Yeter, Kılıçdaroğlu... Yeter...

Muzaffer Ayhan Kara, Gerçek Gündem için yazdı; Yeter, Kılıçdaroğlu... Yeter...

Kemal Kılıçdaroğlu "CHP 7. Genel Başkanı" sıfatıyla dün T24 haber portalında konuk yazar olarak bir yazı kaleme aldı. Alabilir elbette... Ancak bu yazıda CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan ile görüşmesi söz konusu olunca "Saray ile müzakere edilmez, mücadele edilir" çıkışının bir nevi görüşmeden sonraki devamı söz konusu... Özel, Kılıçdaroğlu'nun ilk çıkışına Denizli'de "müzakere de ederiz, mücadele de" yanıtını vermekte gecikmemişti. Özel, Erdoğan ile AK Parti Genel Merkezi'nde görüştü. Ardından da ertesi gün Kılıçdaroğlu ile akşam yemeğinde birlikte oldu ve uzun bir görüşme yaptı. 3 Mayıs'taki bu görüşmeden sadece iki gün sonra gelmesi T24'teki yazının, son derece ilginç. Acaba o yazı 3'ündeki görüşmeden önce mi kaleme alınmıştı, yoksa görüşmenin ardından mi? Özel-Kılıçdaroğlu görüşmesinin ardından bir açıklama yapılmadı. Fakat Kılıçdaroğlu'nun yazısı adeta bir açıklama gibi. Yazının finalinde ağır bir gönderme var ve kime olduğu belli.

İlginç bir nokta da şu: Kılıçdaroğlu'nun yazıda kompleksli bir savunmaya da girdiği görülüyor saraya gitme hususunda. Aşağıdaki alıntılarda bunu görmek mümkün.

Dünkü "Tek bir yüzükten, saraydaki saltanata..." başlıklı yazıda 10 maddede Beştepe'ye, yani saraya değiniliyor. Kılıçdaroğlu, yazıya şöyle giriyor:

"Kıymetli dostlar, bu yazımda sizlere, Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl bir bela ile karşı karşıya olduğunu 10 maddelik bir yazı ile anlatmaya çalışacağım."

Kılıçdaroğlu, "Bugün saray deyince aklımıza ne geliyor?" ara başlığı altında şöyle devam ediyor (10 maddeyi buraya almıyorum uzun olduğu için, meraklısı yazının yayınlandığı siteden okuyabilir):

"Bir kişiye teslim edilen devlette; yozlaşmayı, çürümeyi, adam kayırmacılığını, sorumsuzluğu, yalancılığı, israfı hepsini görüyoruz. Daha acı olanı ise bu ortamı oluşturan aktörlerin sarayda ve onun oluşturduğu bürokraside de itibar görmesi… Açıkça söylemek gerekiyorsa bu, ahlaksızlığın devlet katında kurumsallaşması demektir. Biliyorum bazı okurlar bu eleştiriyi çok sert bulabilirler. Ama maalesef gerçekler acıdır ve o gerçekleri unutmak gibi, kabullenmek gibi bir lüksümüz de yoktur."

Kılıçdaroğlu, "Sarayda bir gün..." ara başlığı altında Erdoğan ile sekiz yıl önceki saray buluşmasını şöyle anlatıyor:

"Saraya bir kez gittim… 15 Temmuz darbe girişiminden 10 gün sonra, 25 Temmuz 2016 tarihinde… Bir darbe girişimi olmuş, daha şehit olanların, yaralıların sayısı tam bilinmiyor. Hayatını kaybedenlerin sayısının 400’ün üzerinde olduğu söyleniyor… Yaralıların sayısı tam belli değil, Ankara hâlâ barut kokuyor… Güvenlik önlemleri her alanda görülüyor… Erdoğan’ın daveti üzerine 25 Temmuz 2016 tarihinde saraya gittim… Toplantıya Başbakan Binali Yıldırım, ben, Sayın Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Sayın Fahri Kasırga ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Sayın İbrahim Kalın katılmıştı… 2 saat 40 dakika süren toplantıda darbe girişimi ve sonrası ele alındı."

Kılıçdaroğlu, sarayı anlatmayı şöyle sürdürüyor:

"Samimi söylemek gerekirse defalarca bürokrat ve siyasetçi olarak gittiğim Çankaya Köşkü'nün ağırlığı yoktu… Tarih yoktu… Çankaya Köşkü'ne girdiğinizde devletin kuruluşundaki atmosferi hissedersiniz. Sarayın bende yarattığı izlenim, bir kamu binasından çok, lüks ve ihtişamlı odaları ve yurt dışından getirildiği söylenen ve pahalı mermerlerden oluşan koridorları ile insanı rahatsız edici bir otel atmosferiydi… Erdoğan’ın bugün otururken neredeyse içinde kaybolacağı altın yaldızlı ihtişamlı koltuğu yoktu. Yoksulluğun, işsizliğin kol gezdiği Türkiye’de o lüksü, debdebeyi unutamam. Toplantı sırasında çay dışında sarayın fırınında piştiği söylenen sıcak kurabiyeler geldi… Çayımı içtim ama bu lükste bu kurabiyeler haramdır diye yemedim… Evet, yoksulluk içinde verilen bir milli kurtuluş savaşını ve o savaşın kahramanlarını düşündüğünüzde bu şatafatlı yaşam bize yakışmıyor… Ve bir daha da Sayın Bahçeli'nin sık sık gittiği saraya gitmedim ve hiçbir davete katılmadım.

Yani kıymetli dostlarım, ben Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı olduğumda, karşımda devletleşmeye başlamış 10 yıllık bir iktidar vardı. 15 Temmuz’dan sonra bu devletleşme süreci hızlandı ve kısa süre içerisinde tamamlandı. Ben, rahmetli Demirel, rahmetli Erbakan, rahmetli Ecevit gibi demokrasiyi içselleştirmiş bir siyasi rakiple değil, yargısıyla, askeriyesiyle, istihbaratıyla “BAAS” partisi benzeri, devletleşmiş bir yapıyla mücadele ettim. Ama şunu bilmenizi isterim;

“Geçmedim muhannet köprüsünden su apardı beni,

Yatmam çakal yatağında, aslanlar yese beni…”

Kimin olduğunu bilmediğim iki mısranın ilkini günümüz Türkçesine şöyle çevirebiliriz:

"Namert birinden menfaatlenmektense suda boğulmak daha hayırlıdır"

Özgür Özel, sorumlu bir siyasetçi olarak, CHP'nin değişim ve seçim başarısını getiren aktörlerinden birisi olarak nezaketini, zarafetini, saygısını ve vefasını elden bırakmamaya çalışıyor. Kılıçdaroğlu ise kendisine gösterilen saygıyı ve özeni bir mecburiyet olarak algılıyor olmalı ki adeta otomatiğe bağlamış 'ateşe' devam ediyor. Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasındaki suni dengenin yeniden kurulup sürmesini isteyenler, CHP'nin iktidar rotasına girmesinden memnun olmayanlar ise başta saray olmak üzere CHP'nin adeta bir "gölge genel başkanı" olmasını çok arzuluyor. Ne var ki bütün bunlar boş hayaller. Özgür Özel'in girdiği ilk seçimde CHP'yi birinci parti çıkarması CHP 38. Olağan Kurultayı'nda alınan sonucu kat be kat teyit etmiştir. Halkın onayı, delegenin onayından da güçlü olmuştur.

İşte bu nedenle bir zamanlar BJK taraftarının literatüre geçen sloganı geliyor aklıma ve onu şöyle çeviriyorum:

"Yeter, Kılıçdaroğlu... Yeter..."

Cumhurbaşkanı adaylığını dayatmak suretiyle Türkiye'ye beş yıl kaybettirip inkıtaları oynayan Erdoğan’a bir dönem daha verdiğin yetmiyor mu?

Etiketler
Kemal Kılıçdaroğlu CHP