Geleceğimiz pamuk ipliğine bağlı

Doğa ve dünyamız milyonlarca yıldır kol kola her koşulda varlıklarını sürdürüyor. Ama insanoğlunun sayısal artışı ve teknolojik gelişimi doğa ile dünyanın ahenkli birlikteliğini bozdu.

İnsanoğlu yaşam alanlarını bilinçsizce genişletip, yaşamsal ihtiyaçlarını aç gözlülükle karşılamaya yöneldi.

Ve en büyük zararı dünyamızın varoluşundan beri ahenkle hareket eden doğa gördü.

Kuşku yok ki sınırlarını kendisi çizen doğa varlığını sürdürecek.

Ancak insanoğlu kendi bozduğu doğa düzenin yeniden çizdiği sınırların içinde yaşarken çok zorlanacak.

Bunun nedeni ekosistemi insanoğlunun değil doğanın oluşturması.

Dengesi ve düzeni bozulan doğa, mevcut kondisyonlara göre ekosistemini yeniden tanımlarken insanoğlunun yaşamsal döngüsünü de bu yeni modele göre şekillendiriyor.

Kısacası insanoğlunun zarar verdiği doğa, geleceği için en büyük kabusu oluyor.

Bu kabustan kurtulmak için yapmamız gerekense oldukça basit.

Doğayı korumak ve ekosistemi bozmamak.

İşte bu nedenle sürdürülebilirliği yaşamımıza entegre etmemiz gerekiyor.

ÜRETİRKEN TOPRAĞI TÜKETMEMEYİ ÖĞRENMELİYİZ!

Gelecek kuşakların sağlıklı ve refah içinde yaşaması için sürdürülebilir gıda konusu öncelikli olarak hayatımızda olmalı.

Toprağı iyileştirmeli, gıdanın geleceği ve sürdürülebilirliğini sağlamalıyız.

Unutmamalıyız ki, yaşadığımız dünya gelecek kuşaklara aktarmak için muhafaza etmemiz gereken bir miras.

Bunu da ancak, kaynakları düzgün kullanarak, planlı hareket ederek sağlayabiliriz

Tarımsal kuraklığı artık üretim sürecinde de hissediyoruz.

Kullanılan tarım ilaçları ve kimyasal gübreler toprağın yapısını değiştirdi.

Topraktaki besin zincirini sağlayan canlı mikroorganizmaların azalması toprağın verimini azalttı ve toprak nemini de kaybederek sıkışmaya başladı.

Bu yüzden bilinçsiz tarım uygulamaları ve kuraklıkla birlikte adeta çığlık çığlığa yanlışları bağıran toprağa kulak vermemiz gerekiyor.

Dünya nüfusunun önümüzdeki 30 yıl içinde yüzde 34 artarak 9 milyarı geçeceği tahmin ediliyor.

Bu artış beraberinde şehirleşmedeki büyümeyi de getirecek.

Yani üretenler değil tüketenler artacak.

Yüzde 34 artacağı beklenen nüfusun beslenmesi için gıda üretiminin yüzde 70 artacağı hesaplanıyor.

Üretimdeki bu artış önlem almazsak toprağı çok kısa sürede tüketmemize neden olacak.

Bu nedenle sürdürülebilirlik sadece devletlerin değil bireylerinde sahip çıkması gereken en önemli değer olarak karşımıza çıkıyor.

1980’li yıllarda kavram olarak literatüre giren ve bugün yaşamımızın merkezine oturan sürdürülebilirliğin sözlük anlamı bir şeyin sürdürülebilir olması, durumunu devam ettirebiliyor ya da kendini yenileyebiliyor olması olarak tanımlanıyor.

Sadece bu sözlük tanımı bile bize ne yapmamız gerektiğini söylüyor.

GELECEK TOPRAKTA BUNU UNUTMAMALIYIZ!

Gıda üretiminde en büyük kaynak toprak olduğuna göre.

Topraktan geleni yeniden toprağa göndereceğiz formül bu kadar basit.

Söylemesi ve yazması çok kolay ama uygulaması da bir o kadar zor.

Çünkü her geçen gün kalabalıklaşan dünya nüfusu nedeniyle artan kaynak gereksinimi sürdürülebilirliğin en büyük tehditlerinden biri.

Bu temel tehdide bir de sera gazlarının neden olduğu iklim değişikliği ve şirketlerin aşırı kâr amacıyla doğayı kirleten işlemlerini eklersek sanırım fazla söze gerek kalmıyor.

Peki ne yapmamız gerekiyor?

Gıda üretiminin çevresel etkilerini minimuma indirmek ilk yapılması gereken.

Tabii ki yapmak o kadar da basit değil.

Çünkü yüzlerce yıldır kullanılan kimi üretim yöntemlerini değiştirmemiz gerekiyor.

Nedeni ise bu yöntemlerin, gelecek nesillere zarar veren iklim değişikliği, kuraklık, biyolojik çeşitliliğin azalması gibi sonuçlarının olması.

Toprağın yanında bir başka yaşamsal değerimiz suyun kullanımı da geleceğimiz için hayati önem taşıyor.

Ama bu nokta da bireysel su kullanımında tasarrufun tek başına yeterli olamayacağını unutmamamız gerekiyor.

Çünkü hayvancılıkta ve tarımda kullanılan su, tatlı su kaynaklarının neredeyse %70’ini kullanıyor.

Asıl bu alanlarda bilinçli tüketim yaparak tasarruf sağlamamız gerekiyor.

Konu sürdürülebilirlik ve geleceğimiz olunca hiç kuşku yok ki daha yazılacak çok şey var.

Bu haftaki pazar yazıma noktayı ünlü Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard’ın “Hayat geriye bakarak anlaşılır, ileriye bakarak yaşanır.” sözüyle koyarak;

Geleceğimiz için sürdürülebilirliği gündemimizden hiç düşürmememiz gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum.