“Atatürk Yaşasaydı?”

Birsen Öğretmen, Cumhuriyetin 50. yılı; aynı zamanda arkasından gelen 1938’in 10 Kasım’ı, yani Cumhuriyetimizin kurucusu, Kurtuluş ve Kuruluşun önderi Atatürk’ün aramızdan beden olarak ayrılışının 35. yılı dolayısıyla bir kompozisyon ödevi verdi. Ödevin başlığı, “Atatürk Yaşasaydı" idi

Yıl, 1973. Cumhuriyetimizin kuruluşunun 50. yılı. Türkiye Cumhuriyeti sadece 50 yıl önce Mustafa Kemal Paşa tarafından ilan edilmiş.

Cumhuriyet ilan edilirken “Mustafa Kemal” henüz “Atatürk” değil, soyadı kanununun çıkmasına daha 11 yıl var. Devrimler ardısıra gelecek ama ilk devrim Cumhuriyetin ilanı. Mustafa Kemal Paşa, Çankaya’da topladığı yakın çalışma arkadaşlarına şöyle seslenir 28 Ekim 1923 akşamı:

“Efendiler, yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz.”

Çankaya’daki zevat ayrılırken Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’ya, “Sen kal,” der. Ayrıntıları onunla konuşur. Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı seçilir. İnönü de onun aramızdan ayrılışının ardından ikinci Cumhurbaşkanı olacaktır. Şevket Süreyya Aydemir’in tanımıyla “Tek Adam” ve “İkinci Adam” halef-selef olurlar.

50. YIL LİSELERİ

1973’te bendeniz lise birdeyim. Şişli’deki Çağlayan Ortaokulu, tam da bitirdiğim 1972-73 öğretim yılı sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nin 50. yılı şerefine “50. Yıl Çağlayan Lisesi” ne dönüştü ve ortaokul sonrasında Kuştepe Lisesi’ne gitmek yerine eve çok yakın olan, hem de mabedimiz gibi olan futbol sahamızın bitişiğindeki bu liseye devam etme şansım oldu. Lisede sadece biz birinci sınıf vardık, üst sınıflar yoktu. Üzerimizde baskı da frenleyici bir güç de yoktu. Haliyle çok erken inisiyatif ve sorumluluk aldık ve erken büyüdük. Hem iyi hem kötüydü bu durum. 1973’te Türkiye Cumhuriyeti’nin 50. yılı şerefine açılan tek lise bizimki değildi. İstanbul’da ve yurdun pek çok yerinde “50. Yıl” liseleri açılmıştı. Örneğin, Şişli’deki ikinci bir 50. Yıl lisesi de 50. Yıl Feriköy Lisesi olmuştu. Güzel bir projeydi. Adım gibi biliyorum ki o liseler açılmasaydı kenar semtlerdeki çok sayıda genç insan ortaokuldan sonra eğitimine devam etmeyecekti. Kızlar terzi kursuna ya da eve çekilecek, erkekler de ya meslek lisesine ya da çırak olarak fabrika ve atölyelere gidecekti. Ülke 12 Mart badiresini henüz tam atlatmamış, 1973 seçimleri yeni yapılmış fakat hiçbir parti tek başına iktidara gelemediği gibi bir koalisyonun kurulması da çok uzun sürmüştü, teknokratlar hükümeti iş başındaydı. Naim Talu başbakandı. Uzun müzakereler sonucunda aylar sonra CHP-MSP koalisyon hükümeti kurulabilmişti Ecevit başbakanlığında. Fakat yine de Cumhurbaşkanı Korutürk’ün de iradesiyle 50. yıl için bir şeyler vardı yapılan. Hatta aylar öncesinden 50. yıl ile ilgili, 50. yılın nasıl kutlanacağıyla ilgili bir kanun da çıkarılmıştı.

DÜNYANIN DÖRT BİR YANINDAN TEMSİLCİLERİN GELDİĞİ 50. YIL KUTLAMALARI

O zaman, 6. Cumhurbaşkanı Fahri S. Korutürk, 50. yıldan 6-7 ay kadar önce göreve başlamıştı. Korutürk’ün soyadını Atatürk vermişti ve o da her zaman Atatürk’e layık olmaya çalıştı; Cumhuriyet’e kol kanat geren bir cumhurbaşkanı oldu. 50. yıl kutlamalarına dünyanın dört bir yanından devlet ve hükümet başkanları, meclis başkanları, bakanlar katıldı temsilci olarak. Dışişlerinin genç diplomatları onlara mihmandarlık yaptı. Örneğin, onlardan ikisi daha sonra büyükelçi unvanı ile Türkiye’yi temsil edecek olan Osman Korutürk ve Uğur Ergun’du.

BİRSEN AYDINBAŞ’IN VERDİĞİ PARLAK KOMPOZİSYON ÖDEVİ

Birçok edebi esere de imza atan Ali Çiçekli TİP sempatizanı, TÖS üyesiydi. 12 Mart döneminde Balyoz harekatı sırasında tutuklandı. Böylece, lise bire başladığımızda, 1973-74 eğitim yılında onun yerine genç bir kadın edebiyat-kompozisyon öğretmeni olan Birsen Aydınbaş gelmeye başladı derslerimize.

Birsen Aydınbaş, genç ama son derece disiplinli bir öğretmendi. Ne sesi yükselirdi ne de o zamanlarda öğretmenlerin elinde olan cetveli vardı. Yine de bizde saygı ve hayranlık uyandırmıştı.

Birsen Öğretmen, 1973’ün 29 Ekim’i, yani Cumhuriyetin 50. yılı; aynı zamanda arkasından gelen 1938’in 10 Kasım’ı, yani Cumhuriyetimizin kurucusu, Kurtuluş ve Kuruluşun önderi Atatürk’ün aramızdan beden olarak ayrılışının 35. yılı dolayısıyla bir kompozisyon ödevi verdi. Ödevin başlığı, “Atatürk Yaşasaydı?” idi.

İlkokuldan yüksek lisansa kadar bütün eğitim yaşamımda karşılaştığım en çarpıcı ödevdi o… Zamanı geriye alıp Atatürk’ü Cumhuriyetimizin 50. yılına getirecek ve Atatürk’lü Türkiye’nin 1973’te nasıl olacağının tablosunu çizecektiniz. Hiçbir kitapta karşılığı olmayan, tamamen kafayı çalıştırarak hazırlanabilecek bu ödevin öznesi Atatürk olduğu için heyecan vericiydi. İşte Birsen Öğretmeni “Birsen Öğretmen” yapan böylesine parlak kompozisyon konularıyla bizi buluşturmasıydı.

75 VE DERKEN 100. YIL

1998’de de Türkiye Cumhuriyeti’nin 75. yılı yine parlak kutlandı. Bu kez 15 değil, 40 yaşındaydım.

2023’teki 100. yılda 65’ime girmiş oldum. Bu kez yürütme ve direksiyonunu tuttuğu devlet kurumları 100. yıla adeta şaşı baktı. Oysa 75. yıl bile ne kadar parlak kutlanmıştı. 25 Ekim günü, 29 Ekim’e dört gün kala Konak Atatürk Meydanı’ndaki İzmir Vilayeti’nin (Hükümet Konağı) önünden geçtim; binada ne bir özel bayrak ne bir Atatürk posteri asılıydı. Çok üzüldüm. Burası, Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanıp göndere ilk Türk bayrağının çekildiği yerdi. İşgalcilere ilk kurşun da bu meydanda atılmıştı. 28’inde Filistin mitingi… Sanki Allah’ın başka günü yoktu!.. Neyse ki tesellim, yerel yönetimlerin, halkın 100. yıla sahip çıkmasıydı, buruk da olsa coşkuyu yaşaması oldu. Konutlar, işyerleri her yer bayrak dolu, gelincik tarlası gibi… 100. Yıl marşları o kadar çok… Fener alayları, coşkulu konserler, tesisler… Örneğin, İzmir’de 100. yılda, bayrama iki gün kala duvarında Atatürk’ün “Her fabrika bir kaledir” veciz sözünün yer aldığı ve 100 personeli istihdam eden Bayındır Süt İşleme Fabrikası” hizmete alındı İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce. Hükümet 100. yılı herhangi bir Cumhuriyet Bayramı gibi kutlamayı yeğledi. Dahası, Cumhurbaşkanı Erdoğan Boğaz’daki gemilerin geçidini komutanlarla birlikte Vahdettin Köşkü’nden izledi! Mesaj şu muydu acaba?: “Vahdettin, İngiliz zırhlısına binip ülkeyi işgalcilere bırakarak kaçan padişah değil, Mustafa Kemal Paşa’yı Kurtuluş için Samsun’a gönderendir.” Oysa herkes biliyor ki, Vahdettin’in geride bıraktığı şürekası Mustafa Kemal Paşa’ya idam fermanı çıkarmıştı! 100. yılda Dolmabahçe Sarayı yerine Vahdettin Köşkü’nü tercih edenleri Cumhuriyet tarihi hiç de iyi yazmayacak. Kimse bana “Ama orası muhkem bir mevki, tepeden güzel görünüyordu herşey” demesin! Beylerbeyi’nde de, başka yerlerde de ne muhkem mevkiler yok muydu? Sonra, bir gelenek vardır denizcilikte; savaş gemileri başka bir savaş gemisinden selamlanır. Çekerdiniz Dolmabahçe Sarayı’nın önüne amiral geminizi, selamlardınız oradan donanmayı…

CHP’NİN 100. YILDAKİ SORUMLULUĞU

Atatürk’ün iki büyük eserinden birisi Cumhuriyet, diğeri de onun siyasi taşıyıcısı olarak kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi. CHP, 100. yılda sınıfta kaldı. Kurucusuna mahcup oldu. 14 ve 28 Mayıs’taki genel seçimlerde ittifaka rağmen TBMM çoğunluğunu da Cumhurbaşkanlığını da kaybetti. Çok elverişli koşullardaki o seçim kazanılsaydı şimdi bambaşka bir 100. yıl yaşanacaktı. CHP, maalesef kurucusuna layık olamadı. 21 yıldır iktidarda Cumhuriyetin içini her gün boşaltan İhvansever kadroyu durduramadı. Türkiye Cumhuriyeti’nin fabrika ayarlarından uzaklaşmasını engelleyemedi.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun yerinde olsaydım 4 Kasım 2023 günü Kurultay konuşması öncesinde Cumhuriyetin ve CHP’nin kurucusu Atatürk’ün mozolesine çelenk bırakıp saygı duruşunda bulunduktan sonra şeref defterine şunları yazardım:

“Büyük Atatürk! Sana layık olamadık. Devrimlerin, laikliğin aşınmasına engel olamadık. Cumhuriyetin kimsesizlerin kimsesi olmasını sağlayamadık. Demokratik laik sosyal hukuk devletini ayakları üzerine dikemedik. Kurduğunuz fabrika ayarlarının bozulmasını engelleyemedik. Cumhuriyetimizin ve partimizin 100. yılı eşiğindeki seçimleri elverişli koşullara rağmen kaybettik. Çok üzgünüz, çok mahcubuz, çok özür diliyoruz.”

O GÜZEL İNSAN 100. YILI GÖREMEDİ

Yeniden 1973’teki, 50. yıldaki muhteşem ödevi veren Birsen Öğretmen’e dönelim…

Liseyi bitirdikten sonra da bir süre irtibatımız sürdü. Bu arada futbol sevdasından bıraktığım liseye beni yeniden başlattı. Şeref Stadı’ndan Ortaköy’e yürüdük bir antrenman sonrası hiç konuşmadan. Ortaköy’de bir çay içtik, okula başlamaya söz verdim. Bizden sonra Boğaz’daki Behçet Kemal Çağlar Lisesi’ne gitmişti. Orada da görüşmüştük. Sonra irtibatımız koptu. O zaman ne internet ne sosyal medya vb. var… Bir gün gazetede kızı Pınar’la ilgili yazdığı kitabı gördüm! Pınar’ı lise çağında böbrek yetmezliğinden kaybetmiş meğer. Ve meğer bir de oğlunu kaybetmiş trafik kazasında daha önce! Ve nihayet bir gün sosyal medyada buldum. Bir mühendis olan Kemal Güven le evlenmiş çocuklarının babası olan ve Birsen Aydınbaş Güven olmuştu. Ardeşen’deydi ve orada bir edebiyat kulübünü sürdürüyordu. İlk telefon açtığımda sesi 1973’teki gibiydi. 70’lerindeydi artık. Artık sık haberleşiyor, sosyal medyadan birbirimizi izliyorduk. Lisemizin sosyal medya hesabına da yansıtmıştım kendisini. Bir gün aradığımda telefonu kapalıydı. Arada bir arıyorum hep kapalı… Çekinerek sosyal medya girdiğimde korktuğum başıma geldi! İncelikli metinler gördüm ağlayan… Birsen Hanım’ı meğer kaybetmişiz… İki ay kadar sonra aramalarıma eşi Kemal Bey döndü. Geç bulmuş, çabuk kaybetmiştim öğretmenimi. 50. yılı iki genç insan olarak 50. Yıl Çağlayan Lisesi’nde yaşamıştık birlikte. Şimdi onsuz yaşıyorum 100. yılı fakat onu da anarak…

100. YIL 101. YOLA KADAR SÜREBİLİR, SÜRMELİDİR

Bu arada 100. yıla girdik 29 Ekim’de ama 100. yıl bir dahaki 29 Ekim’e kadar sürecek. Hükümet, 100. yıl etkinliklerini akademik etkinliklerle sürdürebilir. Sürdürmelidir. Yarışmalarla, festivallerle, içi dolu aktivitelerle yüz yıllık serüven anlatılmalıdır dünyaya. Uluslararası oturumlar düzenlenmelidir. Örneğin, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” başlıklı uluslararası bir sempozyum ne güzel yakışır 100. yıla değil mi? Bir “100. Yıl Anıtı” da çok yakışır Türkiye Cumhuriyeti’ne yarışma ile belirlenecek proje sonucu. Örneğin, TOKİ, 100 adet (50 erkek-50 kız yurdu olmak üzere) 100. Yıl Öğrenci Yurtlarını inşa edebilir. 100. Yılda öğrenci yurdu sorunu temelli olarak çözülmüş olur. Örneğin 100. yılda İzmir Atatürk stadı bir kompleks olarak aynı işlevlerle 50 bin kişilik tribünüyle, spor ve toplantı salonlarıyla, yan sahasıyla, kapalı salonuyla ve çevre düzenlemesiyle yeniden “olimpiyat stadı” esprisi içinde yapılıp “100. Yıl Atatürk Stadı” adıyla hizmete sokulabilir. Bunlar bir çırpıda aklıma gelenler… Yapılabilecek daha neler vardır, neler…

Sadece hükümet değil, üniversiteler, yerel yönetimler, kurum ve kuruluşlar yüzyılın serüvenini ortaya koyan etkinliklere imza atsa ne iyi olur. Atmalıdırlar. Yurttaşların Cumhuriyeti nasıl sahiplendiğini 29 Ekim günü gördük. Coşku doruktaydı. İşte bu coşkuya aklı, bilimi, sanatı, kültürü de katarak cumhuriyet bilincini yükseltmek gerek. 29 Ekim akşamı İzmir’de yüzbinlerin arasında kaybolarak kutlamalarına katıldığım Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılına selam olsun. Kurtuluşun, Kuruluşun, Devrimlerin destanını yazanlara selam olsun. Selam olsun Mustafa Kemal’lere, İsmet’lere, Fevzi’lere ve dedem Kırıkçı Recep’lere!.. Selam olsun Cumhuriyeti bilinçle, aşkla sahiplenen on milyonlara… Selam olsun beraber fener alayında birlikte yürüdüğümüz, yan yana yürüyen mini etekli ve başörtülü genç kızlarımıza… Selam olsun tekerlekli sandalyesinde, yürüteciyle olağanüstü kalabalığın içinde kutlamalara katılanlara… İzmir’i ve memleketin dört bir yanını özel giysileriyle, bayraklarıyla kırmızı beyaza boyayanlara… Selam olsun Atatürk’ün bir daha gelmeyeceğini bilerek “Atatürk” gibi olmaya çalışanlara… Selam olsun Atatürk’ü heykelden ibaret görmeyenlere, onu anlamaya çalışanlara… Birsen Öğretmen’lere selam olsun…

Bir selam da Prof.Dr.Hikmet Özdemir’e gönderiyorum buradan; son yıllarda üst üste Mustafa Kemal Atatürk üzerine kıymetli kitaplar kaleme alıp yayınlıyor. Zahmet edip imzalayarak 29 Ekim’in öngününde gönderdiği “Atatürk’ün Etik Mirası”, devlet yönetiminin ve siyasetin etiği üzerine önemli dersler içeriyor.