in doğusunda ve batısında 150 bin insanın yaşayabileceği, 30 bin konut yapılmaya uygun arazileri kamulaştırmak ister. Fikir onlarca toplantıyla halka anlatılır, konutları alacaklar kooperatif örgütlenmesiyle bir araya gelecek ve sürecin tamamında söz sahibi olacaktır. Proje merkezi iktidarın engelleriyle gerçekleştirilemez. Ama Köse “ezenin karşısında, yoksulları, ezilip sömürülenleri korumak amacıyla bu yola çıkmaya karar verdik” diyordur. Gecekondu alanları bu dönem düzenlenir, insanca yaşanacak hale getirilir. Kamu kaynaklarının çarçur edilmemesi için sıkı bir politika yürütülür. Belediye pek çok işi kendisi yapar ve maliyeti düşürür. İzmit Belediyesi kentin su sorununu 45km uzaklıktaki Keltepe Dağları’ndan su getirterek çözer. Aynı şekilde İzmit’in elektrik sorunu da hızlı şekilde çözülür. Köse, İzmit Koyu’nun çevresinde tüm alanları kamulaştırmış, buraların yağmalanmasının önüne geçmiştir. Toplu ulaşımda atılan adımlar ise ülkemiz tarihinin kamusal ulaşım meselesine dair en önemli örnekleri arasındadır. 1976 yılında İzmit’te ekmek fırınlarının ekmeğe yaptığı zamma karşı belediye, halkı korumak için fırınlarla kavgaya girişir. Belediyenin konuyla ilgili soruşturma başlatmasına karşı fırıncılar ekmek üretmez. Belediye çevre il ve ilçelerden ekmek taşıyarak İzmit’i ekmeksiz bırakmaz ve un tekellerinin direnci kırılır ve fiyat düşürmek zorunda kalırlar.

1970’lerin hemen öncesinde 1968’de Çanakkale’de yerel siyaset açısından çok önemli bir kırılma yaşanır. Motor ustası Reşat Tabak şehrin “ileri gelenlerini”, “yüksek tahsillilerini” geride bırakarak CHP’nin adayı olmayı başarır. Değişim güçlü bir dalga halinde yaşanır, seçimin sonucunda Çanakkale artık Adalet Partisi’nin (AP) kalesi değildir. Tabak, seçim çalışmalarında bir senet hazırlar ve seçim sonrası yapacaklarının teminatını bu senetle verir. Bu daha önce hiç görülmemiş bir iştir. Başkanlığının ilk yılının faaliyet raporunu açıklarken, yerel gazetelerde de belediyenin bütçesini kamuoyuna sunar. Yerel yönetim çalışmaları kentin kamusal ihtiyaçlarına göre planlanır. Belediye gelirleri kısıtlıdır, çalışanların maaşlarının ödenmesinde zorlanılmaktadır. İşçi çıkarmak yerine başka çareler düşünülür. Tabak, önce iş insanı arkadaşlarından destek ister, işçilerine olan borcunu en azından bir süreliğine kapatır. Ama bu geçici çözümdür, belediye yatırımları bir süre durdurulur. Kiraya verilmek üzere, belirlenen bazı yerlere dükkânlar inşa edilir, kiraya verilen dükkânlarla gelirler artırılır, belediyenin kaynakları zorlanarak kamusal yatırımlar yapılır. Yalnız şehir merkezinde değil köylerde de elektrik, su, kanalizasyon gibi eksiklerin giderilmesi sağlanır. 1969 yılının sonlarına doğru Çanakkale halkına ucuz, sağlıklı ekmek sağlayabilmek için ekmek fabrikası açılmıştır. Bu adımı başka CHP’li belediyeler de örnek almış ve hayata geçirmiştir. 1973 yerel seçimlerini oylarını artırarak kazanır. Bu dönem “toplumcu belediyecilik” anlayışıyla hareket eden ve kendi aralarında da birlik kuran belediyeler halka ucuz ve sağlıklı gıda sağlamak için Tanzim Satış Mağazaları kurma kararı almışlar ve böyle bir mağaza Çanakkale’de de açılmıştır. Bu dönem belediye, Sosyal Yapı Kooperatifi’nin kurulmasına öncülük etmiş, hayata geçirilen sosyal konut projesiyle pek çok kişi uzun vadeli taksitlerle ev sahibi olmuştur.

Toplumcu belediyecilik, halkçı belediyecilik deyip Ahmet İsvan’ı anmamak olur mu? Seçilir seçilmez MC Hükümetinin baskısıyla karşılaşır. Kaynaklar kısıtlanır, atılan her adım engellerle karşılaşır. İsvan, siyasal tercihlerini gizlemeden belediyecilik yapar. O siyasi tercih belediyeciliği halk için, kamusal yarar için yapmaktır. Ulaşımda önceliği nitelikli, ucuz, kamusal bir ulaşım hakkıdır ve bu konuda çok ciddi adımlar atılır. 1977’de Halk ekmek fabrikasını kurarak, İstanbullulara ucuz, temiz, sağlıklı ekmeğe ulaşma imkanı sağlar. Herkes denize girebilsin diye sahilleri halka açar. Taksim’de Divan Otel’in arkasındaki parkı tellerle çeviren Koç’lara boyun eğmez, parkı halka kazandırır. Kamu malına çökmüş pek çok büyük sermaye sahibinden arazileri söküp alır. Halkın gecekondusunu yıkmaz, büyük şirketlerin yaptığı kaçak yapıları yıkar. Taksim Meydanı’nda bir gazinocuya ait kaçak yapıyı yıktığında söylediği sözler halkın kalbine, yöneticilerin kulaklarına küpe diye asılmalıdır: “Bugün yıkacağımız, sadece bir kaçak binadan ibaret değildir… Bu binayla birlikte paranın belediyemizde her kapıyı açabileceği görüşünü de yıkıyoruz.” İsvan 1976 ve 77, 1 Mayıslarının başarılı ve güzel geçmesi için taşın altına elini koyar, belediyenin bütün olanaklarını işçi sınıfının bayramı ve mücadele günü için seferber eder. 12 Eylül Faşizmi bu yüzden Ahmet İsvan’ı da hedefe koyar. DİSK Davası’nda yargılanır ve DİSK’ lilerle birlikte Kasım 1980’den Ocak 1983’e kadar hapiste kalır. Eşi Reha İsvan da Barış Derneği Davası'nda yargılananlardandır.

CHP dışından bir örnek verelim. 1979’da Fatsa’da Fikri Sönmez CHP, AP ve MSP’nin iki katı oy alarak bağımsız belediye başkanı olur. Kurulan Halk Komiteleriyle halkın sorunları doğrudan takip edilir, belediye çalışmaları denetlenir, temel ihtiyaç maddeleri halka adaletli şekilde dağıtılır. Sağcısı, solcusu herkes belediyenin çalışmalarının içindedir. “Dört yıl sürer” denilen çamurlu yollar imeceyle kısacık bir zamanda yapılır. İlçe altyapıya kavuşur, yazları artık sivrisinek yoktur. Karaborsaya, kumara, rüşvete, tefeciliğe, yolsuzluğa son verilir. Bütün bu güzel işlerin arkasından gerçekleştirilen Halk Şenliği ise filizlenen yepyeni, güzel bir hayatın simgesi gibidir. Bu yüzden egemenler Fatsa’yı hedefe koyar, Demirel 50 kişinin hayatını kaybettiği Çorum Katliamı sonrası sorulan sorulara “Çorum’u bırak Fatsa’ya bak” der. Daha 12 Eylül gelmeden Fatsa’ya dönük Nokta Operasyonu yapılır, Terzi Fikri ve pek kişi tutuklanır. Fikri Sönmez’in “Ben ne yaptıysam halkım için, halkımla beraber yaptım” sözleri bu güzel suçlara en güzel ifadelerle sahip çıkmanın ifadesidir.

BİR NEBZE FEYZ ALMAK MÜM DEĞİL Mİ?

1960’lar sonrasında Ecevit’inkiler dâhil CHP’nin kurduğu ya da içinde yer aldığı hükümetler başarılı olamadılar. Oysa 1973’le 77’le 77 arası CHP’li bazı belediye başkanları pek çok şey başardılar ama nedense bu başarılı örnekler yeterince öne çıkartılmaz, tartışılmaz. Acaba “bugün bunların yanına bile yaklaşamayız” diye mi düşünülüyor?

Kabul, bugünün Türkiye’sinde yerel yönetimleri halkın çıkarlarını savunan, halk için çalışan yerel iktidarlar haline getirmek hiç kolay değil. Yerel yönetimler neoliberalizmin piyasacılığının kıskacı altında. Bununla birlikte baskıyı sürekli artıran iktidar partisi kendisinden olmayanların başarısız olması için kayyum atamak dahil her şeyi yapıyor. Bu yüzden bazı belediyeleri kazanmak demek aynı zamanda çetin bir mücadeleye başlamak anlamına geliyor. 1970’li yılların koşullarının halkın yararına çalışan bir belediyecilik anlayışı için daha elverişliydi diyenler olabilir. Dönemin sol atmosferini düşündüğümüzde bu doğrudur da. Fakat “toplumcu belediyecilik” örneklerini yaratanların karşılaştıkları engeller ve baskılar hafife alınamaz. Yani “yapacağım” diye iş, “yürüyeceğim” diyene bugün de yol var.

Manzaramız an itibariyle yerel yönetim hususunda ne yazık ki aydınlık değil. Genel kurul sürecini “değişim” sloganıyla geçiren, köklü biçimde değişeceğini iddia eden CHP’nin değişim gündemleri arasında yerel yönetimler yok mu?

Özgür Özel Genel Başkan seçilmesinin ardından ilk ziyaretini Hatay’a yapmış ve son genel başkan olarak Hatay’ın kendisinin şahsi meselesi olduğunu söylemişti. Sonraki açıklamalarında Hatay’ın başkan konusundaki kararına uyum göstereceklerini ve mevcut yerel yönetimin kusurlarını örtmeyeceklerini söylemişti.

Bunları söyledikten sonra ne yapılması beklenir? Öncelikle yerel yönetimde kusur varsa mevcut başkan kesinlikle aday yapılmaz. “Hatay şahsi meselem” denilmişse CHP Genel Başkanı hep Hatay’la alakadar olacak, CHP Hatay için bütün imkanlarını seferber edecektir. Örneğin önümüzdeki dönem Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyükşehir belediyelerinin de aktif desteğiyle yıkılan şehir önümüzdeki dönem tekrar ayağa kaldırılacaktır. Hatay halkının bu beklentiler içinde olmasını anlayamıyor musunuz?

Fakat yaratılan havanın aksine aday olarak mevcut başkan belirlendi. Kırsaldan acayip oy alıyormuş, anketler böyle çıkmış. CHP’nin rekor oylar aldığı Defne, Samandağ, Arsuz gibi yerlerde ise anketçilere rastlayan yok. Demek ki buralarda yaşayan halkın oyu cepte görülüyor. Çok yanlış bir öngörü! Hiç mi iddianız, değiştirme niyetiniz, buraya bir nebze olsun can suyu verme amacınız yok. O zaman hiç olmazsa insanların yarasına tuz basmasaydınız.

Örneklere başka şehirler, başka adayları eklemek mümkün.

Kazanmak yalnızca partinizin adının o şehrin başkanlıklarıyla yan yana gelmesi değildir. Kazanmak AKP iktidarına karşı alternatif yaratmak, halkın çıkarlarını savunan yerel yönetim anlayışının adımlarını atmaktadır. Siyaset verili koşullara teslim olmak değil değiştirme iradesi göstermektir. Anket yapmak seçimler için yararlanılacak yöntemlerden biri olabilir, ama yalnızca biri.

Çözüm elbette halkın birbiriyle aynı seçeneklere mahkum olmasının önüne geçmek. O yüzden çuvaldızı kendimize batıralım. Yani kabahatin çoğu bizim canım kardeşim!