AKP’nin içinden çıktığı gömlek: Milli Görüş’ün kısa tarihi

AKP’nin de diğer İslamcı partilerin de siyasi hayatlarının nereye evrileceği meselesinde 2023 çok önemli bir tarih olacak. Ama “adillik/adalet”, “refah”, “fazilet” “selamet” gibi vaatlerin iktidar tarafından fazlasıyla tüketildiği malum bir konu.

3 Kasım 2002’de gerçekleşen seçimlerin üzerinden yirmi yıl geçmesi vesilesiyle, AKP iktidarının bu süre zarfındaki bilançosuna dair pek çok şey söylendi, yazıldı. Ağır bir tabloyla karşı karşıya olduğumuz ortada. 2023 seçimlerinin arifesinde bu ağır tablonun değişmesi toplumun en büyük beklentisi. Maruz kaldığımız bütün kötülüklerin AKP ile birden bire ortaya çıkmadığını biliyoruz. Malum, darbeler ülkesiyiz ve elli yıldan fazla zamandır sağ iktidarlar tarafından yönetiliyoruz. AKP, ülke tarihinde sağ siyaseti istikrarlı biçimde uygulayan en uzun iktidar oldu. Yani 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın hem sonucu hem de uzun bir devamı olarak da görülebilir. Bu kadar AKP tarihi konuşmuşken biraz da AKP’nin öncesine bakalım. Yirmi yıl önce, yola çıkarken “Milli Görüş gömleğini çıkarttık” demişlerdi. Gelin gömleğin ilk dikilme sürecine gidelim.

1945 SONRASINDA İSLAMCI PARTİ DENEMELERİ

Ülkemizde günümüz Siyasal İslamcılığının köklerine cumhuriyet öncesine giderek ulaşabiliriz. Cumhuriyetin ilanı sonrasında, İslamcılığın bir siyasi dava olarak güdülmesine ve tarikat/cemaat ilişkilerinin toplumsal hayatta açıktan sürdürülmesine müsaade edilmedi. Fakat bu tür yapıları ortadan kaldıracak bir toplumsal dönüşüm yaşanmadığı 1945’ler sonrasındaki gelişmelerle görülmüş oldu. Siyasal İslam’ın gelişimi 1945 sonrası ülkemiz egemenlerinin yerini aldığı emperyalist kampın siyasetiyle birlikte düşünülmelidir. Yeşil Kuşak siyaseti hesaba katılmaksızın yapılan değerlendirmeler eksik olacaktır. Bilindiği gibi Yeşil Kuşak bölgesel devrimci süreçleri kırmak için örgütlenmiş; 1960 ve 70’lerde komünizmin gelişmesi, Hindistan’dan Avrupa’ya kadar engellenmeye çalışılmıştır.

Daha Demokrat Parti (DP) kurulmadan CHP laiklik konusunda tavizler vermeye başlamıştı. 1946 yılında kurulan, bu yıl yapılan seçimlerde azınlıkta kalan ama sonrasında 1950, 1954 ve 1957 seçimlerinden galip çıkarak on yıl iktidar olan DP İslamcı, muhafazakâr kitlelerin oyunu almak için dini istismar etmekten geri durmadı. Yine de DP’yi Siyasal İslamcılığın partisi olarak değerlendirmek isabetli olmayacaktır. DP’den önce 1945'te kurulan Milli Kalkınma Partisi ülkemizdeki ilk İslamcı siyasi partidir. İslam birliğini savunan bu parti ne 1946 ne de 1950 seçimlerinde bir varlık gösteremedi. DP’nin kurulduğu günlerde kurulan İslam Koruma Partisi ise iki ay sonra “laikliğe aykırı faaliyetleri” sebebiyle sıkıyönetim tarafından kapatıldı. 1948’de kurulan Millet Partisi (MP) ise 1950 seçimlerinde %4,6 oy aldı. MP’nin oylarına talip olan DP’nin girişimiyle bu parti de "dini siyasete alet etme" iddiasıyla 1954'te kapatıldı. 1951'de kurulan İslam Demokrat Partisi de diğerleriyle aynı kaderi paylaşıyor, kurulmasından bir yıl sonra "dini siyasete alet ettiği" gerekçesiyle kapatılıyordu. Kalıcı bir İslamcı parti oluşumu için 1970’li yıllara gelinmesi gerekiyordu.

1960 SONRASINDA, BÜYÜMEK İSTEYEN SERMAYE GRUPLARININ TEMSİL İHTİYACI

27 Mayıs’la DP devrilmiş, 1960 sonrasında sınıfsal, siyasal ilişkilerde köklü dönüşümler meydana gelmiş; kırdan kente büyük göçler yaşanmış, sol siyaset kitleselleşmeye, yeni yeni örgütlerle tarih sahnesine çıkmaya başlamıştır.

Demirel’in Adalet Partisi 1965 seçimlerinde % 52,8 oy alarak tek başına iktidar olmuş, 1969 seçimlerinde oy oranı % 46,5'e düşmüştür. Hala tek başına iktidardır ama bütün sağı kapsama iddiasının temelleri sarsılmaktadır.

1967 yılında enteresan bir olay yaşanır. 1956 yılında kurulmuş olan Gümüş Motor fabrikasının kurucularından olan ve Odalar Birliği yönetiminde görev yapan Necmettin Erbakan adında bir girişimci seçimlerde başkanlığa aday olmuştur. Erbakan, büyümek isteyen küçük ve orta işletmelerin temsilcisi olarak başkanlığa seçilmeyi de başarır. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde kurulu bu işletmeler büyümek istemektedirler ve tekelci burjuvazi ile çıkarları uyuşmamaktadır. Bu uyuşmazlığın sonucu olarak başkanlığı büyük sermaye tarafından hoş karşılanmayan Erbakan, AP iktidarı tarafından polis zoruyla başkanlık koltuğundan uzaklaştırmıştır. 1970’lerin başında oluşan Milli Görüş’ün sınıfsal olarak yaslandığı ve temsil ettiği sınıf, sonrasında “Anadolu sermayesi”, “Anadolu kaplanları” olarak da anılacak küçük - orta ölçekli sermaye gruplarıdır.

Bizzat kendisi de böyle bir sınıfın üyesi olan Necmettin Erbakan toprak sahibi bir ailenin ve Ağır Ceza hâkiminin oğlu olarak 1926 yılında Sinop’ta dünyaya gelmiştir. İstanbul Erkek Lisesi’ni ve İTÜ Makine Mühendisliğini bitirmiş, akademik çalışmalarına İTÜ ve Almanya’da devam etmiş, 1956 yılında ülkeye dönmüştür. Üniversite yıllarında Nakşibendiliğin Gümüşhanevi Dergâhı’yla hemhal olmuştur. Meşhur Gümüş Motor Fabrikası’nın adı buradan gelmektedir ve ortakları arasında dergâh üyeleri de vardır. Sonraki parti kuruluşunda dergâhın şeyhi Mehmet Zahit Kotku’dan icazet alınmıştır.

Sonrasında Milli Görüş’ü oluşturacak öncü isimler AP içinde kalmak için epey çaba harcarlar fakat kabul görmezler ve Erbakan’ın milletvekili adaylığı için yaptığı başvuru reddedilir. Bu durum üzerine 1967’den beri AP içinde İslamcılık davası güden birkaç milletvekiliyle Erbakan yol arkadaşlığı konusunda anlaşır ve 1969 seçimlerine “Bağımsızlar Hareketi” olarak katılırlar. Sloganları "Milliyetçi ve mukaddesatçı Türkiye”dir. Yalnızca Erbakan, Konya’dan bağımsız milletvekili olarak seçilebilir ama artık siyasi oluşumun taşları döşenmeye başlamıştır. 1970 yılında AP’den iki milletvekili ayrılır ve Erbakan’la birleşerek Milli Nizam Partisi’ni (MNP) kurarlar. Bahsettiğimiz sınıfsal kesimin temsilciliğine soyunurlar ve aynı zamanda okumuş-yazmış seçkin muhafazakârlara, taşradaki, kentlerdeki yoksul dindar kesime yönelirler. Batı karşıtı, anti semitist bir İslamcı söylem MNP’nin oluşturduğu dilin ana vurgularıdır. Millilik; ümmetçilikle, Türkçülük arasında gider gelir ama İslami yönü daha ağır basmaktadır.

12 Mart 1971’de yapılan askeri faşist darbe sonucunda MNP, “laikliğe karşı faaliyetler” suçlamasıyla kapatılır; Necmettin Erbakan, İsviçre’ye gider.

DARBECİ KOMUTANLAR ERBAKAN’I DÖNMEYE VE PARTİ KURMAYA İKNA EDİYORLAR

Erbakan’ın bu defaki Avrupa macerası uzun sürmez, Turgut Sunalp ve Muhsin Batur tarafından ülkeye dönmesi için ikna edilir. Döner dönmez de 1972’de Milli Selamet Partisi’ni (MSP) kurar. Hem solun yükselişine karşı hem de sağı AP’nin tek başına kapsayamayacağı gerçeği müesses nizamın İslamcı bir partiye ihtiyaç duymasına neden olmuştur.

1973’teki seçimler MSP için zaferdir, aldığı % 11,8 oy oranıyla bazı büyük Orta, Doğu Anadolu şehirlerinde birinci parti olur. "Önce ahlak ve maneviyat" ve "Ağır sanayi hamlesi" MSP’nin ana vurgularıdır. Meclis’te 48 vekili vardır ve aritmetik koalisyonu zorunlu kılmaktadır. Erbakan yaratacağı risklere rağmen CHP ile koalisyona sıcak bakar. Sağ çevrelerden beklenen eleştiriler gelir, özellikle 1974’de çıkartılan af sonrası MSP “komünist işbirlikçisi” olmakla suçlanır, daha sonra Nurcu kökenli vekiller partiden ayrılır.

Bu yıllar işçi sınıfı mücadelelerinin zirveye çıktığı dönemdir. MSP, bu alana dair sınıf uzlaşmacılığını ve daha çok sermaye sınıfının çıkarlarını esas alan bir yaklaşımla yönelir. Milli Görüşçü bir sendika olarak Hak İş 1976’da kurulur. Örneğin Öz Metal İş Sendikası, Milli Görüşçü bir işverenin fabrikasında greve giden işçilerin işten atılması, yerlerine Öz Metal üyesi işçilerin yerleştirilmesiyle büyür ve toplu sözleşme bu hamlenin ardından yapılır. Hak İş 2000’li yıllara kadar Milli Görüş ekseninde sonrasında ise AKP’yle yola devam eder.

MSP, ANTİKOMÜNİST SİYASETİN SAFLARINDA

70’li yıllarda, antikomünist safta pozisyon almayan bir sağ siyasetin ayakta kalma şansı yoktur. Hâlbuki Milli Görüş en başından beri “biz ve onlar” söylemiyle kendisini “üçüncü yol” olarak tarif etmekte, sağın sıradan bir bileşeni olarak görülmek istememektedir. Batı ve İsrail karşıtlığıyla AP’den, İslam davasını esas alan milliciliğiyle de MHP’den ayrı bir konumlanma tarif eder. Ama 80 öncesinin politik iklimi buna müsaade etmez. MSP 1975’te kurulan Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin (MC) bir unsurudur. Koalisyon ortağı olmayı kadrolaşma imkânları açısından da değerlendirir, fırsatını bulduğu bütün devlet kademelerinde kadrolaşır.

MSP, 77 seçimlerine “Kıbrıs Harekatını CHP’ye rağmen kendilerinin yaptığı” propagandasıyla girer. Solla yaptığı ittifakı da sağ nezdinde temize çekmenin gayreti içindedir. Bu söylem inandırıcı bulunmaz oy oranı yüzde 11’den 8.5 civarına düşer, MSP, Meclis’teki sandalye sayısının yarısını kaybeder. Ama kurulacak 2. MC hükümetinde (amblemine de uygun olarak) anahtar rolü üstlenmek gayretindedir. Koalisyon kurulurken gücünün çok üzerindeki istek ve taleplerle Demirel’i epey yorduğu söylenir. Ancak ikinci MC hükümetinin ömrü çok uzun olmaz.

“Sola karşı savaş hükümetleri” diye de tarif edilen MC hükümetlerine MSP katkısı 1979’da bu defa 3. MC Hükümeti’ni dışardan desteklemek biçiminde olur.

Öyle olmadığını iddia etse de MSP sağ yelpazenin bir bileşenidir ve 70’lerin sonuna doğru yükselen radikal İslamcılığın etkileri Milli Görüş hareketini de fazlasıyla etkisi altına alıyor, 1979’daki İran İslam Devrimi “düzen dışı” bir retoriğin yerleşmesi için basınç nedeni oluyordu. "Dinsiz devlet yıkılacak elbet", "Şeriat gelecek yüzler gülecek", "Şeriat İslam’dır, anayasa Kur'an'dır" sloganları MSP’nin dönemin atmosferinden uzak kalamayacağını gösteriyordu. MSP merkezi hem bu radikal eğilimi sınırda tutmaya çalışıyor hem de enerjisinden yararlanmak istiyordu.

MTTB ve Akıncı Gençlik gibi gençlik yapılanmaları bu etkinin en çok hissedildiği alanlar oluyordu. Akıncılar Dergisi 1979'da “Sınırsız ve Sınıfsız Hicret Devleti'ne Doğru" manşeti atıyordu.

Radikalleşme sağ içi rekabeti de artırıyor, ölümle sonuçlanan çatışmalar yaşanıyordu. Akıncı Gençlik liderlerinden Metin Yüksel’in ülkücülerce öldürülmesi iki grup arasındaki şiddetli halin göstergesidir.

1980 yılına gelindiğinde MSP “İslamcı” tavrını çok daha net biçimde ortaya koymaya başladı. 1980’de 23 Nisan gibi resmi törenlere katılınmadı. 6 Eylül’de takkeli, sarıklı, cübbeli katılımcılarla Konya’da düzenlenen "Kudüs'ü kurtarma ve gençlik mitingi" 12 Eylül sonrasında partiyi kapatma gerekçelerinden birisi oldu.

12 EYLÜL SONRASINDA MİLLİ GÖRÜŞ’ÜN YÜKSELİŞİ

12 Eylülcüler MSP yöneticilerini de tutukladılar. 80’li yıllarda Milli Görüş çizgisini iki uca çeken nedenler vardır. Siyasal İslam’ın radikalleşme hali yükselmeye devam ediyordu. 1983’te yayınlanmaya başlayan Akıncı Güç isimli dergi, 80 öncesinin Akıncı Gençlik yönetimini pasif olmakla eleştiriyordu. Bu topluluk bir süre sonra İBDA-C’ye dönüştü. Diğer yandan dört ana eğilimi bünyesinde toplama iddiasındaki ANAP Milli Görüşçülerin önemli bir kısmından teveccüh görüyordu.

Refah Partisi böyle bir atmosfer içinde, 1983 yılında kuruldu. Bu dönemi ayakta kalma çabası içinde geçirdiler diyebiliriz. 1984 yılındaki seçimlerde yüzde 4.4 oy aldılar, 1987’de Erbakan tekrar genel başkan oldu ve yapılan genel seçimlerde bu defa oylar yüzde 7.1’e yükseldi. Erbakan faktörü Milli Görüş için her zaman önemliydi. Ama oyların yükselmesindeki bir başka neden radikal İslamcı odakların, tarikat ve cemaat yapılanmalarının partiye yönelmesidir.

1991 genel seçimleri yükselişin devam ettiğini gösterdi. Yüzde 16’lık oy oranı, Meclis’te 62 sandalye kazanılmasını sağladı. Seçime RP, MHP’nin devamı MÇP ve Aykut Edibali’nin Islahatçı Demokrasi Partisi’yle ittifak yapılarak girilmişti. Seçilen milletvekillerinin yirmisi seçimden sonra partilerine gittiler. Bu “başarı” egemen siyasetin ANAP’ın çöküşe doğru geçişine karşı o gün açısından bulunmaya çalışılan çarelerden biriydi. Refah Partisi (RP) merkez sağa doğru yaklaşıyor, resmi ideolojiyle daha da uyumlu hale gelmeye dönük adımlar atıyordu.

Bu arada 80’lerin başında 12 Eylül’le yok edilemeyen sol potansiyel 89 seçimlerinde SHP’ye büyük bir başarı getirmişti. 90’lı yıllarda gençlik hareketi üniversitelerde yükseliyor, kamu çalışanları meydanlara iniyor, işçiler hakları için büyük kitlesel yürüyüş ve eylemler yapıyorlardı. Kürt sorununda yükselen savaş, faili meçhuller, sola ve aydınlara dönük katliamlar 12 Eylül siyasetinin 90’lara göre güncellenmesi anlamına geliyordu

Sermaye fraksiyonlarının rekabeti istikrarlı bir hükümet düzenin işlememesine neden oluyordu. 1994’te alınan 5 Nisan kararlarıyla Merkez Bankası Türk lirasının değerini %38 devalüe etti. Enflasyon %134 arttı. Savaş yıllarından beri ekonomi hiç bu vaziyete gelmemişti.

REFAH PARTİSİ İKTİDARDA

RP böyle bir ortamda girdiği 1994 yerel seçimlerinde oy oranını yüzde 19’a çıkarttı, İstanbul, Ankara başta olmak üzere pek çok büyük şehri kazandı. SHP’nin etkisiz hale gelip eriyerek CHP tarafından lağvedilmesi ve sosyal demokratların parçalı şekilde girdiği 1994 yerel seçimlerinden yenilerek çıkması, 1995’te yapılan genel seçimlerden Refah Partisi’ni birinci çıkardı. Hükümet kurma görevi ilk olarak RP’ye verilmedi; didişen kardeşler DYP ve ANAP, koalisyon hükümetini kurdu ama Meclis’ten güvenoyu alamadı. Ardından RP ve DYP, 54. hükümeti kurdu. RP, solun seçenek olarak kendisini ortaya koyamadığı koşullarda muhafazakâr taşra zenginlerinden, esnaftan, orta sınıf muhafazakâr kesimden ve yoksul işçi sınıfının bir kesiminden destek aldı.

90’lı yıllarda Milli Görüş yine Anadolu sermayesine genişlemeyi vadediyor, yoksul halkı da arkasına alan söylemi popüler hale getirmeyi başarıyordu. Yoksullara dönük soldan devşirdiği pek çok söylemi vardı, “kölelik düzenine” itiraz ediyordu. Hem yoksula hem daha da zenginleşmek isteyen sermaye gruplarına “adil düzen” vadediyordu.

Esasında “adil düzen” neoliberal sistemin, serbest piyasa ekonomisinin dışında bir şey önermiyordu. Adil düzenin ne anlatmaya çalıştığı da uzun bir tartışma konusu olabilir ama şunu belirmekte fayda var, RP’yi destekleyen pek çok kesim de makul bir slogan olarak gördükleri bu talebi ütopik buldular. Dolayısıyla Refahyol Hükümeti adil düzen vaatlerine dair adımların atılmadığı hatta RP’li yöneticiler tarafından da fazla dillendirilmeyen bir hükümet deneyimi olarak yaşandı.

Diğer yandan iktidar olmadan önce şiddetli bir biçimde Erbakan’ın ve partinin söyleminde yer alan batı, İsrail karşıtlığı söylemi iktidar olunca sürdürülmedi. Mesela Çekiç Güç’ün görev süresinin uzatılmasına, İsrail’le askeri anlaşma yapılmasına RP’liler fire vermeden imza attılar. Erbakan artık konuşmalarında Menderes’e, Özal’a vurgular yapıyor, merkez sağa yerleşme arzusunu açıkça belli ediyordu. Hatta Atatürk’ü dahi anmaktan çekinmiyordu.

Fakat iktidara gelmeden önce dillendirilen vaatler hayata geçemeyince RP’ye oy veren kesimlerde ciddi hayal kırıklıkları baş göstermeye başladı. Merkez sağa yerleşme hamleleri de pek başarılı olamamıştı. “Ne İsa’ya ne Musa’ya” durumu ortaya çıkınca parti hızla kendi kodlarına geri döndü. “Taksim’e cami yapma” sözü sık sık dillendirilir oldu, Erbakan, ABD’nin, askerin ve dış işlerinin ikazına rağmen önce İran’a sonra Mısır’a, ardından da Libya’ya gitti. Yaşı yetenler Erbakan’ın Kaddafi’nin çadırında ağırlanmasını ve Türkiye’de kopan fırtınayı hatırlayacaklardır. Başbakanlık konutunda tarikat cemaat şeyhlerine verilen iftar yemeği ise dönemin simgesel olaylarından biri olarak akıllarda kaldı.

3 Kasım 1996’da Susurluk’taki kazayla ifşa olan ilişkiler “devlet-mafya-siyaset” diye kodlanan düzen gerçeğini gözler önüne seriyordu. Refahyol hükümetinin yükselen toplumsal tepkiye verdiği karşılıklar ise hafızalardan hiç silinmedi. Erbakan “gulu gulu dansı yapıyorlar”, Adalet Bakanı Şevket Kazan ışık söndürme eylemlerine dair “mum söndü oynuyorlar” diyordu. Yükselen halk muhalefeti ise düzeni ve onun güncel hali Refahyol hükümetini hedefe koyuyordu.

28 ŞUBAT… MİLLİ GÖRÜŞ’TE BÖLÜNMEYE GİDEN SÜRECİN BAŞI

1997 yılının 28 Şubat’ında ülkemiz tarihinin en önemli Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantılarından biri gerçekleşti. Bugüne gelene kadar ordu içinden, sivil toplumun çeşitli unsurlarından, medyadan sesler yükselmeye başlamıştı. 22 Ocak’ta Gölcük’te yüksek rütbeli subaylar, “irticanın iktidarda olduğu” vurgusunu öne çıkaran bir toplantı yaptı. Bunlar yaşanırken 22 Ocak’ta 97 Ocak’ının son günlerinde meşhur Sincan gecesi yaşandı. Sincan Belediyesi’nin düzenlediği Kudüs Gecesi’nde, cihat çağrısı yapan bir tiyatro oyunu sergilendi. Ardından belediye başkanı Bekir Yıldız tutuklandı. Bu arada Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Erbakan’a uyarı mektubu gönderdi.

28 Şubat günü yapılan MGK’dan hükümetin orta vadede sonlanmasının yolunu açacak kararlar alındı. Kararlarda laiklik için yasaların uygulanması, tarikatlara bağlı okulların denetlenmesi gerektiği, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi, tarikatların kapatılması gerektiği vurgulanıyor; ordudan atılanları savunan medyanın kontrol altına alınması, kılık kıyafet kanununa uyulması, Atatürk aleyhindeki eylemlerin cezalandırılmasına dair maddeler sıralanıyordu. Şimdilerde, o zaman medyanın “Erbakan metni imzaladı” vurgusunun gerçek olmadığı ve Erbakan’ın MGK metnini imzalamadığı söyleniyor. Ama Erbakan pek ala o zaman da “ben bu metni imzalamadım” diye beyan edebilirdi. Bu Milli Görüş hareketinin direncini göstermesi açısından önemli bir ayrıntı olsa gerek.

28 Şubat’ın ardından ordu “irtica brifingleri” vermeye başladı. Mayıs 97’de dönemin Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş “ülkeyi iç savaşa sürüklediğini” söylediği RP’nin “laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı hâline gelmesi” sebebiyle kapatılması için dava açtı.

Çözülmeler başlamıştı, DYP’den bazı vekiller ve bakanlar istifa etti. Erbakan 18 Haziran’da başbakanlığı Çiller’e devretme amacıyla istifa ettiğini açıkladı. Cumhurbaşkanı Demirel ise hükümet kurma görevini DYP Genel Başkanına değil ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a verdi. Ecevit, Mesut Yılmaz ve Hüsamettin Cindoruk’la kurulan Anasol-D hükümeti MGK kararlarının uygulayıcısı bir hükümet oldu.

Refah Partisi 16 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Necmettin Erbakan, Şevket Kazan gibi isimlere 5 yıl süreyle siyaset yasağı getirildi

ÖMRÜ KISA FAZİLET PARTİSİ ve SAADET PARTİSİYLE TETİKLENEN BÖLÜNME

Refah Partisi’nin kapatılmasına yakın bir zamanda Fazilet Partisi kurulmuştu. Dolayısıyla Refah kapatılır kapatılmaz Fazilet siyasi hayatına başladı. Ancak kısa süre içinde açılan kapatma davasının sonucunda 22 Haziran 2001’de Fazilet Partisi de kapatıldı.

Ardından Recai Kutan genel başkanlığında kurulan Saadet Partisi ise Milli Görüş’ün bölünmesine doğru atılmış bir adım oldu. Tayyip Erdoğan siyasi yasaklıyken, “yenilikçi kanat” olarak anılan isimler Abdullah Gül’ün adaylığında genel kurulda seçim yarışına girdiler. Recai Kutan listesi 633, Abdullah Gül listesi, yani yenilikçiler 521 oy aldı. Ok yaydan çıkmıştı, artık yenilikçi kanat AKP’ye giden süreci adım adım örecekti.

MİLLİ GÖRÜŞ’TEN KALANLAR

AKP yirmi yılı aşan tarihiyle şüphesiz başlı başına ayrı bir değerlendirme konusu. İlk yola çıktıklarında “Milli Görüş gömleğini çıkarttık” diyorlardı. Uzun süre de öyle görünmeye çalıştılar. Fakat özellikle 2010 sonrası AKP’ye baktığımızda Milli Görüş’ten bu güne pek çok şey taşıdıklarını görüyoruz. “O gömleği zaten hiç çıkarmamışlardı” diyen de, “Milli görüş gömleğini yeniden giydiler” diyen de var.

Milli Görüş’ün diğer mirasçısı, bu güne kadar kesintisiz biçimde varlığını sürdüren Saadet Partisi, İslamcı cenah için AKP’nin alternatifi hiç olamadı. Ancak ittifaklı seçim sürecine girildiğinden beri politik etkisinin arttığı bir başka gerçek.

Diğer bir mirasçı ise Erbakan’ın oğlunun genel başkanı olduğu Yeniden Refah Partisi. Fatih Erbakan, Milli Görüş geleneğinin en otantik haliyle siyaset sahnesinde yer almaya çalışıyor. Konuşmalarını dinlerseniz Necmettin Erbakan’ı anımsatan pek çok söylem görürsünüz. “Bu millete ne kasa başındakiler ne de masa başındakilerden fayda gelmez”, “Tıpkı iktidar gibi bugün de muhalefet Amerika’ya giderek iktidar olmaya çalışıyor. Biz kuvvet ve kudret sahibi Amerika değil Allah’tır inancıyla yürüyoruz.” …

AKP’nin de diğer İslamcı partilerin de siyasi hayatlarının nereye evrileceği meselesinde 2023 çok önemli bir tarih olacak. Ama “adillik/adalet”, “refah”, “fazilet” “selamet” gibi vaatlerin iktidar tarafından fazlasıyla tüketildiği malum bir konu.

Etiketler
Milli Görüş