Türkiye’de Avrasyacılık Neden Yükselişte?

Prof. Özer Sencar, son dönemde Metropoll’ün dış politika tutumlarıyla ilgili verilerini paylaştı. Bu verilere göre Türkiye’de son yıllarada Avrasyacılık yükselişe geçmiş. Ayrıca dış politika kutuplaşma konusuna dönüşmüş.

Türkiye’de Avrasyacılık Neden Yükselişte? - Resim : 1

“Türkiye dış ilişkilerinde AB ve ABD’ye mi yoksa Rusya ve Çin’e mi öncelik vermelidir” şeklinde yöneltilen dış politika tercihi sorusuna verilen cevaplarda üç yıllık değişim oldukça dikkat çekici. 2020 Ocak’ta AB ve ABD’yi tercih edenler %34.3, Rusya ve Çin diyenler sadece %25.6 olarak ölçülmüş. 2021’de bu rakamlar sırasıyla %45.9 ve %27.6. 2021’e geldiğimizde ise sıralama değişiyor. AB-ABD diyenler (%37.5), Rusya-Çin diyenlerin gerisinde kalıyor (%39.4).

Ayrıca Joe Biden’ın 2020 Kasım’da ABD başkanı seçilmesinden sonra uluslararası siyasetin hareketlenmesine paralel olarak Türkiye kamuoyunda da dış politikaya ilginin arttığı gözlemleniyor. 2020 Ocak’ta %40.2’lik geniş bir kesim tercih belirtmezken, son 2 yılda bu oran %20-25 aralığına gerilemiş.

Türkiye’de Avrasyacılık Neden Yükselişte? - Resim : 2

ABD-AB tercihinde bulunanlar muhalefet partilerinde önde olsa da sadece Cumhur İttifakı’na en muhalif parti olan HDP’de %50’yi aşıyor. CHP ve İYİ Parti’de Rusya-Çin diyenlerin oranı Batı ülkelerini tercih edenlere yaklaşıyor. İktidar cephesinde ise Rusya-Çin tercihi belirginleşiyor. Özellikle AK Parti seçmenlerinde Rusya ve Çin diyenler, AB-ABD diyenlerin neredeyse 2 katı (%49.4 - %27.1). Biden-Erdoğan gerginliğinin iktidar partisi seçmenlerine yansıdığını söylemek mümkün.

EKSEN KAYMASI

NATO ve Avrupa Konseyi üyesi olarak Türkiye kamuoyunda Batı ülkelerinin otoriter Avrasya ülkelerinin gerisinde kalması dikkatle analiz edilmesi gereken bir bulgu. Bu bulgu iktidarın 2010’lara Türkiye’yi soktuğu eksen kayması süreciyle yakından ilişkili görünüyor.

2008 krizi sonrasında küresel piyasalarda hakim olan piyasa ekonomisi ve global yönetim normuna dönüşen liberal demokrasi aşındı. Batı ülkelerinin ekonomik kriz ve sosyal eşitsizliğe çare üretememesi bir yandan sistem karşıtı popülist parti ve liderlerin yükselişine zemin hazırlarken, diğer yandan Rusya ve Çin tarafından temsil edilen Avrasyacı otoriter devlet kapitalizmi modelinin etki alanının genişlemesine yol açtı.

2010’lu yıllarda, Batı ülkelerinin periferisinde, yani çevresinde kalan Türkiye, Polonya, Macaristan gibi ülkeler serbest piyasa ekonomisi ve liberal demokrasi normlarından hızla uzaklaşmaya bağladılar. Bu normlar yöneticilerin ülkelerini ekonomi ve siyasette şeffaflık, hesap verilebilirlik ve yönetişim-yetki paylaşımı ilkeleri doğrultusunda idare etmelerine zorluyordu.

Seçimle gelen yöneticilerin yetkilerin kısıtlı ve denetlenebilir kılan bu normların küresel gücü zayıflayınca, bu ülkeler yetkinin yasama ve yargıdan çok yürütmede toplandığı otoriter yönetim biçimine hızla yöneldiler. Ülkelerini demokrasiden sandıktan meşruiyet aldıkları otoriterlik rejimlerine sürüklediler.

OTORİTERİZMİN İHRACI

Öte yandan Rusya’nın agresifliğe dayalı şekilde artan uluslararası gücü ve Çin’in küresel ekonomide giderek yükselen payı ve iki ülkenin de ABD ve AB’yi zorlayan pozisyonlar elde etmesi bu ülkelerin otoriter yönetim biçimlerini ihraç etmelerini kolaylaştırdı.

Rusya’nın emperyalist arzularını sergilemeye imkan veren askeri kapasitesi ve Çin’in Batı ülkeleri hariç geriye kalan tüm ülkelerin ana ticaret partneri olacak seviyede genişleyen ekonomik ilişkileri ve uluslararası yatırımları, Türkiye gibi bölgesel güç olma heveslisi hırslı iktidarlara sahip ülkeler için cazip gelişmeler oldu.

Eşzamanlı olarak ABD ve AB’nin Ukrayna krizi, Arap baharı sonrasında Suriye, Libya ve Yemen’de yetersiz kalması ve 10 milyonu aşkın Orta Doğu kökenli insanın yer değiştirmesiyle sonuçlanan büyük göç akınını engelleyememesi de Batı modelinin kredibilitesini giderek azalttı. Batı ülkeleri pandemide de örnek alınacak seviyede güçlü bir reaksiyon veremedi.

BATI İLE AŞINAN BAĞLAR

Türkiye özeline dönecek olursak, Erdoğan’ın 2010’ların başlarında Şangay Beşlisi’ne üye olmak isteyecek kadar yeni alternatif arayışına girme heveslisi olduğunu görüyoruz. “Dünya 5’ten büyüktür” diyen Erdoğan, AB ve ABD’nin kaldıraç etkisinin azalmasıyla kendine iç ve dış politikada fırsat alanları buldu ve bu alanlara zaman geçtikçe yenilerini ekledi.

Gezi, 17-25 Aralık ve Çözüm sürecinin sona ermesi ile ABD ve AB ile bağlar aşınırken, Suriye İç Savaşı’na Rusya’nın dahil olması, Rus uçağının düşürülmesi ve 15 Temmuz başarısız darbe girişimi sonrasında TSK’nın fiilen kara gücüyle Suriye’de PYD’ye karşı savaşa dahil olması Türkiye’yi zorunlu olarak Rusya ile yakınlaştırdı. S-400 alımı, Türk Akımı ve nükleer santral projeleri Türkiye-Rusya ilişkilerini Rusya lehine asimetrik hale getirirken, bu değişim Türkiye’nin NATO bünyesindeki pozisyonuna ve Türkiye-ABD ilişkilerine zarar verdi.

Türkiye-Rusya arasındaki hızlı yakınlaşmadan kaynaklı zararın etkisi Trump döneminde doğrudan hissedilmezken, Biden döneminde gerginlik yükseldi. Nitekim kamuoyunda da Avrasyacılığın Biden-Erdoğan gerilimi sonrasında arttığı, iktidarı temsil eden AK Parti ve MHP’nin seçmenlerinde muhalefetten farklı olarak Rusya ve Çin tercihinin ilk sırada geldiği gözlemleniyor.

Sonuç olarak Cumhur İttifakı rejimi ve Erdoğan idaresinde Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşması ve Avrasyacı otoriter modele kaymasının, Biden döneminde artan gerginlikle birlikte Türkiye kamuoyunda ve özellikle Cumhur seçmeninde Rusya-Çin aksı lehine bir etki yarattığı görülüyor. Fakat hikaye tek taraflı değil. Batı ülkelerinin büyük krizlerde yetersiz kalması ve göçmen krizinde Türkiye’yi yalnız bırakması da Türkiye kamuoyunda Batı’nın itibarını düşürüyor.

Etiketler
Türkiye