Hüzün yüklü iç dökme yazısıdır…

Bazı fotoğraflar belleklere kazınır, bazı kareler akıllarda kalır, bazı anılar yüreğe mıh gibi saplanır, bazı haberler bu nasıl şey dedirtir, bazı konular da ne anlatılır, ne paylaşılır, ne yazılır, sadece düşünülür ya! İşte tam da böyle bir ruh hali içinde bugün kılı kırk yaran bir titizlikle; önce insan, sonra yurttaş, sonra da eğitimci ve kadın olarak içime çökenleri yazıya dökerek iç çekmek istedim…

Yüreğimi ele geçiren hüznü yazıya dökerken ne mi düşündüm? Can vermemek için canı çıkan kadınları düşündüm! Ortalama günde üç kadının öldürüldüğü ülkemizin kadın haritasını düşündüm! Bekir Coşkun’un; “Kadınlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde yetim- öksüz kalan çok olur. Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler. Sabah karanlığındaki mutfaktan gelen tıkırtılar susar, yetim kalmıştır tabaklar. Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların. Balkon artık sessizdir, koridor kimsesiz. Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında; bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci… Bir anne gider, bir dost, bir arkadaş, bir sevgili…” kadınları anlatan efsane sözlerini düşündüm!

Başarı öyküleri yazdığı halde bilinmeyen gizli kahramanları düşündüm! Halkın gönlünde takdir belgesi alan özverili öğretmenleri düşündüm! Kürsülerimizde, okullarımızda ve bir arada olmayı ne kadar özlediğimizi düşündüm! Kurum ve kuralların askıya alındığı ülkemizi düşündüm! Yöneticilerin yanlı, yanlış, yaralayıcı sözlerini, bazen hesaplı kitaplı, bazen ayaküstü aldıkları kararları düşündüm!

Satamadığı ürününü imha eden çiftçinin emeğini ve hayallerini düşündüm. Siyasal iklimi germek için elinden geleni yapanlara karşı sade suya tirit iki cümleyle yetinen muhalefeti düşündüm! Bunca yaşamsal sorunu geçiştiren 600 milletvekilinin sadece maaşlara zam yapılınca birlikte hareket ettiklerini görünce milletle vekilinin ne kadar koptuğunu düşündüm.

“19 yıl hazırlık süreciydi, asıl şimdi başlıyoruz!” diyenlerin neye yeni başlayacaklarını, daha neleri yerle bir edeceklerini, güven ve istikrar esaslı manifestonun 19 yıl sonra neyi değiştireceğini düşündüm!

Heyecansız, coşkusuz, lebaleb kongrede bindirilmiş kıtaların ezberledikleri sloganları bağırdığı, sandıktan çıkacakların ve ağızdan çıkanların merak edilmediği, yenilik içermeyen, derde deva olmayan, CB’nın; “Evlenin ve çocuk yapın, yastık altındaki paraları çıkarın! Bu kez MKYK’na çok sayıda kadın aldık!” şeklindeki manifestosunu ve farklı rotalara kaymaları önlemek için attığı adımların, yenilediği vitrinin, kadrosunun, ya da A takımının toplumdaki karşılığını düşündüm!

Meclisin aldığı bir kararla imzalanan İstanbul Sözleşmesi için CB’nın; “Meclisin alacağı bir karar değil. Biz kararımızı verdik. Gireriz, girdiğimiz gibi de çıkarız. Muhalefet bu işleri bilmez!” şeklindeki güven ve istikrara yönelik sözlerini düşündüm!

1930’larda hak arayan İngiliz kadınlarının elindeki; “Britanyalı kadınlar Türk kadınlarından daha mı değersiz!” yazılı pankarttaki mesajın ‘nereden nereye?’ dedirten derin anlamını düşündüm!

Bazılarının ömür boyu yetecek kadar cüzdanını dolduran, bazılarının cebini bir daha geçmemek üzere boşaltan köprüler, otoyollar, millet bahçeleriyle şaha kalktığını, çağ atladığını, büyüyen, kıskanılan uçan Türkiye olduğunu savunanların! İtibarı binaların görkemine bağlayan zihniyetin! 11 milyonu bulan işsiz insanımıza nasıl çare olacağını, ihmal ve ihlallerini bile başarı hikâyesi olarak pazarlayanların daha ne gibi masallar anlatacağını, nefret dilinin sınırlarını zorlayarak, kültürel dokuyu bozanların, huzuru ortadan kaldıranların daha nelere imza atacağını düşündüm!

“Komşumuz Fatma Teyze 95 yaşında. Onun market ihtiyaçlarını hep ben alırım. Bu sabah bana: Sağ ol kızım, dedi ardından şöyle devam etti. Sen ölürsen tek başıma ben ne yaparım ki!” Sosyal medyada dolaşan bu iletiyi görünce gözden çıkarılan 65 yaş ve üstünün de hayata dâhil olduğunu ve nelere kadir olduğunu düşündüm!

27 Mart Dünya Tiyatro Günü nedeniyle; Tüm benliklerini, yeteneklerini, birikimlerini, yaratıcılıklarını, düş güçlerini, düşüncelerini ve duyarlılıklarını tiyatroya adamış, karşılığı olsa olsa bir avuç alkışla ödenen 10 bine yakın tiyatro sanatçısının, 20 bine yakın tiyatro çalışanının el uzatılmadığı için çektikleri sıkıntıyı düşündüm! Yetinmedim! Belleğimize yerleşen, attıkları edebi çentiklerle yazılarımıza- konuşmalarımıza renk katan yazarları- şairleri, sanat insanlarını düşündüm!

Sonra da düz mantık yürüterek sormak istedim! “Eti kasap vitrininde görüyoruz, midemizde değil!” diyen yoksula, işte değil, işsiz kuyruklarında ve İŞKUR’un kapısında yıllardır bekleyen diplomalı gençlere, alarm veren ekonomik göstergelerle alev alev yanan piyasaya, yangın yerine dönen memlekete güven nasıl verilecek?

Bebek mamalarına alarm takılan, ay çiçeği yağı bardakla satılan, 5 liralık kıyma bile alınamayan ülkemizde bu noktaya nasıl gelindiğine istikrar çerçevesinde nasıl bakılacak? İptal edilen İstanbul Sözleşmesi yerine hazırlanan Ankara Sözleşmesi nefret söyleminin ayrıştırdığı ülkemizde; umursanmayan, yok sayılan, görmezden, duymazdan gelinen kadınların kırım ve kıyımını nasıl önleyecek?

Sorulara devam edersek! Bazı fotoğraflara bakan bakanlar vicdani, insani ve mesleki anlamda hala bir şeyler söyleyecek mi? MB’nın sık değişimi için beyin jimnastiği diyenler, aklımızla alay etmeyi sürdürecek mi? 16 bakanlı, 64 bakan yardımcılı hükümet olup bitenler için ağzını açabilecek mi?

Yoksa neden ve niçin soruları her zaman olduğu gibi havada asılı kalırken; Kendilerinden emin, memnun, fazlaca moralli, sakin ve kararlı yönetim erbabı eli kolu, bağlı, çaresiz, sessiz kalarak koltuklarının hakkını verecek mi?