Güç

Tüm bunların ışığında, gücü genel olarak, bir şey yapma veya olma kabiliyeti olarak tanımlayabiliriz. Bu kabiliyeti kullananlar diğerlerine üstünlük kurabilirler. Bunu da insanları etkileyerek ve herkesin ya da çoğunluğun kabul ettiği bir otoriteye sahip olarak yaparlar.

Lafı dolandırmadan yazmak için hemen konuya giriyorum:

Güç öyle bir kavram ki hemen her dilde bunun tanımını yapacak beş – on kelime bulunur. Örneğin Türkçe’de, bir işin zorluğunu belirtmek için, kuvveti tanımlamak için, hükümranlığı, iktidarı, erki, otoriteyi, hakimiyeti, üstünlüğü, etkiyi, nüfuzu, baskıyı, hegemonyayı, şiddeti, iknayı, kabiliyeti ve bunlar gibi kavramları anlatmak için kullanırız. Bir şey onurunuza dokunursa, gücünüze gider. Çoğumuz işimize, gücümüze bakarız. Dilimize bu kadar pelesenk olmuş bu sözcük bize ne ifade eder? Burada Nietzsche’nin ne dediğine bakmak lazım. Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabından bir alıntı: “Nerede canlı gördümse ben, orada kudret iradesi gördüm; uşağın iradesinde bile efendi olma iradesi gördüm… Ve küçük nasıl baş eğerse büyüğe, en küçüğün tepesinde keyif sürebilip hükmedebilsin diye, en küçük de öyle baş eğer ve tehlikeye hayatını kudret uğruna."[1]

Nietzsche’ye göre insanın hayattaki amacı güce erişmektir. Güce ulaşmış kişiler için üst-insan tanımını da koyar. Üst-insana göre diğer insanlar gülünecek, acınacak ve utanılacak mahluklardır. Nietzsche’nin bu yaklaşımına Weber’in sosyal güç tanımını ekleyebiliriz. Ona göre güç, bir insanın etrafını ve toplumu etkileyebilme ve kendi iradesini dayatma yeteneğidir.

Marksist yaklaşım gücü daha çok iktidar kavramıyla birleştirir ama ortada bir soru vardır: Güç, eğer bir başkalarına oranla üstün olma durumuysa, eşitlikten bahseden bir ideolojinin iktidara gelerek yani gücü eline geçirerek nasıl yayacağı? Buna Marksizmin nasıl bir açıklama getirdiği ise ayrı bir yazı konusudur.

Tüm bunların üstüne Michel Foucault’nun gücün her yerde olduğu fikrini koyabiliriz. Gücün kendisi de güçlerin birleşimidir, der. Yani güç bir iktidar kavramıyla açıklanamaz. Foucault, aynı zamanda biyo-güç kavramını ortaya atmıştır. Biyo-güç, modern devletlerin nüfusu kontrol etmek için kullandıkları bir uygulamadır. Modern iktidar, bu uygulamayı toplumsal yaşama ve insan davranışlarına işler. Halk, iktidarın dayattığı düzenlemeleri yavaş yavaş kabul eder ve beklentilerini de ona göre belirler.

Tüm bunların ışığında, gücü genel olarak, bir şey yapma veya olma kabiliyeti olarak tanımlayabiliriz. Bu kabiliyeti kullananlar diğerlerine üstünlük kurabilirler. Bunu da insanları etkileyerek ve herkesin ya da çoğunluğun kabul ettiği bir otoriteye sahip olarak yaparlar.

Para, silah, ordu gibi şeyler gücün kendisi değildir. Bunları kullanarak güce ulaşılabilir ya da var olan eldeki güç kullanılabilir. Güç kavramı bunların üstünde yer alır.

MEDYA

Peki, dünyadaki en büyük güç kim? Medya patronları olabilir mi? Unutmayalım ki gücü kullanmak ve artırmak için herkes medyayı kullanır. Medya olmasa birilerinin gücünden haberimiz bile olmaz. Kendi kendilerine vücut geliştiren ve fakat evinden çıkmayan birini düşünün. Unutmayın, gücün peşinden koşanlar bunu kullanmak için bunca çabaya girer. Şimdi diyeceksiniz ki medya da başka lobilerden gelecek paraya bakıyor. Doğru. Reklam verenler olmasa medya hiçbir şey. Öte yandan, hiçbir medya organı senin reklamını yapmaz ve haberini vermezse, yani kısacası seni yok sayarsa, sen de yaptıklarını, sattıklarını halka ulaştıramazsın. Sadece eş, dost, akrabaya satarsın.

Burada medya derken bizimle yazılı ve görsel iletişime geçen her türlü mecradan bahsediyorum. Hâkim güç medyayı kullanır. Bu sayede medya başlı başına bir güç olur. Para silahı alır ve silahla para alınabilir. Rüşvet vererek başkan olabilirsiniz ve olunca etrafınızdan rüşvet toplarsınız. Kitleleri etkileme gücünüz vardır. Bununla üne ve paraya ulaşırsınız. Para ve şöhreti elinizde tutmak için medya gibi, daha çok parası olanlar gibi diğer güçlere hizmet edersiniz. Burada söylemeye çalıştığım şey, gücün bir elde veya bir yerde toplanmadığı. Foucault da bunu belirtiyor. Güç her yerde ve her ilişkide mevcut. Arkadaşlık, evlilik, çalışma hayatı, sosyal çevre, ülkeler arası ilişkilerde hep ama hep bir güç ilişkisi vardır. İster bilek gücü ister paranın gücü ister etki gücü, isterse cinsel güç olsun, maddi ve manevi ilişkilerde her zaman güç vardır. Bu güç el değiştirebilir. Kimi zaman yaşamın farklı alanlarında güçlüler başkalarının gücüne hürmet eder. Gücün sabit olmadığını bildikleri için, güce sahip olanlar bunu korumak adına her şeyi yaparlar.

İNANCIN GÜCÜ

Baktınız güce ulaşamıyorsunuz veya elinizdeki güç size yetmiyor. Gücü elinde tutanların hükümranlığından kurtulamıyorsunuz ve bu sizi mutsuz ediyor. Bu durumda ne yaparsınız? Gücü kuvvet kullanarak elde etmeye çalışabilirsiniz, değil mi? Çünkü, size göre ortada bir haksızlık var ve adalet istiyorsunuz. Ben de size gelip “Gerçek hayat burada değil öbür dünyada. Tüm bunları yöneten bir mutlak güç var. O tüm güçlerin üstünde ve adil. Sen bunlarla kavga etme. Eninde sonunda hak yerini bulacak ve o mutlak güç herkese hakkettiğini bağışlayacak. Tek yapman gereken onun emirlerini yerine getirmen ve onun elçilerinin dediğinden çıkmaman. Bak burada her şey yazıyor. Okumana bile gerek yok, her köşede bunu bilen ve ne yapman gerektiğini anlatacak bir kurum var. Yalnız değilsin.” desem, güç odaklarına yapılacak baskıyı azaltabilir miyim? Mutlak güç inancıyla toplumun inanan kesimini avutabilir miyim? Bu konuda kitleleri ikna edebilme yeteneğim varsa güç sahipleri beni desteklemez mi? İkna edebildiğim kitle büyüdükçe ben de güçlenmez miyim? Evet, hepsine evet. Kısacası, inancın gücü var ve uzunca bir süre birçok ibadethanede satışa sunuldu. (Burada kendi öz iradesiyle karar veren kitleyi bunun dışında tutuyorum.)

Bakın, size güçle ilgili bir örnek vereyim. Vatansever ve dinine bağlı genç bir delikanlı ülkesine karşı bir saldırı olduğunu öğreniyor. Öğrendiğine göre saldıran ülke ait olduğu dinin ibadethanelerini de ateşe vermiş. Bu genç, ülke sevgisinin ve inancının gücüyle savaşa katılıyor ve bileğinin gücüyle birçok düşmanı öldürüyor. Ne yazık ki sonunda o da ölüyor. Şimdi buradan bir adım geriye çekilip olaya daha geniş bir açıdan bakalım. Uzun süredir barış hüküm sürdüğünden silah sanayisinde sıkıntılar baş göstermiştir. Bunun çözümü de bir savaş çıkmasıdır. Silah sanayisinin patronları medya patronlarına gider ve ortalığı germeleri için haber yapmalarını ister. İşin içinde büyük para ve birtakım tavizler olduğu için medya patronları ortamı gerer. Arada elektrik kaçağından yanmış bir ibadethanenin görüntülerini yayınlar ve imalı bir haber daha yapar. Bu esnada her iki ülkenin politikacılarına da baskı yapılmaya başlanır. Hamasi söylemler başlar. İlla birisi “Kimse bizim sabrımızı sınamasın” der. Din adamları devreye sokulup “Din elden gidiyor!” feryatları yayılır. Aynı esnada uluslararası borsalarda savaşa giren ülkelerdeki şirketlerin hisse değerleri hızla düşer. Değerleri düşen hisseleri birileri toplar. Karlılık durumuna göre süresi belirlenen savaş biter ve tekrar barış olur. Politikacılar el sıkışır ve prestijlerini tekrar kazanır. Sanayiciler paralarını sayarlar. Medya izlenme oranından ve sanayicilerden kopardıklarından memnundur. Din adamlarının öneminin ve dinin en yüce duygu olduğunun altı bir daha çizilir. Ölen delikanlının cenazesi henüz kalkmamışken, hisseler tekrar yükselir ve o hisseleri toplayanlar bu oyunda emeği geçen herkese harçlıklarını dağıtır. Burada güç kimde? Güç, bütün güçlerin ortaklığından doğan sistemde. Sistem nerde? Sistem her yerde.

NİHAİ GÜÇ

Öte yandan güce ulaşmanın veya gücü korumanın kısa yolları da vardır. Örneğin, yasama, medya ve finans dünyası güce giden hızlı otobanlardır. Otorite ve yaptırım gücü, etkileme ve ikna gücü, para ve satın alma gücü. Hemen ardından konvansiyonel yollar gelir. Tütün ve uyuşturucu ticareti, yargı ve silah.

Bu gizli bir bilgi olmadığı için gücü önceleyen herkes buralarda çalışmak ister. İster istemesine de buralarda başarılı olmak ve yükselmek pek de kolay değildir. Üstelik sizden önce gelen ve elindeki gücü paylaşmaya niyeti olmayanlarla ciddi bir rekabete girmeniz gerekir. Kısacası, iş ortamı berbat ve sinir bozucudur. Ben özellikle bir sektörü veya bir alanı atladım. Sona sakladım. Bakalım bulabilecek misiniz? Hayır politika değil, teknoloji.

Teknolojinin çoğu zaman egemenlerin hizmetinde olduğu ve paraya ihtiyaç duyduğu bir gerçek ama teknolojiyi yaratan şeyin tamamen özgür olduğunu söyleyebilirim: Bilgi. Siz eğer bilgiliyseniz ve bu bilgiye karşınızdakinin veya toplumun veya dünyanın ihtiyacı varsa ve sizden başka bu bilgiye sahip kimse yoksa, yoksa demeyelim de o kimselere ulaşılamıyorsa, güç sizde demektir. Bu güçle savaşılamaz. Ancak idare edilebilir veya onunla anlaşma yapılabilir.

Gücün şekli, uygulanış tarzı, modası, sembolleri, yolları değişebilir ama değişmeyen üç şey vardır. Bilginin gücü her zaman en üstün güç olmuştur. Mutlaka öğrenmeli, okumalı, araştırmalı. Bu birincisi. İkincisi, manevi güç için kendinizden başka sermayeniz yoktur. Ona ulaşmak emek ve sabır ister ve kullanırken seçimlerinize dikkat etmezseniz sonunuz savaşa katılan delikanlı gibi olabilir. Üçüncüsü ise peşinde olduğunuz güç için savaşan illaki başkaları olacaktır veya birileri elindekini korumak adına size direnecektir. Bu durumda birinci ve ikinci maddelerde bahsettiğim güçler sizi diğerlerinde ayırır.


[1] Alman düşünür ve filozof Friedrich Nietzsche’nin (1844-1900) Böyle Buyurdu Zerdüşt (Also Sprach Zarathustra) adlı kitabından. Varlık Yayınları, 1998, çeviri Osman Derinsu. (Zerdüşt Böyle Diyordu adıyla yayınlanmıştır.)

Etiketler
Medya siyaset Marksizm Tütün Uyuşturucu Yargı Silah