Bir çift sözümüz var…

Son 10 yılda cezaevlerinden firar eden 15 mahkûm eşini, sevgilisini, ya da bir akrabasını öldürmüş. Tam da burada şu soruyu sormaktan kendimi alamıyorum....

Son 10 yılda cezaevlerinden firar eden 15 mahkûm eşini, sevgilisini, ya da bir akrabasını öldürmüş. Tam da burada şu soruyu sormaktan kendimi alamıyorum. Bırakınız çözüm olmayı pansuman bile olamayanlara, ülkenin kadınları- anneleri olarak bir çift sözümüz olmasın mı?

Bin lira ve altında maaş alan kişi sayısı 847 bin, 675 lira ve altında geliri olan kişi sayısı 8 milyon 700 bin, açlık sınırında yaşayan kişi sayısı 16 milyon iken! Yoksulluk sınırında yaşayan kişi sayısı 48 milyon, işsiz sayısı 8 milyon ve ülkemiz asgari ücret gerçeğinde Avrupa’nın en kötü 4 ülkesinden biri iken! 2020 bütçesinde CB’na ayrılan ödeneğin 3.6 milyar dolar olması karşısında ülkede her şeyi belirleyenlere ülkenin yurttaşları olarak sık sık asgari ücreti hatırlatmayalım mı?

Bilmem söylemeye gerek var mı ama insanların yüzlerindeki umutsuzluk, bakışlarındaki burukluk görülmeyecek, hissedilmeyecek gibi değilken dilimizin ucuna gelenleri söyleyemesek de, aklımızın ucuna takılanları söylemeyelim mi?

Ülkenin iyi yetişmiş insanlarının ortaya attıkları yaratıcı fikirleri, beyin göçünün hızını, kendi gibi kibar ses tonlarıyla konuşurken büyüleyen cumhuriyet kuşağının anlattıklarını paylaşmayalım mı?

Yüzünden önce gülen gözleriyle yaraları sarıp sarmalayanları, yalnızlığı giderenleri, “Hadi gel dertleşelim!” dediğinizde; “Gelmem!” “Niye?” “benim derdim yok ki!” diye sizi güldüren ve ağzını açınca da susmayanları anmayalım mı?

Bakışlarıyla çektiklerini anlatanları, iklimin ayaza döndüğü bir ortamda, “ülkede hava açarsa bizde güneşler açar” diyenleri, şaşırtmaktan çoktan vazgeçen duruşlarıyla; “Anlatması yaşamaktan zor geliyor diyenlerin sözlerini dile getirmeyelim mi?

Yaratıcılıkları karşısında şapka çıkardıklarımızı, bir bakışıyla, içten dokunuşuyla, iki gönül alan sözüyle yüreği lunaparka, oyuncaklı bayram yerine döndürenleri bir kalemde silmek yerine onları görmenin mutluğuyla yüzümüze yayılan sevinci göstermeye çalışmayalım mı?

Sözleri derin izler bırakanları yüreğimizden silip atmak yerine hınzır hınzır gülümseyerek yüzümüzde açan binlerce gülle onları selamlamayalım mı?

“Biz artık yaşlandık!” diye yakınanları yaşanacak sonları belli olsa da tanıklık etmenin acısını hissettirmeden, göze batmayan ama biçim değiştiren cevaplar vererek, teselli etmeyelim mi?

Finlandiya’daki genç soluktan umutlanarak görev başındaki en genç başbakan olan 34 yaşındaki Sanna Marın ve koalisyondaki 5 partinin birbirinden genç ve güzel 5 kadın lideriyle, darısı başımıza diyerek gurur duymayalım mı?

Bunca sorudan sonra yazıya noktayı Özdemir Asaf’ın “Kadını dünyaya sığdıramadılar” şiiriyle koyalım;

“Küçücük bir odaya bir sürü eşyayı/ Minicik kavanozlara renk renk reçelleri/ Bir su bardağına denizi/ Kol çantasına eczaneyi, bijuteriyi, aile resimlerini/ Bir ruhuna geceyi sığdırır…

Bir elbiseye anıyı, bir şarkıya hıçkırıklarını/ Bir bakışa aşkını, bir dokunuşa şefkati/ Bir yürüyüşe umursamazlığı, bir dudak büküşe dayanılmazlığı, bir gülüşe unutulmazlığı/ Bir sigaraya efkârını, bir kahveye sırlarını, bir susuşa çığlıklarını…

Bir erkeği bir ömür kalbine sığdırır, bir bebeği karnına ve tüm hayatına/ Kadın isterse her şeyi sığdırır da bir kendi sığmaz, sığdırılamaz nedense şu koca dünyaya…”

Kadını ve kaderini nasıl da güzel anlatmış değil mi?