İlhan Erdost; solmayan bir özgürlük gülü…

Sanırım eskiden kitap fuarları, okuyucular için çok daha cazipti. Hele de küçük bir yerden İstanbul’a gelmiş üniversite öğrencileri için binlerce kitabın...

Sanırım eskiden kitap fuarları, okuyucular için çok daha cazipti. Hele de küçük bir yerden İstanbul’a gelmiş üniversite öğrencileri için binlerce kitabın içine dalmak, cennete düşmek gibiydi. Yeni çıkan kitaplara ulaşmak, yazarlara kitap imzalatmak, kısacık da olsa onlarla sohbet etmek güzeldi. Fuar, İstanbul’da bu kadar uzağa taşınmadan önce Ekim ayının sonlarından Kasım ayı ortasına kadar Şişhane’de, şimdi TRT‘nin olduğu binada kurulurdu.

Fuarın bizim için bir anlamı daha vardı, YÖK’ün kuruluş yıldönümü 6 Kasım’da yapılacak büyük eylemin propagandasının bir bölümü burada yapılır, katılımcılar eylemlerden haberdar olurdu. Beyazıt’taki 6 Kasım’ın provasını öğrenciler, yazarlar, okurlar bir arada yapmış olurduk.

Bir kısım öğrenciyle yayınevi çalışanları arasında ufak tefek kitap hırsızlıkları sebebiyle, tatlı sert atışmaların yaşandığı zamanlar… Fakat bu tür teşebbüslere Sol Yayınları maruz kalmazdı, solcu öğrenciler bu yayınevinin kitaplarını mutlaka parasını ödeyerek almak konusunda hassasiyet gösterirlerdi. Zaten diğer yayınevlerine göre çok daha ucuzdu ve 7 Kasım’daki kampanyayla kitap fiyatları yarı yarıya düşerdi. Hala süren bu geleneğin bir nedeni vardı. Yayınevinin kurucu Muzaffer İlhan Erdost’un kardeşi İlhan Erdost 7 Kasım 1980’de gözaltında dövülerek katledilmişti.

Sol Yayınları’yla tanışmak sosyalist teoriye, ülkemizin sosyalist birikimine ve geçmişine doğru adım atmaktı. İlhan Erdost’u tanımak 12 Eylül faşizmiyle, antikomünist zihniyetle tekrar tekrar yüzleşmek demekti. Aynı zamanda değeri ölçülemez bir aydının kaybını yüreklerimizde hissetmekti.

Yine el basacaksın o kitaplara

Dostun, kardeşin, aydının el basacak

Bir şeyi hiç unutmayacak üniversiteli genç

Bedeli canla ödenmiştir elindeki kitabın”

Ahmet Telli, İlhan Erdost için yazdığı şiirde doğru söylüyordu; elimizdeki kitapların bedelinin canla ödendiğini biliyorduk. Şüphesiz üniversiteli gençler hala bunu biliyor…

Kimdi İlhan Erdost? Ne yapmıştı? 12 Eylül katillerinin onu öldürmesine hangi “suçu” sebepti?

MUZAFFER VE İLHAN KARDEŞLERİN BÜYÜK ESERİ SOL YAYINLARI

İkinci Dünya Savaşı henüz sonlanmamışken, Tokat Artova’da 17 Aralık 1944’te dünyaya gelir İlhan Erdost. Savaşa girmemiş ama yoksulluktan perişan haldeki ülkenin çocuğudur. Çocukluluğunun başında Demokrat Parti büyük vaatlerle iktidara gelmiş, emperyalist ülkelerden gelen yardımlarla yaşanan ekonomik genişleme toplumun genelinde önemli değişimlere yol açmıştır. Bir zaman sonra dış yardımların, tarım alanında yaşanan gelişmelerin sonuna gelinir ve ekonomik bunalımla birlikte köylerden kentlere doğru büyük bir göç dalgası başlar. İşçi sınıfı büyüyor, ülke yeni siyasal gelişmelere ve solun yükselişe geçeceği günlere doğru ilerliyordur.

Bu yıllarda abi Muzaffer başkente üniversiteye gelir, bir süre sonra kardeşi İlhan’ı da yanına alır. Muzaffer Erdost, Demokrat Parti’ye karşı verilen mücadelenin içerisindedir ve iktidar sona yaklaşırken Askeri Cezaevinde tutukludur. Aynı zamanda yazıları, şiirleri yayınlanmaktadır. “İkinci Yeni” akımının adını koyan odur. Öğrenciliğin yanında Son Havadis, Ulus gibi gazetelerde çalışmaktadır. Genç şairlerin, edebiyatçıların önünün açılmasındaki rolü ve emeği büyüktür. Ülkü Tamer, Yılmaz Gruda, Tevfik Akdağ, Bilge Karasu, Cemal Süreya, Ece Ayhan, Turgut Uyar gibi şairleri desteklemiş, yanlarında olmuştur.

Kardeşi liseyi bitirip Hukuk Fakültesine girdiği dönem Muzaffer askere gider. İlhan okulun yanında ağır bakım atölyesinde çalışır, ağır taşımaktan daha sonra hep çekeceği bel ağrısı, artık yaşamının parçasıdır.

1960’ların ortasından itibaren solun yükselişi hızlanır. Askerden dönen abi Ulus’ta Demir İşhanı’nın küçük odasında Sol Yayınları’nı kurar ve iki kardeş artık faşizm onları ayırana kadar kaderlerini tamamen birleştirecektir. 1965 yılında yayınevini kurduklarında ülkemizde sosyalizm mücadelesine böylesine muazzam bir katkı yapacaklarının farkında mıydılar bilmiyorum. Şimdi, her şeye elimizdeki telefonla ulaşabildiğimizden bunun kıymetini anlamamız zor. Ama uzun yıllar boyu yasaklanmış, basımına izin verilmemiş, en fazla el altından insanlara ulaşmış Marksist yazının yaygınlaşmasında katkısı çok büyüktür. Dönemi yaşayanlar, memleketin en uzak köşelerine bu kitapların ulaşmasının kıymetini anlatıyorlar.

Sol Yayınları’nın kuruluşu Muzaffer ve İlhan kardeşlerinin yaşamlarının artık tamamen ayrılmaz bir bütün haline gelmesinin de adımı olur. Yayınlanmasından yüz yıl sonra Kapital, küçücük yayınevi odasında basıma hazırlanır, aynı şekilde geniş kitleler Einstein’la buluşacaktır. Marks, Engels, Lenin, Mao’nun kitapları; felsefe, ekonomi, fizik, biyoloji, kimya gibi temel bilim kitapları; siyasal, sosyolojik ve tarihsel yapıtlar Sol Yayınları tarafından halka ulaştırılır.

Bütün bu işler Muzaffer’in siyasal ve yasal sorumluluğu, İlhan’ın teknik ve ekonomik yükü omuzlamasıyla kotarılır. Bu bitmeyen soruşturmaların, mahkemelerin, tutuklamaların da omuzlanması demektir.

Tanıyanların ve abisi Muzaffer Erdost’un yazdıklarından anlıyoruz ki İlhan Erdost yayıncılık konusunda bir nevi doğuştan yetenekliymiş. Abisinin yazıları dâhil olmak üzere, basılacak bütün kitaplar onun keskin, doğru ve acımasız eleştiri süzgecinden geçiyormuş.

SOL YAYINLARI KAPATILIYOR VE YENİDEN DOĞUYOR

Sosyalist mücadeleye, bilimsel çalışmalara, edebiyata yapılan büyük katkılar 12 Mart faşizmi tarafından cezasız bırakılmaz. Sol Yayınları kapatılır, Muzaffer Erdost tutuklanır. Abisinin mahkemelerine koşmanın yanında aileyi geçindirmenin, abisinin eşinin yanında olmanın, onların çocuklarına bakmanın sorumluluğu İlhan’dadır. Zafer Çarşısı’ndaki küçük dükkânda Onur Yayınları’nı kurar. Ağır koşullar ve sorumlulukların üstesinden gelir ama bedeni alarm vermektedir. Geçirdiği mide kanamasını hızla atlatarak işleri sürdürür.

Onur Yayınları’nın ilk kitabı Darwin'in İnsanın Türeyişi’dir. Ardından peşi sıra sol klasikler basılmaya devam eder.

Muzaffer Erdost 1974’te cezaevinden çıkar ve Onur Yayınları’nın yanında Sol Yayınları tekrar doğar. Yeni kitaplar birbiri ardına dizilir. Yayıncılıkta yanlarına yeni insanlar katılır ve bir değişiklik yapılarak yeni yere, Kızılay’da bir daireye taşınılır. İlhan’ın hayatında çok önemli bir değişiklik daha olmuş, Gül hanımla evlenmiştir.

İki yayınevi kısa zamanda tahmin edilenin ötesinde bir büyüme gerçekleştirmiştir. İyi de kazanılmaktadır ama kazanılan para arsalara, dairelere, başka yatırımlara ayrılmaz, yine yayıncılığa harcanır. Ankara'nın en önemli yayınevlerinden biri, İlkyaz Basımevi böyle kurulur.

1980’E DOĞRU TIRMANAN FAŞİST TERÖR

70’li yılların sonlarına doğru toplumsal muhalefet, devrimci hareket durdurulmaya çalışılıyor, cinayetler artıyordu. Aydınlara, akademisyenlere, devrimcilere yönelen saldırılar halkı teslim almaya yetmedi. Faşist terör, darbeye zemin hazırlamak için kitle katliamlarına yöneliyordu. Bu tabloya büyüyen ekonomik buhran eşlik ediyordu.

1980’e doğru yayınlar yavaşlamaya, basımevi kapasitesinin altında çalışmaya başlar. Erdost kardeşler bir süre direnseler de basımevini kapatmak zorunda kalırlar. Yayınevi ise Kızılay’da küçük bir daireye taşınır. İlhan Erdost hayatındaki belki tek “lüksü”, Murat marka otomobili elden çıkartmak zorunda kalır.

Bu arada aydınlara yönelen faşist katillerin hedefinde Muzaffer Erdost da vardır. İlhan böyle bir pusudan onu çekip almayı başarmıştır ve mümkün olduğu kadar dışarıya çıkmasına engel olmaya gayret ediyordur.

İLHAN ERDOST’UN KATİLLERİ 12 EYLÜL DARBECİLERİ

12 Eylül, kanlı bir faşist darbe olarak toplumsal mücadeleyi engellemek ve tüm yaşamı teslim almak için yapılıyordu. Önceki darbe tecrübelerinden çok daha kapsamlı bir gelecek planıyla ülkenin üzerine çöreklenmişti.

Bu ortam içerinde 1980’in 3 Kasım’ında yayınevine bırakılan not üzerine Muzeffer Erdost Emniyet Müdürlüğünü arar, “emniyete gelmen gerekiyor” derler. Gittiğinde kardeşinin niye gelmediği sorulur, hâlbuki İlhan Erdost çağrılmamıştır. Aynı gün yayınevinde ve iki kardeşin evlerinde arama yapılır. Muzaffer Erdost’un ifadesi alınır, 5 Kasım’a kadar gözaltında kalır. 5 Kasım günü İlhan Erdost da gözaltına alınır, yayınevi ve basımeviyle alakalı ifadesi alınır, yasal olarak herhangi bir sıkıntı yoktur.

Öğleye doğru iki kardeş aynı nezarete koyulurlar. Öğleden sonra Mamak Sıkıyönetim Komutanlığına götürülüp tekrar Emniyete getirilirler. Ertesi gün tekrar komutanlığa alınırlar. İlhan Erdost’a ait bir, Muzaffer Erdost’a ait üç kitap yasaklıdır ama yasaklı kitap bulundurmak tutuklanma gerekçesi değildir. Bırakılmayı beklerken savcının işinin çıktığını, işlemlerin ertesi güne kaldığı söylenir. 7 Kasım günü tekrar Sıkıyönetim Komutanlığı’na götürülürler, akşama kadar bekletilirler ve “yasak yayın bulundurmaktan” gözaltında oldukları kendilerine bildirilir.

Biraz Muzaffer Erdost’a kulak verelim:

“Cezaevi, aynı garnizonda, içerde, tepede bir yerdedir. Cezaevine götürülmemiz için bizi kapıda bekleyen amcam arabasıyla geldi. Eşim Rana da yanındaydı. Polis memuru nezaretinde, İlhan ve ben, yukarda cezaevinin girişine yakın bir yerde indik. Ben birkaç kez cezaevine girip çıktığım için, eşim bu tür girip çıkmalara alışkındı. Her zaman metin olmasını bilmişti. Arabadan indiğimizde, eşim Rana'nın gözlerinden yaşlar aktığını gördük. İlhan, gülerek, 'Rana abla’, dedi, ‘Seni ilk kez cezaevi kapısında ağlarken görüyorum!' Rana, 'İlhan bu bana başka bir iş gibi geliyor' dedi.” *

Rana hanım haklıydı, bu iş başka bir işti! C Blok’a götürülürler, gözaltı tutanağında adlarının karşısına hangi görüşü yazacaklarını sorarlar, Erdost kardeşler “sol” derler. İlkin saçlı ve bıyıklı fotoğraflarını çekerler, sonra saç ve bıyıklarını kesip yeniden fotoğraflarını çekerler. Dayak burada başlar. Kalacakları bloğa götürülmeleri için büyük araç istenir, oysa iki kişidirler. Bu arada bir astsubay içeriye girer, “On yaşındaki bebeleri zehirlediniz, içerisi zehirlediklerinizle dolu, sizin yüzünüzden bizim rahatımız yok, (erleri göstererek) bu çocuklar da sizin yüzünüzden geceleri bile uyuyamıyorlar.” der. Erler daha sonra verdikleri ifadede, yazdıkları dilekçede astsubayın kendilerine "Bunlar birer yılandır, analarını ağlatmazsanız ben sizin ananızı ağlatırım!" dediğini yazacaklardır. Arabaya tekme, yumruk ve coplarla dövülerek bindirilirler. Araba içinde süren işkence, araçtan indirildiklerinde devam eder…

Koğuşa getirildiklerinde İlhan, “midem bulanıyor, kusacağım!' der ve yere yığılır.

Koğuştakiler ikisini de yatırırlar, müdahale etmeye çalışırlar. Ellerinden geleni yaparlar ama İlhan Erdost hayatını kaybetmiştir. Henüz 36 yaşındadır…

Arkadaşlarının çok sevdiği, yayıncılığıyla ülkesine, sola eşsiz değerler katmış, Muzaffer Erdost’un ve eşi Rana hanımın kardeşi, Gül hanımın eşi, Türküler ve Alaz’ın babaları İlhan Erdost 7 Kasım günü 12 Eylül’ün faşistleri tarafından hayattan koparılmıştır.

“CANIMA CAN OLAN KARDEŞİM İLHAN ERDOST”

Bu bilinçli cinayetin failleri gizlenemedi, çünkü şiddete maruz kalan Muzaffer Erdost aynı zamanda katliamın şahididir. Dört er hakkında kasten adam öldürmek, astsubay hakkında ise kasten adam öldürmeye azmettirmek suçlarından dava açılır. Yedi yıl süren dava sonucunda üç er, ayrı ayrı 10 yıl sekiz ay ağır hapis cezası, dayak için özellikle arabaya bindirilmiş olan ere, 8 yıl hapis cezası verilir. Astsubay ise önce on yıl ceza alır, sonraki süreçlerde yargılanması yeniden yapılır ve en nihayetinde görevi ihmalden küçük bir ceza alır.

Erdost ailesinin yılları adalet mücadelesiyle geçer.

Muzaffer Erdost katledilene kadar kardeşiyle hiç ayrılmamıştır. Acıyı ve sevinci birlikte yaşamışlar, hayatı birlikte planlamışlar, birlikte çok şey başarmışlardır. “Canıma can olan kardeşim” dediği İlhan’ın adını kendi adına ekleyerek “İlhan’la birlikte” yaşamaya devam etmeye çalışmıştır. 12 Eylül sonrasında İnsan Hakları Derneği’nin kuruluşunda yer alır, sosyalistlerin verdiği mücadeleye destek olur. Sol Yayınları’nı yeniden ayağa kaldırır, günümüze kadar çok önemli eserleri bizlere ulaştırmasını sağlar.

Mücadeleci bir sosyalist, edebiyatçı, yayıncı Muzaffer İlhan Erdost, iki yıl önce 25 Şubat 2020’de aramızdan ayrıldı. Mücadelelerle, acılarla ve onurla yaşanmış bir hayatın mirasını bizlere bırakarak. İki güzel insanın anısı önünde saygıyla eğilirken son söz Turgut Uyar’ın dizeleri olsun…

“Yeni bir soydandı yepyeni

Kendi mezarında kendi açan bir güldü İlhan

Sabah da kırmızı akşam da kırmızı

Hep kırmızı kalacak solmadan”

*Muzaffer İlhan Erdost yayına hazırladığı “İlhan İlhan” adlı kitapta yaşadıkları işkenceyi ayrıntılarıyla anlatıyor. Kitapta İlhan Erdost’un ardından yazılan pek çok yazı ve şiir de var, okumayanların mutlaka okumasını tavsiye ederim.

KAYNAK:

Muzaffer İlhan Erdost, “İlhan İlhan”, Onur Yayınları 1995