Irmağın başı: Namık Kemal

Namık Kemal eşitliğin, özgürlüğün mücadelesini verenlerin, yurtseverlerin, aydınların önemli köklerinden biridir. Aynı türleri tekrar eden edebiyatta dönüşümün kilit isimlerindendir. Roman, tiyatro, nesir onunla yeniden biçimlenir.

Bugünlerde tartışılan her meseleyi iktidar malum konuya bağlıyor, “yeni ve sivil bir anayasa” yapmak istediğini söylüyor. Bırakın yenisini, mevcut olanı bile tanımayanlar, iktidarlarının devamını sağlayacak büyük bir düzenlemeyi hedefliyor.

Bu topraklarda anayasaya dair tartışmaların, mücadelelerin kökleri en az 150 yıl öncesine dayanıyor. Anayasa yalnızca yazılı bir metin değil. İnsan hak ve hürriyetlerinin, işçi sınıfının kazanımlarının, halkların eşitliğinin tesisinin, kadın haklarına dair her bir hakkın anayasayla güvence altına alınması, insanlığın çok uzun zamandır süren temel mücadele konusu. Bütün bu mücadeleler yüzyıllar içinde değişerek, gelişerek, zaferler, kazanımlar elde ederek, zayıflayarak, yenilerek bugünlere geldi, insanlık tarihi için zengin bir miras oluşturdu.

Batılı çağdaşlarına nazaran anayasa, Osmanlı topraklarına hayli geç girdi. “İhtişamın” sonuna gelindiğinin anlaşılması epey uzun sürdü. 3. Selim’den başlayarak önce devletin sahipleri bir takım yeni düzenlemelerle kötü gidişi tersine çevirmeye çalıştı. Hemen ardından vaziyete çare arayan Osmanlı aydınları yeni bir dönemin kapılarını açtılar. 19. yüzyılda ortaya çıkan fikirlerin, yapılmaya çalışılan yeniliklerin biricik amacı ekseriyetle devleti kurtarmaktı. Bu gaye aydınların devletin gazabına uğramasına engel olmadı.

Nesnel tarihsel ilerleyişimize, aydınlanma ve mücadele tarihimize, fikir dünyamıza ilişkin geriye doğru gittiğimizde Namık Kemal’in çok önemli bir dönemeç olduğunu görürüz. Ününden şüphe yok, adını herkes duymuştur. Memleketin her yanında okullarda, mahallelerde, kültür merkezlerinde adına rastlıyoruz. Lisede edebiyat dersinde, üniversite sınavlarında mutlaka Namık Kemal vardır. “Batılı tarzda ilk roman”, “ilk tiyatro”, “şiir”, “gazetecilik”… Pek çok “yeni” onunla anılır.

Adı bu kadar çok bilinen bir tarihsel şahsiyet gerçekten yeterince tanınıyor mu? Edebiyattan tiyatroya, hukuktan gazeteciliğe, siyasetten eğitime, tercümeye kadar pek çok alanda kurucu bir görev üstlenmiş bir ismin ülkemiz tarihi açısından taşıdığı anlam yeterince anlaşılmış mı? 1840’ta doğan, 2 Aralık 1888’de henüz 48 yaşındayken hayatını kaybeden Namık Kemal’e dair küçük bir katkı yapmaya çalışalım.

KENDİNİ HIZLA YETİŞTİREN BİR AYDIN

Namık Kemal 21 Aralık 1840’da Tekirdağ’da doğdu. Babası II. Abdülhamid’in müneccimbaşısı Mustafa Asım Bey, çocukken ölen annesi Tekirdağ mutasarrıfı Abdüllatif Paşa’nın kızı Fatma Zehra Hanım’dır. Çocukluk hayatı daha çok dedesinin yanında geçti, dedesinin görev yeri değişiklikleriyle pek çok yer dolaştı. Bu yüzden eğitiminin büyük kısmı okuldan ziyade özel hocalarla sürdü.

Dedesinin görev yaptığı Kars döneminde fikir dünyası hızla gelişti. Burada tasavvuf ve edebiyat öğrendi, şiir okudu. Bu dönemde yaşanan Kırım Savaşı onu derinden etkiledi.

Abdüllatif Paşa 1855’te Sofya kaymakamlığına tayin edildi. Sofya’da Arapça, Farsça öğrendi, şiirde kendisini daha da geliştirdi. Namık Kemal’de aileden gelen Bektaşilik ve Mevleviliğin izleri hep görülecektir. Sofya’da genç yaşta Niş Kadısı Mustafa Ragıp Efendi’nin kızı Nesime Hanım ile evlendi. Bir buçuk yıl kaldıkları Sofya’dan ayrılırken Silistre’de savaş sürüyordu.

Namık Kemal’in memuriyet hayatı İstanbul’a döndükten kısa süre sonra başladı. Tercüme odasında işe başladığında henüz 17 yaşındaydı. Buradaki çalışma arkadaşlarıyla birlikte başkentin edebiyat çevresiyle tanıştı.

Şinasi’yle tanışması onun hayatında önemli bir dönüm noktasıdır. Namık Kemal, Tasvir-i Efkar’da başlangıçta fıkra yazdı ve haber tercümesi yaptı. Kısa süre sonra düz yazıya yöneldi, dilini sadeleştirdi ve dönemin deyişiyle “cemiyet davalarıyla” alakadar olmaya başladı. Montesquieu’den yaptığı tercüme oldukça önemlidir.

Şinasi Paris’e gidince Tasvir-i Efkâr’ı Namık Kemal çıkarmaya başladı. Bir süre sonra yazılarının konuları ağırlıkla sosyal meseleler oldu. Kadınların okutulması gerektiğini ilk kez o açıkça savundu. Bu tutumu bugünün değil o dönemin koşullarıyla düşünürsek ne kadar ilerici olduğunu görürüz. Yazılarında edebiyata dair yeni, zamanını aşan fikirler ortaya koymaya başladı. Günlük hayatla ilgili yaptığı röportaj “Ramazan Mektubu” “ilk” olarak kaydedilmesi gereken adımlardandır. Fakat yazıların siyasi içeriğinin ağırlığı günden güne arttı. Saray “şiddetli” yazılarından hayli gerildi, Kemal’i uyardı fakat o uyarılar karşısında cesurdu.

YENİ OSMANLILAR KURULUYOR, SÜRGÜNLER BAŞLIYOR

Namık Kemal çağının sorunlarına elde olan bilgi birikimiyle müdahale etmeye çalışan, radikal çözümler arayan bir aydındır. Benzer düşünen isimlerle birlikte İstanbul’da bir ormanlık alanda gizli bir örgüt kurdular. Örgütün adı İttifak-ı Hamiyet’ti; tarihe ise Yeni Osmanlılar adıyla geçeceklerdi. Devlet yönetiminde bir danışma meclisi açtırmak ve Kanuni Esasi ilan ettirmek gibi “mütevazı” hedefler için pek çok şeyi göze almak gerekiyordur. Yeni Osmanlılar fikir birliğine sahip bir yapı haline hiç gelemediler. Buna rağmen Osmanlının ilk canlı fikri zeminini onlar oluşturdular.

Örgüt kısa zamanda büyüdü, içinde pek çok devlet görevlisi ve bazı paşalar da vardı. Onlardan biri, Mustafa Fazıl Paşa bahsettiğimiz talepleri bir dilekçeyle padişaha sundu. Yeni Osmanlılar dilekçeyi çoğaltıp, İstanbul'da 50.000 adet dağıttı. Sonrasında, yasaklamalar, tutuklamalar ve sürgünler geldi. Namık Kemal’in yazması artık yasaktı, Erzurum’a vali yardımcısı olarak tayin edildi ama gitmedi. Ziya Paşa’yla birlikte 1867 tarihinde Fransa’ya kaçtı. Örgütün diğer isimleri de ülke dışına çıktılar.

Paris’te gazetecilikteki ustası Şinasi’den umduğu desteği bulamadı. Abdülaziz’in Fransa ziyareti nedeniyle de Paris’te kısa süre kalabildiler, Londra’ya geçtiler, Abdülaziz Londra’ya geçince tekrar Paris’e döndüler.

Namık Kemal’in yönetiminde çıkan Hürriyet gazetesi etrafında Babıali’ye karşı güçlü bir muhalefet örüldü. Namık Kemal keskin kalemiyle meşrutiyeti, hürriyeti savunuyordu. Gazetenin esas yazılarını Nâmık Kemal ve Ziya Paşa’nın kaleme alıyordu.

Namık Kemal’in şahsında da görebileceğimiz gibi dönemin aydını sarayın çok uzağından, sıradan halkın içinden çıkmamıştır. Bu nedenle sürgün ile iktidarda olma arasında çok kalın bir çizgi yoktur. Avrupa’daki Yeni Osmanlıları himaye eden Mustafa Fazıl Paşa’nın Babıali’den beklentilerinin gerçekleşme ihtimali ortaya çıkınca artık Yeni Osmanlılardan biri olarak görünmek istemedi, yollar ayrıldı. Yeni Osmanlıların çoğu ülkeye dönme yollarını aradı, Nâmık Kemal 1870’te İstanbul’a dönebildi.

Avrupa’da kaldığı dönemde Namık Kemal burada halkın yaşayışına dair gözlemler yaptı. Hukuk, ekonomi gibi alanlarda kendini yetiştirdi. Şiir, roman, tiyatro konusunda çalıştı, daha sonra vereceği eserler için Avrupa dönemi bir anlamda okul olur.

İSTANBUL’A DÖNÜŞ

Namık Kemal İstanbul’a dönmüştür ama yazı yazması yasaktır. İlk yıl ara sıra Diyojen’de imzasız fıkralar yazdı. Sadrazam Ali Paşa ölünce yazmaya başlayabildi. Baskıcı Abdülaziz iktidarında Yeni Osmanlıların bir kısmı devlet görevinde, taşrada hizmette yani her biri bir köşededir. Namık Kemal ve arkadaşları haber-mizah gazetesi İbret’i kiraladılar. 1872’de çıkmaya başlayan gazete haftada beş gün çıkıyor, Namık Kemal fikirlerini gazete aracılığıyla yayıyordu. Ancak İbret’in yayını kısa sürede durduruldu. Gazetenin ileri gelen yazarları taşrada memuriyete tayin edilerek İstanbul’dan uzaklaşırdı. Namık Kemal Gelibolu mutasarrıflığına tayin edildi.

Namık Kemal Gelibolu’da çok kısa süre kalabildi. Yolsuzlukların üzerine gitmesi bazı yerel eşrafı rahatsız etti. Hakkında yapılan şikayetlerle görevinden azledildi. Bu arada yazmaya devam ediyor, eleştiri yazıları da gazetelerde çıkıyordu.

Bu arada Namık Kemal’i Mithat Paşa’nın Gelibolu’ya göndermiş olması, “hürriyetçi paşa”nın imajına gölge düşürür. Bir değerlendirmeye göre de paşa Namık Kemal’in şehzade Murat’a yakın olarak bilinmesi nedeniyle bir komploya kurban gitmesini önlemiştir.

Gelibolu’dan İstanbul’a dönen Namık Kemal yeniden İbret’in başına geçti. Hükümete karşı kalemini sakınmadı ve gazete yine bir süreliğine kapatıldı. İbret’in kapalı kaldığı günlerde “Vatan yahud Silistre” adlı tiyatro oyununu yazdı. Batılı anlamda tiyatro da “vatan” kavramı da yenidir. Oyunun 1873 yılında Gedik Paşa Tiyatrosu’nda gerçekleştirilen ilk temsili tarihi açıdan önemlidir, salondan çıkan seyirci “Yaşasın vatan! Yaşasın Kemal! Yaşa vatanın Kemali!” diye yürür.

Oyunun yarattığı etki İbret’te de geniş yer buldu ve gazete bu kez tamamen kapatıldı. Namık Kemal ve gazetenin yazar kadrosunun ileri gelenleri gözaltına alındılar. Mahkemeye çıkartılmadan Sultan Abdülaziz’in “muzır neşriyat ve harekette bulunmak”la suçlayan fermanıyla aynı gün gemiyle sürgün yerlerine gitmek üzere yola çıkarıldılar. Sürgün gerekçesi aynı zamanda “Şehzade Murat’la irtibatlı olmalarıydı.”

MAGOSA ZİNDANI VE NAMIK KEMAL’İN EN VERİMLİ DÖNEMİ

Namık Kemal Magosa’da önce zindanda kaldı, daha sonra koşulları nispeten düzeltildi. Otuz sekiz ay süren sürgün hayatı Kemal’in en verimli dönemi oldu. Tiyatro eserlerinin pek çoğunu; ilk romanı İntibah’ı, Akif Bey’i, Gülnihal’i, Zavallı Çocuk’u ve Kara Bela’yı; tarih çalışması Celaleddin Harizmşah’ı ve daha pek çok eseri burada yazdı. İstanbul’u gazetelerle, mektuplarla takip etmeye çalıştı. Genç edebiyatçılara yol gösterdi. Sağlığı ise bu dönemde iyice bozuldu.

Magosa sürgünü, Abdülaziz’in tahttan inmesiyle son buldu. 1876’da 5. Murat tahta geçince çıkan afla o da serbest kaldı. İstanbul’a gelişinde onu kalabalık bir kitle karşıladı. Fakat uzunca zamandır meşrutiyetin ilanı için umut beslediği Murat akıl sağlığını kaybetmişti. V. Murad’ın yerine meşrutiyeti tesis edeceği vaadiyle II. Abdülhamid tahta çıkarıldı. Kemal, Şûrâ-yı Devlet üyeliğine getirildi, ardından Kanun-ı Esasi’yi hazırlamak için kurulmuş olan heyete dâhil edildi.

Kanun-ı Esasi’nin ilanına katılan hemen herkes bir süre sonra İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Abdülhamit’e ulaşan ihbar Namık Kemal’in tutuklanmasına sebep oldu. İki ay kadar süren sorgulamanın ardından cinayet mahkemesinde yargılandı. Mahkeme görevsizlik kararı vererek davadan çekildi, tutukluluğu devam eden Namık Kemal beş ay daha tutuklu kaldı. Ardından Akdeniz adalarından birinde oturması şartıyla serbest bırakıldı. 1877 yılında bu kez Midilli Adası’ndaydı.

Midilli’de yaşanan gelişmeleri takip etmeye, yazmaya devam etti. Osmanlı-Rus Savaşı’nın yarattığı yıkımın acısını derinden hissetti. Abdülhamit’i eleştiren yazılar yazdı. Adaya gelişinden iki buçuk yıl sonra, 1879’da Midilli’ye mutasarrıf tayin edildi. Bu dönem Abdülhamit kendisiyle çekinceli ama saygılı bir ilişki kurmaya çalıştı. 1884’te Rodos mutasarrıflığına atandı. Rodos’ta 12 cilt olarak tasarladığı Osmanlı Tarihi’ni yazmaya başladı.

Namık Kemal Akdeniz Adalarındaki mutasarrıflık yıllarında yaptığı pek çok çalışma saray tarafından takdirle karşılandı, çeşitli nişanlarla ödüllendirildi. Fakat Abdülhamit onu İstanbul’dan uzak tutmak konusunda ısrarcıydı. Kemal bu dönem yaptıklarıyla değerli, fikirleriyle tehlikelidir. Son yıllarında Osmanlı Tarihi’nin ilk cildinin basımı bir jurnal sebebiyle saray tarafından engellendi.

Rodos’ta düzelen sağlığı tayin edildiği Sakız Adası’nda tekrar bozuldu. 2 Aralık 1888’de henüz 48 yaşındayken hayatını kaybetti. Haber Osmanlı coğrafyasının her bir köşesinde büyük bir üzüntüye sebep oldu. Sakız’da defnedilen cenazesi vasiyeti üzerine daha sonra Gelibolu’ya nakledildi. Buradaki mezarın projesini 20 yaşındaki Tevfik Fikret çizdi.

NAMIK KEMAL’İN DEĞERİ

Namık Kemal’i elbette yaşadığı dönemin koşulları içerinde değerlendirmek gerekir. Onun çağında Osmanlı coğrafyasında sistematik düşünce yerleşmemiştir, okunacak çağdaş eserler oldukça azdır. Bu yüzden insanlığın yeni fikirleri dönüp dolaşılıp İslam’la uyumlu hale getirilmeye çalışılır. Batıdaki ilerleme örnek alınmalı ama kültürel olarak geleneklere sahip çıkılmalıdır. Namık Kemal bu fikri zeminle mesela Tanzimat’a karşı çıkmıştır. Çünkü yenilikler batıyla pazarlık sonucu yapılmaktadır, ona göre bu yanlıştır. Kimi kesimlerce “şeriatçı” olarak görülmek istenir. Hâlbuki o modernleşmeden, uluslaşmadan, meşrutiyetten, kadın haklarından yanadır. Bazı fikirlerinin çelişmesi, bazılarının eklektik olması dönemin fikri imkânlarının sınırlı olması hesaba katılarak değerlendirilmelidir.

Düşünsenize, o dönemin aydınlarının savundukları vatan, özgürlük, anayasa gibi konuları tartışacakları kavramların çoğu ana dillerinde yoktur, çoğu kendileri tarafından dilimize sokulur. Bu dönemin aydını için radikal değişikliklere öncülük edecek fikri güç ve maddi temel oldukça zayıftır. Batıda burjuvaların edindiği misyon bizde yönetici sınıf içinden çıkan aydınların bir bölümü tarafından üstlenilir.

Yeni Osmanlılar ve Namık Kemal için sosyalizmin, Marksizm’in bahsettiğimiz düşünce ikliminden kaynaklı anlaşılabilmesi oldukça güçtür. Buna rağmen Avrupa’yı derinden sarsan fikirlere karşı değillerdir. Yeni Osmanlılardan İstanbul’a dönmeyen bazı isimler Prusya orduları Paris’i kuşattığında kentin savunmasına katılmışlardır. Paris Komününden oldukça ürken saray ve çevresine karşı Namık Kemal İbret’te Komünü savunan yazılar yazar.

Yeni Osmanlılar “ilk” olmanın bütün dezavantajlarını taşırlar. Kendi aralarında fikir birliği sağlamaları çok güçtür. Buna rağmen var olan kalıpları kırmış bu coğrafyanın aydınlanma tarihini hızlandıran adımlar atmışlardır. Namık Kemal aynı zamanda hümanist kişiliğiyle, insan hakları savunuculuğunun ilk isimlerinden biri olmasıyla düşünülmelidir.

Namık Kemal eşitliğin, özgürlüğün mücadelesini verenlerin, yurtseverlerin, aydınların önemli köklerinden biridir. Aynı türleri tekrar eden edebiyatta dönüşümün kilit isimlerindendir. Roman, tiyatro, nesir onunla yeniden biçimlenir. Gazetecilik anlayışında çağdaş bir sıçrama yaratır, röportaj alanında ilk örneği ortaya koyar. O aynı zamanda dilde sadeleşmenin öncülerinden büyük bir şair, çevirmen, tarihçi, eleştirmen ve biyografi yazarıdır. Bu dalların her birinde bugün gelinen aşama çok daha ileri bir seviyededir. Dolayısıyla Namık Kemal’in eserleri çok kıymetli bir öncülükle ortaya çıkmış “acemilik” döneminin ürünleridir.

Namık Kemal’in anlamına dair Ahmet Hamdi Tanpınar’ın söyledikleriyle yazıyı bitireyim: “Onun hakiki canlılığını ve ehemmiyetini anlamak için düşünce hayatına bu eserlerle gözlerini açanların üzerinde bu eserin yaptığını düşünmek lâzımdır... Kim bilir ne ufuk açıcı bir darbe ne sersemletici bir aydınlıktı. Genç Abdülhak Hamit, genç Fikret, genç Hüseyin Cahit... ve bizden evvel gelen ve dün, bugün iş başında gördüğümüz her türlü meslekten birkaç nesil hep fazilet aşkını bu gür kaynaktan içtiler.”

KAYNAKLAR

Ahmet Hamdi Tanpınar, Namık Kemal Antolojisi, Tan Matbaası 1942

Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce cilt 1, Cumhuriyet'e Devreden Düşünce Mirası: Tanzimat ve Meşrutiyet'in Birikimi, İletişim Yay.

Bir Çağdaş Öncü Namık Kemal, Amaç Yay. 1988

Sürgünde Muhalefet: Namık Kemal’in Hürriyet Gazetesi 1-2 cilt, Vakıfbank Kültür Yay.

Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi cilt 6 , İletişim Yay.

Mithat Cemal Kuntay, Namık Kemal, Alfa Yay.

islamansiklopedisi.org.tr/namik-kemal