Yaratılmış bir devlet

Gerçek Gündem yönetiminin makul talebi üzerine artık “çarşamba” sabit yazı günüm. Ancak gerektiğinde çarşamba dışında da yazı kaleme alacağım. Sadık okura bu duyuruyu yaptıktan sonra İsrail-Hamas savaşına devam edeyim…

Hamas’ın sürpriz Aksa Tufanı sonrasındaki gelişmeler ne uluslararası hukuka ne insan haklarına ne de savaş hukukuna sığıyor. Hamas’ın sivilleri de hedef alan saldırısını ve akabinde sivil rehineleri canlı kalkan olarak kullanma eğilimini onaylayacak değilim. Fakat bu gerekçeyle İsrail’in Gazze’yi abluka altına alması, sivilleri hedef alan ölçüsüz saldırılarda bulunması, çocukların, kadınların üzerine bomba yağdırıp evlerini başına yıkması; suyu elektiriği kesmesi, hastaneleri çalışmaz hale getirmesi; iki milyonu aşkın Filistinliyi yurdundan tehcir etme, giderek toprağını işgal ve ilhak etme girişimi asla hiçbir şekilde kabul edilemez. Dünyanın bunu seyretmesi de çok acı!

İSRAİL ABLUKASI VE YAYILMA EĞİLİMİ ŞAŞIRTICI MI?

Peki İsrail’in yönelimi şaşırtıcı mı? Değil. İsrail’in nasıl kurulduğunu, kökenindeki “terör” unsurunu bakın bir dönem Türkiye-İsrail ilişkilerinin gelişmesinde rol oynayan dostumuz E. Büyükelçi Süha Umar nasıl anlatıyor:

“İsrail yaratılmış bir devlettir. Kuruluşu tedhişe yani teröre dayanır. İsrail’in kuruluşunda en büyük rolü (…) ‘Irgun Zvai Leumi’ olarak bilinen terör örgütleri oynamıştır. Bu örgütler daha sonra sağcı Likud Partisi’ne dönüşmüştür. Likud, Başbakan Netenyahu’nun partisidir.

İsrail yayılmacı bir devlettir. Bu yayılmacılık toprak ve ekonomi dahil tüm alanları kapsar. İsrail bu yayılmacı siyasetini her uygulamaya koyduğunda veya her askeri harekatında terörist geçmişinin kalıtımsal niteliğinden kurtulamamıştır. Son Hamas saldırısı karşısındaki tutumu da bunu kanıtlamaktadır.” (17 Ekim 2023, muhalif.com.tr)

Peki ABD’nin Doğu Akdeniz’e iki uçak gemisi sevk etmesine, Dışişleri Bakanı Blinken’in postu İsrail’e “Yahudi” kimliği ile sermesine ne demeli? 11 Eylül’ü bahane yaparak Afganistan ve Irak’ta milyonu aşan masum insanı katleden işgalci ABD, İsrail’in rol modeli… Şimdi de Netenyahu, Hamas saldırısını bahan ederek Filistin toprağı Gazze’yi işgal ve ilhak etmek için iştahlanmış gözüküyor. Masum sivilleri bölgeden sürüp topraklarına konmak için kara harekatına dönük kuşatma ve abluka uyguluyor.

BM’NİN KARARI EMREDİCİ AMA…

E. Büyükelçi Oğuz Demiralp gibi meselelere makul açıdan bakan bir diplomatın değerlendirmesini aktarayım bir de:

“Filistin yetmiş beş yıldır işgal altında. İnsan ömrü ortalama yetmiş beş yıl olduğuna göre, Filistinliler işgal altında doğup ölmektedir. Filistinlilerin kendi vatanlarını savunmak için Ukrayna gibi şiddete başvurmak hakları yok mudur? Filistin’den beklenen ‘îşgal yedi yüz elli yıl sürse bile ben hiçbir şey yapmayacağım’ demesi midir? (…)

Ukrayna haklı savunma uğraşını sürdürürken henüz arkasına bir BM Güvenlik Konseyi kararını Rusya vetosu yüzünden alamamıştır. Buna karşılık, Filistin’in arkasında 22 Kasım 1967 tarihinde BMGK’nın oybirliğiyle kabul ettiği 242 sayılı kararı bulunmaktadır. Üstelik, BM Yasasının 7’inci faslına dayanan bir karardır bu. Yani 242 sayılı karara uyulması mutlaka gerekir, kararın uygulanması zorunludur. Bugüne kadar uygulandı mı bu karar? (…) İsrail, Filistin devletini tanıdı mı?” (9 Ekim 2023, T24)

Yukarıda alıntılar yaptığım iki diplomatın yazılarının tamamını okurlarıma öneriyorum. Başa dönersek, ‘fanatik’ bir Yahudinin kendi barışçı liderini neden öldürüp, aynı kafadaki istihbari unsurun Arafat’ı da neden ortadan kaldırdığını daha iyi anlamak mümkün. Bu operasyonların sonucu, iki devletli çözümcü aktörlerin yerine tek İsrail ya da tek Filistin devleti savunan Hitler’i bile Yahudi katliamına karşın makul gören faşist Netenyahu ile köktendinci ve tıpkı İsrail’in kuruluşundaki gibi terörü makul gören Hamas’ın önünün açılmasıdır. El Kaide’yi, IŞİD’i organize eden ABD’nin MOSSAD ile işbirliği içinde terörü reddeden ve laik FKÖ-El Fetih yerine köktendinci Hamas’ın önünü açması, bir yerde BM kararına karşın fiilen iki devletli çözümü göz ardı etmek anlamına geliyor.

SİYASİ AMAÇLAR NE?

Tabii her askeri harekatın bir siyasi amacı vardır. Hamas’ın siyasi amacı, Filistinliler arasındaki otoritesini artırma yanında İsrail’in yenilebileceğini, kurulduğu gibi tasfiye de edilebileceğini göstermek olsa gerek Aksa Tufanı adını verdiği operasyonla. İsrail’in siyasi amacı ise Hamas’ın saldırısını ABD’nin 11 Eylül’ü gibi fırsata çevirerek gözü dönük bir çıkışla Gazze’yi işgal ve ilhak etmektir. Oslo barışından buralara kadar gelinmesinin sorumlusu ise İsrail ve arakasındaki ABD yönetimleridir. Zaten, İsrail, ABD için Mağrip, Ortadoğu ve Yakındoğu’da bir “ileri karakol” işlevi niteliğindedir. İki uçak gemisinin bölgeye taşınmasının anlamı da İsrail’i Hamas’a ilaveten olası bir Hizbullah-İran saldırısına karşı korumaktır.

Şurası açıktır ki, Filistin-İsrail anlaşmazlığı kısa zamanda sonuçlanmayacak ve bu temeldeki çatışmalar alçalan-yükselen bir çizgide devam edip gidecektir. İki devletli bir çözüm ve beraberinde garantörlük kurumu oluşmadıkça barış uzak bir hayalden öteye gitmeyecektir. Filistin meselesi, Ortadoğu’daki çelişkilerin en çetrefilli noktasıdır. O yüzden de bütün Ortadoğu’yu da etkileme kapasitesine sahiptir. Araplararası anlaşmazlıklar yanında farklı Arap devletlerinin Filistin’e bakışı da farklılıklar göstermektedir. Bu da İsrail’in elini rahatlatan başlıca etkendir.

ANKARA’NIN DURUŞU ÖNEMLİ

Öte yandan, Hamas saldırısı ile İsrail’de siyasi olarak iyice sıkışan Netenyahu kısa vadede misyonunu, iktidarını sağlama almıştır. Bu da ateşkes ve rehin takası, ablukanın sona erdirilmesi gibi adımları zorlaştırmaktadır. Ancak, BM ve AB olsun, insanlıktan nasibini almış devletler olsun, Arap dünyası olsun Netenyahu’dan çok insanlığın sesine kulak vermesi beklenmektedir. Ankara’ya da düşen, her iki tarafla da görüşebilen yegane devlet olmanın ağırlığını koruyarak hareket etmektir. Erdoğan’ın zigzag çizmeden baştaki mutedil ve her iki tarafa da itidal öneren soğukkanlı duruşunu koruması, son günlerdeki duygusal tepkilerden kaçınarak Dışişleri’ndeki diplomatlara kulak veren rasyonel bir çizgide hareket etmesi Türkiye’nin çıkarlarının gereğidir. Sisi ile anlaşan, İsrail ile Mavi Marmara ve One Minute gibi önemli arızalara karşın yeniden büyükelçi teatisi yapan Ankara’nın, daha doğrusu Erdoğan’ın Filistin’in haklarını savunurken Hamas ile özdeşleşmekten özenle kaçınması gerekmektedir. Geçmişte Suriye-İsrail arasında arabuluculuk yapabilen Türkiye’nin bugün Hamas-İsrail arasında arabuluculuk yapabilmesini çok zor, hatta imkansıza yakın görüyorum. Fakat yine de esir takası, ablukanın kaldırılması, kara harekatının durdurulması gibi konularda rol oynayabilecek bir aktör olabilir, yeter ki Hamas’la özdeşleşmekten kaçınsın. Türkiye’nin bu süreçteki izlediği rol belki de arabuluculuk ve ilerideki iki devletli çözüm koşulları oluştuğunda garantörlük arzusunu da olumlu olarak etkileyecektir.

Bu arada, en olumsuz senaryo gereği bir mülteci aksiyonu söz konusu olduğunda Ankara’nın bu konuya sıcak bakacağını düşünmek bile istemiyorum. O yüzden de Türkiye’nin Gazzelilerin Gazze’de kalmasını sağlayan bir çizgide diplomatik girişimlerini sürdürmesi büyük önem taşımaktadır.

BARIŞIN ANAHTARI

Yazının başlığı ile noktalayalım; hakikaten çok acı bir durum; terörist bir örgüt devletleşiyor başkalarının toprağını işgal edip bilahare yayılarak emperyal desteklerle ve sonra da kendisinin oluşumuna örtülü destek verdiği terörist yöntemleri de benimseyen bir örgütün 75 yıl sonraki inanılmaz saldırısıyla şoke oluyor! İsrail benzer bir saldırı ile karşılaşmak istemiyorsa karşılıklı garantörlerin kontrolunda iki devletli bir çözüme razı olmalıdır. Doğu Kudüs başkentli Filistin devleti, BM kararının emridir. Barışın da yegane anahtarıdır.