Soner Yıldırım: Ülke olarak neden öğrenemiyoruz?

Aylar önce “Okullara "öğrenmeyi öğrenme" dersleri konmalıdır. Nasıl öğreneceğini bilmeyen bir öğrenci başarılı olamaz!” şeklinde bir tweet atmıştım ve...

Aylar önce “Okullara "öğrenmeyi öğrenme" dersleri konmalıdır. Nasıl öğreneceğini bilmeyen bir öğrenci başarılı olamaz!” şeklinde bir tweet atmıştım ve inanılmaz paylaşılmıştı bu tweet. Aslında amacım insanların dikkatini öğrenmenin doğası üzerine çekmekti. Çünkü öğrenmeler bilgiyle ilişkili olmak durumundadır. Eğitim felsefesinin epistemolojik boyutu da, öğrenmeyi her açıdan ele alıp açıklamaya ve yorum getirmeye çalışır. Buradan hareketle her yönüyle öğrenme psikolojimizin kodlarını ele almak istiyordum, “Ülke olarak neden öğrenemiyoruz?” sorusuna yanıt bulmak istiyordum. Konuyu ODTÜ öğretim üyesi Prof. Dr. Soner Yıldırım ile konuştuk.

Öğrenme insanın hayatta kalabilmek için geliştirdiği en önemli beceridir. Öğretim hem bir bilim hem de sanattır. Öğrenme nefes almak kadar her insan için doğal bir beceridir. Daha doğru soru “neden öğrenemiyorlar” değil de “neden öğretemiyoruz” sorusu. Eğitim sistemimizde yıllardır ısrarla başarısız olduğumuz konu maalesef çocukların gelişim evreleri ile müfredat arasındaki git gide büyüyen uçurumdur.”

“Öğrenme coşkusu oluşmadığı için çocuk sınıfta geçirdiği zamanı uygun ve olumlu duygularla eşleyemiyor. Bu da öğrenme önünde ciddi bir engel oluşturuyor. Öğretmen mutluysa, motiveyse, coşkuluysa öğrenci de mutlu, motive ve coşkulu oluyor. Maalesef yıllardır öğretmen yetiştirme konusunda çok başarısızız. Slogan çözüm önerileri ile Türk Eğitim Sisteminin iyiye götürülmesi gerçekçi değildir. Yakın gelecekte sıradan insanlar öğretmenlik yapamayacaklar. Öğretmenlik bilgili, bilge ve görgülü insanların mesleği olacaktır.”

Soner hocam öğrenme nedir? Öğrenme yoksa belli kişilere ya da milletlere bahşedilen bir özellik mi?

“Bütün insanlar doğaları gereği bilmek isterler.” Bu saptama Yunanlı filozof Aristoteles’in Metafizik adlı kitabının ilk cümlesidir ve insanın öğrenme güdüsünü anlatan en güzel ifadelerden biridir. Modern insan diğer canlılara kıyasla fiziksel bir üstünlüğü olmadığı halde öğrenebilme ve hafıza oluşturabilme özelliği sayesinde yeryüzünde bütün canlılara üstünlük kurabilmiştir. O yüzden öğrenme insanın hayatta kalabilmek için geliştirdiği en önemli beceridir.

Kısacası öğrenme belli bir insan grubunun geliştirdiği bir özellik değil aksine her insanın temel özelliklerinden biridir. Yani her insan öğrenir, daha doğrusu öğrenmek zorundadır, aksi taktirde hayatta kalamaz.

Öğrenme nedir sorusu ise biraz daha karmaşık bir konudur. Biz eğitim bilimcilere “öğrenme nedir” diye sorarsanız büyük olasılıkla şu klasik tanımı veririz size: “Öğrenme bireyin bilgi, beceri ve tutumundaki zamana dayalı değişim ve gelişimdir.” Eğitim bilimciler için öğrenmenin gözlenebilir özelliklerle eşleşmesi oldukça önemlidir, aksi taktirde eğitim sistemimizin temeli olan ölçme ve değerlendirme işlevsiz kalır. Öğrenme olgusunu araştıran tek bilim dalı Eğitim Bilimleri değil tabii ki. Diğer bilim dalları ise kendi lenslerinden bakarak öğrenmeyi tanımlamaya çalıyorlar.

Hocam o zaman öğrenme çok boyutlu bir olgu? Peki, bu boyutlar nelerdir?

Öğrenme doğal olarak birden fazla boyuttan oluşur. Bunlar öğrenmenin “Bilişsel, Duyuşsal ve Sosyal” boyutlarıdır. Öğrenme ortamlarında bu üç boyutunun da dengeli ve gerektiği kadar gözetilmesi ve tasarlanması gerekir. Aksi taktirde etkili bir öğrenmeden bahsetmek zorlaşacaktır. Öğretme işi tam da bu 3 boyutun etkili tasarımını gerektirdiği için, öğretim hem bir bilim hem de sanattır.

Kısaca açıklamak gerekirse öğrenmenin bilişsel boyutu, bilginin zihnimizde nasıl yapılandığı, işlendiği ve hafızaya dönüştüğü ile ilgili olan kısmıdır.

Öğrenmenin bilişsel boyutunun en önemli özelliklerinden birisi öğrenme bir seferde duymayla, görmeyle ya da başka bir eylemle gerçekleşmesi zor bir olgu olmasıdır. Kısacası öğrenme aralıklı çoklu tekrar gerektiren bir olgudur. Öğrenme beyindeki 80 milyardan fazla sinir hücresinin sahip olduğu 1.000-10.000 arası sineptik uçlardaki protein sentezidir ve bu protein sentezi ancak belli bir tekrardan sonra gerçekleşmektedir. Yani bireyler belli aralıklarla ve farklı formatlarda zihinsel tekrar yapmadıklarında öğrenemiyorlar ya da uzun süreli bellek oluşturamıyorlar. Öğretim tasarımı yaparken öğrencinin zihinsel tekrarını desteklemek için birçok teknik ve yöntem kullanırız. Bunların başında ödevler, grup çalışmaları ya da projeleri, gruplar içi tartışmalar ve geri bildirim amaçlı kısa sınavlar yer alır.

Öğrenmenin diğer önemli bir boyutu da duyuşsal boyuttur. Öğrenme ve duygu arasındaki ilişki uzun yıllardır araştırmacıların dikkatini çeken bir konudur. Beynimiz gün boyu çok sayıda uyarıcıya maruz kalır. Bunların bazılarını öğrenip hafızaya çevirirken bazılarını bir daha hatırlamamak üzere zihnimizin derin karanlıklarına gönderir. Beynimiz bu kadar farkı uyarıları sınıflarken evrimsel olarak harika bir mekanizma geliştirmiştir. Kendisi için önemli olduğunu hissederse, heyecanlanırsa, kaygılanırsa ya da mutlu olursa bu yaşantıların hatırlanma olasılığı daha yüksektir. Kısacası beynimiz vasatı kodlamaz ya da zor öğrenir. Ama öğrenme yaşantılarını bir duygu ile eşlerse, onları hatırlama ve uzun süre hafızada tutma ihtimali artar.

Öğrenmenin sosyal boyutu aslında modern insanın evriminde ve kültür oluşturmasında önemli bir boyuttur. İnsan, topluluklar içinde yaşayan, ortak yaşantı sonunda kültür oluşturan ve bunu nesilden nesille aktaran bu gezegendeki en zeki canlılardır. Bu nedenle, gözlem yoluyla öğrenme, örnek alma ve taklit etme evrimsel olarak çok yaygın kullandığımız öğrenme yöntemleridir.

Kısacası öğrenme doğal olduğu kadar karmaşık da bir süreçtir. Ama nefes almak kadar her insan için doğal bir beceridir.

Eğer öğrenme bu kadar doğal bir şey ise bizim eğitim sistemimiz neden bu kadar başarısız? Türk öğrencilerinin büyük çoğunluğu matematik ve fen derslerini başaramıyor. Hatta kendi dilini ve İngilizceyi de öğrenemiyor. Bunun genetik bir tarafı mı var yoksa?

Öğrenmede genetik faktörlerin de etkisi var ancak öğrenememe genlerle açıklanamaz. Belki de daha doğru soru “neden öğrenemiyorlar” değil de “neden öğretemiyoruz” sorusu. Bu soruya da tek bir cevap yok tabii. Çünkü birçok değişkenden etkileniyor öğrenme. Öncelikle çocuğun doğduğu andan itibaren fiziksel, ruhsal, bilişsel ve sosyal olarak geliştiğini unutmayalım. Her çocuk bu gelişim evrelerinden geçerler ama aynı hızla ve aynı zamanda değil tabii ki. Bu yüzden öğrenme ortamlarının çocuğun gelişim evrelerini gözetmesi gerekir. Örneğin çocuk ilk doğduğunda hemen ayağa kalkıp yürüyemez. Yürüyebilmesi için omuriliğinin belli bir olgunluğa erişmesi gerekir. Bu olgunluk seviyesine geldikten sonra yürümesi an meselesidir. Öğrenme de aynen böyledir. Çocuğun belli konuları ve becerileri öğrenebilmesi için belli bir bilişsel olgunluğa erişmesi gerekir. Bilişsel gelişimini tamamlamış çocukların akademik konuları öğrenmeleri çok kolaylaşır. Eğitim sistemimizde yıllardır ısrarla başarısız olduğumuz konu maalesef çocukların gelişim evreleri ile müfredat arasındaki git gide büyüyen uçurumdur.

Diğer önemli bir engel ise öğrenmenin duyuşsal boyutu ile ilgili. Çocuklar okula geldiğinde heyecanlanmak istiyorlar, öğrenmenin coşkusunu tatmak istiyorlar. Bu duygular öğrenme için çok önemli. Bu duyguları sınıfta harekete geçiren öğrenme etkinlikleri ise gözlem, deney, sorgulama ve keşfetmeye dayalı etkinlikler. Samimice kendimize şu soruyu sormamız lazım. Hali hazırda eğitim sistemimiz bu etkinlikleri ne oranda sınıflarda kullanabiliyor. Maalesef çok kısıtlı ve yetersiz. Öğrenme coşkusu oluşmadığı için çocuk sınıfta geçirdiği zamanı uygun ve olumlu duygularla eşleyemiyor. Bu da öğrenme önünde ciddi bir engel oluşturuyor.

Öğrenme coşkusunun oluşmasında en belirleyici faktör öğretmende de öğretme coşkusunun olması. Çünkü öğretmen mutluysa, motiveyse, coşkuluysa öğrenci de mutlu, motive ve coşkulu oluyor. Maalesef yıllardır öğretmen yetiştirme konusunda çok başarısızız. Bilgi, beceri ve tutumu yetersiz öğretmenler ile buradan bir başarı hikayesi çıkarmamız çok zor.

Son olarak şu gerçeğin altını da çizmek isterim. Türk eğitim sistemi 18 milyondan fazla öğrencisi ve 1.2 milyon öğretmen nüfusu ile devasa bir sistem. Hele bu kadar büyük bir sistemi merkeziyetçi bir yönetim anlayışı ile yönetirseniz problemlerin çözümü iyice zorlanıyor. O yüzden çözüm önerilerinin hem çok çeşitli hem de kapsayıcı olması gerekir. Slogan çözüm önerileri ile Türk Eğitim Sisteminin iyiye götürülmesi gerçekçi değildir.

Peki, yapılabilecekler var mı? Siz bir öneri listesi oluştursanız, Siyaset ve devlet adamlarına ne önerirsiniz?

Tabii ki yapılabilecekler var. Ama bunlar kısa orta ve uzun vadede tasarlanıp uygulanması gereken politikalar. İsterseniz ben burada ana politikaları hatırlatayım.

Lütfen hocam…

  • Okul öncesi eğitim çocuğun gelişim için çok önemli. Bu yüzden 5 yaştan itibaren okul öncesi zorunlu ve parasız olmalıdır.
  • Türk Eğitim Sistemi 1+5+3+4 olarak tekrar yapılandırılmalıdır. Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan 4+4+4 inadından vaz geçilmelidir.
  • Okul öncesi ve ilköğretim akademik konuların öğretimi değil ama çocuğun gelişiminin hedeflenmesi gereken dönemdir. Çocukların öz saygı, öz yeterlilik, öz düzenleme becerileri, üst biliş, gibi becerilerinin gelişimi desteklenmeli sosyal uyum, etik değerlerin kazanılması, çevreye ve diğer canlılara duyarlı bireyler olarak yetişmeleri Öğretim Programının önceliği olmalıdır.
  • Çocukların eğitimi kadar anne-baba eğitimi de eğitim sisteminin başarısı için önemlidir. Okullar ve aileler arasında bağ ve iletişim güçlendirilmelidir.
  • Okulda konular ayrı derslerde öğretilen akademik içeriklerin ötesinde günlük yaşamda karşılığı olan problemler etrafında yapılandırılmalıdır. Bütüncül yaklaşım gözetilmedikçe anlamlı öğrenme de sağlanamaz.
  • Okullar gözlem deney ve tartışma etrafında tekrar yapılanmalı fiziksel yapısı bu tür öğrenme etkinliklerini mümkün kılacak şekilde yapılandırılmalıdır.
  • Öğretmen yetiştirme politikamızı yeniden tasarlamamız gerekiyor. Bu mesleğe ilgisi ve yeteneği olan bireyleri bu mesleğe kazandırabilmemiz gerekir. Öğretmen adayları çocukların hayranlık duyacağı bilgelik ve becerilerle donatılmalıdır. Unutmayalım yakın gelecekte sıradan insanlar öğretmenlik yapamayacaklar. Öğretmenlik bilgili, bilge ve görgülü insanların mesleği olacaktır.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…