Gerçekler önemseniyor mu?

Toplumsal huzur adına hiç bir çağrıya, teklife, öneriye kulak asmayan siyasi erk; Nisan ayında 129, Ocak ayında 94 kişinin intihar ettiğini, intihar yaşının...

Toplumsal huzur adına hiç bir çağrıya, teklife, öneriye kulak asmayan siyasi erk; Nisan ayında 129, Ocak ayında 94 kişinin intihar ettiğini, intihar yaşının 13’e kadar indiğini biliyor mu? Ya da önemsiyor mu?

Ekonomik kriz, eğitimde fırsat eşitsizliği, salgın hastalığın yönetilememesi, “bu ağır yükü artık taşıyamıyorum!” diyerek intiharı seçenlerin sayısının artması gibi halkın cevabını alamadığı bunca sorun varken ve birikmişken ülkeyi yönetenler; tüm bunların siyasal gelecekleri için bir sorun yaratacağını düşünüyor mu? Ya da nasılsa kitle tabanımız kopmaz deyip önemsemiyor mu?

Yaşamın her anında ve alanında gelip kadını bulan baskı, kadınlar tehlikede erkekler tehlikeli iken kendini dilde, elde, sözde, tonlamada, tavırda, eylemde, düşüncede bazen açık, bazen kapalı belli eden şiddet yetmedi mi?

Aşılar için aylardır; “Geldi, geliyor, aşı yok, gelecek, imzalar atıldı, yola çıktı, bekliyoruz, tedarik zincirinde aksamalar oldu inşallah aşacağız, az kaldı yerli aşıya geçiyoruz” gibi ayağı yere basmayan gerekçelerle açıklama yapanlar, kaç kişinin hayattan kopmasına neden olduklarını biliyor mu? Ya da önemsiyor mu?

Halkın penceresinden bakıldığında; Bilgisizlik, beceriksizlik, basiretsizlik, yolsuzluk, yoksulluk, adaletsizlik, özgürlükleri kısıtlama, yağma, sansür, korku salma, cehalet, cesaret gibi kavramların yönetim katında geçerliliği var mı? Ya da bu kavramlar gün ve gelecek adına önemini çoktan yitirdi mi?

Ekonomik dengeler ve turizm açısından bakıldığında; Turiste kur yapıp şirin görünmek adına “Keyfinize bakın aşılıyım!” baskılı maskelerle dolaşmak, milleti bu hale getirip, bu vasfa sokup, bu sıfata layık görmek itibardan olmasa da haysiyetten bayağı tasarruf etmek değilse nedir?

Ekonomik dengeler altüst, enflasyon dizginlenemiyor, tarım çökme noktasında, çiftçi bin bir zahmetle ürettiği ürünü çöpe atarken, Çin’den salatalık ithal etmek, manavda on liraya satılan domatesin üreticinin elinde çürüyüp gitmesini görmezden gelmek, alınan kararlardan hemen sonra vazgeçmek ilgili bakanlığın umurunda mı?

Yaşanılanlar yazılan destansı başarılar arasında küçümsendiği için güme mi gidiyor?

Yine halkın yaşadıklarına bakıldığında; en sevdiklerini yitirmiş, yakınlarını kaybetmiş, iflas etmiş, borçlanmış, işsiz kalmış, evsiz kalmış, dostsuz kalmış, elde avuçta satacak hiçbir şeyi kalmamış, dükkânını açamamış, tezgâhının başına geçememiş, kepengini aylar önce indirmiş, ömründen ömür gitmiş olanların çilesi önemseniyor mu? Yoksa “100 lira ikramiye nelerine yetmiyor?” denilip geçiliyor mu?

İş bilmek nedir? Kriz nasıl yönetilir? Her alan için gerekli şart olan liyakat en çok hangi iş kolu için olmazsa olmazdır? Bilgi, birikim, deneyim neden önemlidir? Her gece yarısı bir kararname çıkararak halk gerçek gündemden nasıl uzaklaştırılır? Geceleri alınan kararlarla gündüzler nasıl karartılır? Tüm bunlara bakınca hak yemek olmaz, zaman ve algı iyi yönetiliyor, bu da ayrıca uzmanlık ve beceri istiyor!

O halde konu gündemdeyken sormak gerekir: Markette tavuk satılacak, tava satılmayacak! Kahve satılacak, cezve satılmayacak! Bu arada da sakın ola eller arkada bağlanmayacak…

Ekonomide, çarşı pazarda hal böyle iken! Çatışmacı dil, kutuplaştırıcı üslup had seviyedeyken, yarınlar daha neyi getirecek sorusu havada asılı kalırken, intiharlar ürkütücü boyutlara doğru tırmanırken, temel gıda maddelerini bile alamayan halkın gerçek gündemi düşünülüyor mu?

Gelelim zayıflarla dolu eğitim karnemize!

İşsiz sayısı 12 milyonun üstünde. Üniversite mezunu işsizlik oranı yüzde 34, atanamayan öğretmen sayısı 700 bine ulaşmış. Zorunlu eğitimde olması gereken 15-19 yaş arası 1 milyon genç kayıp nesil olarak kayıtlara geçmiş. Bu dar görüşe, bu sıkıntılı zihniyete, bu derin sorunlara kendisini Marlon Brando’ya benzeten MEB ne diyor?

Demem o ki: Ağzına gelenleri söyleyenlerin, aklına gelenleri söylemeyenlerin yoğun olduğu ülkemizde çok lazımmış gibi benim de ne diye çeneme vuruyor ki! Aman neyse ne deyip geçmek varken. Sakin olalım, sakin olmalıyım, ben sorumluyum, siz sorumlusunuz, biz sorumluyuz, onlar sorumsuz deyip geçiştirmek varken. “Herkes bizi dertsiz sanır, türlü türlü derdimiz var” demek varken…