Bilmek yetmiyor; bildiğimizi uygulamalıyız!

Çünkü daha yaşanabilir bir dünya ve sürdürülebilir gelecek için gençlerin sahip olduğu bu farkındalığı daha geniş kitlelere yaymalıyız.

Sürdürülebilirlik uzun bir süredir gündemimizde olsa da, geçmişte bu kavramın ne kadar önemli olduğunu maalesef farkına varamadık.

Ancak günümüzde bu durum yavaş yavaş değişmeye başladı.

İklim değişikliği, doğal kaynakların tükenmesi ve doğal alanların yok edilmesi gibi çevresel sorunlar, giderek artan bir farkındalıkla önem kazanıyor.

Bireyler ve toplumlar bu farkındalık ile harekete geçmeye başladılar.

Son yıllarda dünya genelinde yaşanan kuraklık, orman yangınları, sel ve hava kirliliği gibi olaylar, insanlığın genel olarak olumsuz bir yönde ilerlediği gerçeğini daha çarpıcı bir şekilde gözler önüne serdi.

Bu durum, çevresel sorunlara karşı daha duyarlı ve eyleme geçmeye hazır bir toplumun oluştuğunu gösteriyor.

Sürdürülebilirlik genellikle ilk olarak çevre ile ilişkilendirilse de, bu kavram çok yönlüdür.

Bu nedenle çok boyutlu ve bütünsel olarak ele alınmalıdır.

Sürdürülebilirliğin üç temel bileşeni arasında çevre korumanın yanı sıra ekonomik büyüme ve sosyal gelişim de bulunmaktadır.

Temelde sürdürülebilirlik; kaynakları geri dönüşü olmaksızın tüketmemek, insani değerleri kaybetmemek ve toplumları geliştirerek gelecek nesillere güzel bir dünya bırakabilmektir.

Ancak sürdürülebilirlik gereksinimlerini karşılamak sadece kamu kurumlarının sorumluluğunda olmamalıdır.

Özel sektör ve bireyler de bu alanda elini taşın altına koymalı.

Bu alanda mesafe kat edebilmek ve çözümün parçası olabilmek için sahip olduğumuz yetkinlikler çerçevesinde farklı roller üstlenmeliyiz.

Herkes varlık nedenlerini sorgulamalı ve bunun sadece üretimle sınırlı olmadığını iyi anlamalı.

Çünkü sadece üreterek ancak tüketimin parçası olunabilir.

Oysa asıl yapılması gereken değer yaratmaktan geçiyor.

Sorumlu ve sürdürülebilir yaşam anlayışı da gücü sorumlu bir şekilde kullanarak herkes için değer yaratma temelinde bütünlük içinde bir yaklaşımı benimsiyor.

Olaya özel sektör açısından bakarsak.

Kurumlar faaliyetlerini sürdürürken doğal ve sosyal çevre ile uyumlu olması gerekiyor.

Ayrıca çevresel etkilerini en aza indirgeyerek kaynaklarını verimli kullanmaları gerektiğini farkında olmalılar.

Etik değerlere bağlı ve adil rekabet kurallarına uymanın yanı sıra yolsuzluklarla mücadele etmeliler.

Tüm paydaşlarıyla dürüstlük ve hesap verebilirlik esasına dayalı, etkin ve şeffaf iletişimle ilişkilerini yöneten yapılara sahip olmalılar.

Ancak, sürdürülebilirliğin gerekliliklerini yerine getirmenin sadece kurumların sorumluluğunda olmadığını da biliyoruz.

Toplumu oluşturan bireyler olarak, her birimizin sorumluluğu kurumlardan kat be kat fazla.

Çalıştığımız kurumlarda, günlük yaşam tarzımızda, tüketim alışkanlıklarımızda attığımız her adımda, sürdürülebilirlik açısından yarattığımız etkiyi düşünmeli ve yaşamlarımızı bu etkiyi en aza indirmek amacıyla düzenlemeliyiz.

Ne mutlu ki, son dönemde bu yaklaşımla ilgili olumlu gelişmeler yaşanıyor.

Tüketicilerin bilinci ve farkındalığı artıyor.

20.000 yetişkin tüketicinin alışveriş alışkanlıklarını anlamak amacıyla beş ülkede gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, tüketicilerin %33'ü marka tercihlerinde sosyal ve çevresel etkisi olan, sürdürülebilirliğe önem veren markaları tercih ettiklerini belirtiyor.

Nielsen'in yaptığı küresel bir araştırmada da, tüketiciler şirketlerden daha iyi bir dünya yaratmak ve sosyal sorunlara çözüm bulmak için çaba göstermelerini beklediklerini ifade ediyor.

Ayrıca şirketlerden hem şeffaf hem de açık olmalarını talep ediyor.

En önemli çıktılardan biri de Z kuşağının şirketlerin sadece kar elde eden ve diğer konulara duyarsız olanlarından ürün ve hizmet almayacaklarını belirtmesi.

Geleceğimizin teminatı olan gençler topluma katkı sağlamanın önemli olduğuna inanıyor.

Bunu gönüllü çalışmalarla ya da maddi destekle gerçekleştirebileceklerini ifade ediyor.

Bir başka önemli çıktı da çalışanların, şirketlerinin gerçek bir soruna çözüm arayan ve değer yaratan bir tutum sergilemesinden memnuniyet duyduğunu ifade etmesi.

Ama en önemlisi kendilerinin de çözümün bir parçası olmak istediklerini belirtmeleri.

Bu istekliliğin olması ve giderek artması, hepimizin geleceğinin tükenmeden şekillenmesi ve gelecek nesiller için daha yaşanabilir bir dünya inşa edilmesi için en büyük teminatımız.

Elde edilen bu sonuçların hepimize çok büyük bir sorumluluk yüklediğini unutmamalıyız.

Çünkü daha yaşanabilir bir dünya ve sürdürülebilir gelecek için gençlerin sahip olduğu bu farkındalığı daha geniş kitlelere yaymalıyız.

Omuzlara yüklenen sorumluluğu ve yapmamız gerekenleri anlatan dünya edebiyatının en büyük yazarlarından Johann Wolfgang von Goethe’nin sözleri ile bu haftaki yazıma noktayı koyuyorum.

Bilmek yetmez, bildiğini uygulamak gerekir.

İstemek yetmez, istediğine ulaşmak için harekete geçmek gerekir.