Yaşadığın çağı iyi okumak!

TÜRK-İş diyor ki; evinize her ay 6 bin 705 lira girmiyorsa yoksulsunuz. Bu durumda ülkemizde 20 milyon aile olduğuna göre 18 milyon aile yoksul demektir bir....

TÜRK-İş diyor ki; evinize her ay 6 bin 705 lira girmiyorsa yoksulsunuz. Bu durumda ülkemizde 20 milyon aile olduğuna göre 18 milyon aile yoksul demektir bir. 82 milyonun 29 milyonunu çalışanlar oluşturduğuna göre varın durumu siz hesap edin iki! 5 milyona yakın Suriyeli konuğumuzu da unutmayalım üç!

Bu sayısal verilerden sonra yapılması gereken şudur! Devlet büyüklerine özel yapım, özel sipariş telkâri gümüş takı hediye dağıtmaya devam. Saraylar yaptırmaya, yönetimin her katında araç filolarını artırmaya devam. Aile bireylerinin, yandaşların başında olduğu vakıf ve derneklere belediyeler eliyle bağış yağdırmaya devam…
18 yılda ülkemizin nereden nereye geldiğini (savrulduğunu mu demeliydim?) ortaya koyan göstergelere bakınca; Misal 50 lira için öldürülen gençlere, eğitimin getirildiği yere, ekonomide yaşananlara, yargının durumuna bakınca!

Yine iç barışın halini, dış politikanın başımıza açtıklarını, yok edilen demokrasiyi, unutulan değerleri, göz yumulan doğa katliamlarını, artan kadın cinayetlerini, son 15 yılda AVM sayısının 14’den 411’e çıktığını, dükkânların hiç iş yapmadığını görünce!
Memura yüzde 4+4, çaya yüzde 30, ulaşıma yüzde 25, doğalgaza yüzde 15, gıdaya yüzde 54 zam ortalığı kasıp kavurunca! Geçiş garantili köprü, yolcu garantili havaalanı, hasta garantili hastane, öğrenci garantili yurt modası hız kesmeden sürünce! Alın teri yok sayılıp, yoksul kuru soğan ve kuru ekmeğe talim edip, tencere kaynamayınca!

Olup biteni nasıl okumamız gerektiğine bakalım…

5 ayda 400 bin muhtaç yaratan gelir gider dengesizliğine, inişli çıkışlı Suriye politikasının yarattığı kördüğüme, depresyona girenlerin çokluğuna, sağlıkta yaşananlara, hudutlarımızı zorlayan mültecilere bakarsak! Havaya uçan paralar, özel yapım hediyeler için derin ahlar çekmeliyiz…

Bazen gerçeklerden kaçmak, bazen sorunların üstüne gitmek, bazen ben varım ve buradayım demek için yazıp, konuşup, paylaşıp duranlara hak vermeliyiz. Yer yer başkasının sesi olmak adına, bazen kendi iç sesini susturmamak için konuşup duranlara; hangi yolu seçerse seçsin olup bitenden haberdar olmak için, belli bir birikim ve altyapı şart demeliyiz!

Hele de yönetenlerin kültürel değil de parasal birikimine, yalanın dolanın siyasette bürokraside, akademide itibar görmesine, cehaletin başköşeye oturtulmasına karşı çıkmalıyız. Bunu yaparken de geçerli olanın, kritik dönemeçleri aşmaya yarayacak olanın, bizi birbirimize bağlayacak olanın, aramızdaki derin bağları güçlendirecek olanın maskesiz, yalansız dolansız ilişkiler olduğunun altını çizmeliyiz…

Şimdi dilerseniz başa sararak yazıyı bir soruyla bitirelim.

30 Ağustos için lafı dolandırıp vatan ve kahramanlıktan söz eden ama bi türlü Atatürk diyemeyen DİB’na, “bayrak kalsın resim insin” diyen müftüye “ulusal bütünlük, milli birlik böyle mi tesis edilecek?” diye sorulmayınca hatırlatmak istedik!
Her iki kurumun yöneticileri merak etmesin! Her iki kurum ve başındakiler unutmasın! Vatan ve kahramanlık denilince akla öncelikle GAZİ gelir. Kararlılık, yüreklilik, tutarlılık denilince akla sadece MUSTAFA KEMAL gelir. Bayrak ve yurt sevgisi denilince akla gelen ilk ve tek şey ATATÜRK’TÜR…

Bazı kişi ve kurumların görevi; A şıkkı: İşi nasıl zora sokarız? B şıkkı: Kafaları nasıl bulandırırız? İse! Bu yanlı, yanlış, pejmürde tutum A şıkkı ibretliktir. B şıkkı mutmain olmaktan uzaktır, incelemeğe ve masaya yatırmaya değerdir. Nokta…