Kaybedenler tamam da kazananlar niye mutsuz?

Artık bir dönemin sonuna geldiğimizi görebiliyoruz. Fakat yolumuzun netleşeceği yeni bir dönem başladı mı, belirsiz olan bu. Yaşadığımız her gelişme bu değişim sancısının işaretleri.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunun da bitmesiyle 2023 yılının seçim faslını kapatmış olduk. Fakat seçim gündeminden fazla uzak kalmamız mümkün değil. Önümüzdeki yıl yerel seçimler yapılacak. Erdoğan balkona adım attığı andan itibaren yerel seçim sürecini de bizzat başlatmış oldu. Muhalefeti terör örgütlerinin uzantısı ilan etti. Dolayısıyla AKP karşısında olanlar önümüzdeki dönem de milletten sayılmamaya devam edecek.

İktidar böyle yapmazsa işlerin kendisi açısından zor olacağını düşünüyor. “Vur, kır, parçala bu maçı kazan” stratejisi bundan sonra da devam edecek. O yüzden liberal hülyaların tersine Erdoğan’ın ülkeyi “kucaklamak”, “yumuşak bir liderlik” yapmak gibi bir isteği de ihtimali de yok. İktidar yenildiği ve büyükşehirleri kaybettiği seçimin rövanşını almak istiyor. Bunu yaparken de başarabilirse anayasa, kanun, kural falan ayağına dolaşsın istemiyor.

Baskının, şiddetin tek nedeni elbette yerel seçimler değil. Ülkenin ekonomik vaziyeti, halkın sırtındaki yükün artacak olması, o sırttan sopanın da eksik olmayacak oluşunun nedeni. İktidarın hakkını arayana gösterecek tahammülü yok. Kürt Sorunu da anlaşılıyor ki aşina olduğumuz devlet politikasıyla ele alınacak.

Seçimlerin sonucunda AKP karşısındakilerin kaybettikleri için moralleri bozuk. Çok anlaşılır bir hal. Fakat iktidar tarafındakiler de huzura eremedi. Kazanan Erdoğan, seçimin hemen ardından Kılıçdaroğlu’nu neden yuhalatır? Sevinçli, mutlu olan bir güruhun Selahattin Demirtaş’a yönelik “idam” diye höykürmesi aslında mutlu olunmadığını göstermiyor mu? AKP’den ve Erdoğan’dan vazgeçmemiş milyonlarca insan umutla değil mecburiyetle tercihini yaptı. Mecburiyet hissiyle hareket edenler daha çok öfkeli olabiliyorlar. Yoksa kim seçim kazanmışken birisini asmak ister.

KAZANAN HİÇ Mİ KAYBETMEDİ?

İktidar partisi seçildiği ilk yıllardaki sınırına çekildi. Büyük şehirlerdeki kayıp zaten ortada ama seçimi kazandıran Anadolu şehirlerinin de büyük bölümünde düşüş var. Düşüşe rağmen AKP ve Erdoğan’ın kazanmasını sağlayan yerler buralar oldu. Geleneksel sağ-muhafazakâr seçmenin önemli bir bölümünün AKP’den vazgeçmemesinin önemli bir nedeni olarak ekonomik yıkımın şiddetinin büyükşehirlerle küçük şehirler arasında aynı sonucu doğurmadığı görülüyor. Aynı zamanda eleştirmek, endişe etmek gibi duygu ve tepkilerin vazgeçmek anlamına gelmediğini iyi anlamak gerekiyor. İdeolojik tercihler, hele hele de sağcı olunca kolay değişmiyor. AKP’nin yarattığı ekonomik yıkımı göz önüne sererken, yıkımı nasıl perdelediğini de iyi tartışmak gerekirdi. Ekonomiyi bilen bazı isimler bunu seçim öncesi vurgulasa da “boş tencere” söylemi sanırım herkesin işine geldi.

Bununla birlikte Erdoğan, çeşitli sermaye ve çıkar gruplarının, kontrgerillanın eski ve yeni unsularının yani açık siyasi alan dışındaki pek çok yapının da bir arada tutanı olarak, mecburi bir ortaklıkla koltuğunu koruyor. Ağar’dan, Çillerden “Beşli Çeteye”, pek çok tarikata, HÜDA PAR’a, Yeniden Refah’a, BBP ve MHP’ye uzanan geniş bir yelpazeden bahsediyoruz. Yatıp kalkıp ülkemizin koalisyon dönemlerini eleştiren AKP, iktidarını sağın en marjinal altı-yedi unsuruyla kurduğu koalisyonla iktidarını sürdürebiliyor.

AKP’nin kazanmasında önemli bir diğer neden ise AKP içinden çıkmış partilerin sağ-muhafazakâr seçmen nezdinde seçenek haline gelmemesidir. Aynı şekilde İYİ Parti geleneksel MHP seçmeninden beklenilenin çok altında oy aldı. Kısacası sağ bölünmedi, Deva, Gelecek, Saadet partileri üç dört puanlık bir oy oranına dahi ulaşamadılar.

Şimdi ülkemiz siyaseti her halükarda büyük bir değişimin arifesinde. İktidar ve ana muhalefet partisi dahil olmak üzere siyasi yelpazenin büyük bölümünün mevcut halleriyle girdikleri son genel seçimi yaşadık. Bundan sonra ülkenin kaderine yön vermek isteyen herkes hesaplarını kaçınılmaz değişimlere göre yapacak.

Diğer yandan “dış güçler” seçim sonuçlarıyla ilgili memnuniyetlerini sonuçların hemen ardından bildirmeye başladılar. Rusya başta olmak üzere Batılı devletler Erdoğan’ın kazanmasından duydukları sevinci açıkça ifade ettiler. Yirmi yılı aşan iktidarın bütün öyküsü böyle yazılmadı mı? Emperyalist kapitalist sistem tarafından sermaye programının istikrarlı şekilde uygulanması için verilen destek, sandıkla yenilenen halk desteği AKP’yi ayakta tutan iki önemli unsur olageldi. Zaman zaman nükseden efelenmelere rağmen “dış güçlerle” süren bu işbirliği son yıldır ülkemizin batıya yönelen mülteci akınına baraj olması nedeniyle de tazelendi ve iktidarın devamının önemli bir nedeni oldu. Batılı “demokrasiler” bu nedenle haksız yere tutuklu bulunanlara, insan hakları ihlallerine ancak göstermelik açıklamalar yaparlar. Çünkü esas olan iktidarın kendi işlerini görüp göremediğidir.

YENİ BİR DÖNEM BAŞLARKEN…

Seçim sonuçları sonrası AKP karşısındaki kesimlerin yaşadığı hayal kırıklığı elbette anlaşılabilir. Umut gibi hayal kırıklığı da hayata ve insana dair. Mücadele edenler hayal kırıklıklarının umutsuzluğa ve yılgınlığa dönüşmemesini sağlayabilir. Sola elbette bu konuda önemli bir görev düşüyor.

Moralsizliğin üzerinden, halka “aslında gücün kuvvetin yerinde” propagandası yaparak gelinemez. “Yenilmedik” diye tekrar etmek de pek fayda etmeyebilir. Durumumuzun doğru anlaşılması ve anlatılması ve belki baktığımız yeri değiştirmemiz faydalı olabilir. Mesela oluşan Meclis’in sağından bakıp “ülke tarihinin en gerici meclisi oluştu” diye söylerken solundan bakıp HDP ve bileşenlerini, CHP içinden mücadeleye katkı sunacak isimleri ve TİP’in varlığını görsek iyi ederiz.

Elbette esas görmemiz gereken işçi sınıfının, Alevilerin, kadınların süren ve bir bütün olarak halkın önümüzdeki dönem yükselecek mücadeleleridir. Bu süreç, gündemlerden gündem seçerek ilerlemiyor. Seçim varsa bütün dezavantajlarına rağmen ilerletici sonucu almak için tutulan bayrağın yukarı kaldırılması gerekmektedir. Bu sandığı sokağa tercih etmek, ülkenin kaderini seçimlere bağlamak değildir. Seçimler biter, seçim sonuçlarını da değerlendirerek yola devam edilir.

Bugün AKP’nin gerici koalisyon iktidarı karşısında CHP’nin çizgisinden de kaynaklı büyüyen sol boşluk, esaslı bir mücadele çizgisiyle nasıl doldurulabilir? Sol, toplumun geniş kesimlerinden teveccüh göreceği, kitleselleşeceği, değiştirici gücüyle hayatın ve mücadeleni her alanında etkili olacağı bir dönemin kapılarını aralayabilir mi?

Bu mümkündür diyorsak, buna uygun davranmaya başlamamız lazım. Ülkenin solun ve çıkarlarını en üstte tutan, var olan bütün mücadeleleri kıymetli gören, farklılıklarına saygı duyan, mücadele mirasına sahip çıkan ama yönünü ileriye çevirmiş bir düzeye erişebilmeliyiz. Seçim öncesi ve sonrasındaki pek çok tartışma halimizin şimdilik buna pek uygun olmadığını gösteriyor.

Sistemin iktidar ve muhalefet kanatlarına dair yukarıda söylediğim değişim mecburiyeti toplumsal muhalefet güçleri için de geçerli. Her dediği çıkan, en haklı olanlar dahil olmak üzere sol yelpazenin hepsi bu değişimin sonuçlarını yaşayacak. Artık bir dönemin sonuna geldiğimizi görebiliyoruz. Fakat yolumuzun netleşeceği yeni bir dönem başladı mı, belirsiz olan bu. Yaşadığımız her gelişme bu değişim sancısının işaretleri.