Ertuğrul Bilir yazdı... Cevahir-2: Teori ve Pratik

Devrimcilerin paylaşımcılığı, fedakârlığı bilinir. “Böyle bir yazıda bu konuda örnek vermeye gerek yok” da denilebilir ama, ben, Enis Rıza’nın “Hüseyin Cevahir” kitabında anlattığı bir anıyı aktarmadan geçemeyeceğim...

Yazının ilk bölümünde Hüseyin Cevahir’le ilgili olarak hazırlanan “Aşkla Sana” isimli belgesel, belgeselin danışmanlığını da yapan akademisyen Bülent Küçük’ün değerlendirmeleri ve Cevahir’in Doğu Anadolu Raporu üzerinde durmuştuk (YAZI LİNKİ). Bu bölümde ise “Hüseyin Cevahir. Yaşamı-Mücadelesi-Yazıları”[1] kitabı ve Hüseyin Cevahir’in siyasi yazılarını temel alarak bir değerlendirme yapacağız.

“Hüseyin Cevahir” Kitabı

Hüseyin Cevahir kitabında yazarlar, Cevahir’in doğduğu yerin özelliklerinden başlayarak yaşamını özetlemiş, Cevahir’in yayınlanmış olan 2’si siyasi, 3’ü edebi 5 yazısına ve bu yazılara ilişkin değerlendirmelere yer vermişler. Kitapta Cevahir’in mücadele arkadaşlarından Hakkı Zapçı, İlhami Aras, Oktay Etiman, Nasuh Mitap’la yapılan görüşmelerden alıntılar ile Enis Rıza’nın yazdığı bir bölüm de yer alıyor.

Kitapta Hüseyin Cevahir’in 5 yazısı yer almaktadır:

- Kalın Çizgileriyle Edebiyatımızın Dünü. (Yeni Eylem dergisi, 1968 Nisan)

- “Çocuk ve Allah”ta Simgeler, Görüntüler, Çelişmeler (Yordam dergisi, 1969 Mayıs-Haziran)

-“Cevizdere’de” Öyküsü Üstüne Bir Çözümleme (Yordam dergisi. 1969 Temmuz-Ağustos)

- Doğu Anadolu Raporu (ASD, 1970 Mayıs)

- Kitleler, Küba Devrimi ve Yeni Oportünizm (ASD, 1970 Eylül)

Cevahir’in gelişiminden köşe taşları

Hüseyin Cevahir 1945 Dersim’de, Mazgirt'in Şöbek köyünde doğmuştur. Kürttür, Alevi “Dedesi” bir sülaledendir. Liseyi Erzincan’da bitirdikten sonra 1964-65 öğretim yılında İstanbul’da Çapa Tıp Fakültesi’ne kaydolur. İstanbul’daki öğrenciliği sırasında TİP’e üye olur. 1967-68 öğretim yılında ise Ankara SBF’ye geçer.

SBF’de kısa sürede önemli devrimci gençlik liderlerinden birisi olur. 1968 Kasım ayında Samsun’dan Ankara’ya DÖB’lü öğrenciler ve Deniz Gezmiş öncülüğünde başlatılan “Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü”nün bir bölümüne katılan devrimcilerdendir. Sosyalist hareket içindeki “sosyalist devrim- milli demokratik devrim” ayrışmasında MDD safında yer alır. 1970 yılında SBF Öğrenci Derneği başkanı olur. SBF’de Mahir Çayan öncülüğünde oluşan çekirdek grupta yer alır. Dev-Genç’in Karadeniz’de köylülerle yaptığı çalışmalarda Sabahattin Kurt’un yanı sıra yoğun olarak yer alan ve bölgedeki devrimcileri etkileyen kadrolardan birisidir.

29 Nisan 1970’te AID (Amerikan Yardım Örgütü) Balgat deposunun yakılması eyleminden 2 hafta kadar sonra, eyleme katılanların kimliği tespit edilince gözaltına alınanlar ve tutuklananlar olur. Tutuklananlar arasında Sabahattin Kurt ve Oktay Etiman; yakalanmayıp kaçak olanlar arasında ise Hüseyin Cevahir, İlhami Aras, Mustafa Kemal Kaçaroğlu, Kamil Dede, Sinan Kazım Özüdoğru da bulunmaktadır. Hüseyin Cevahir arandığını, Nasuh Mitap’la birlikte Giresun Bulancak’ta fındık mitingi çalışmaları yürütürken öğrenir ve bölgeden ayrılır. Cevahir ve arkadaşları, arandıkları birkaç ay boyunca çeşitli yerlerde kaldıktan sonra savcılığa ifade vermeye giderler ancak tutuklanır ve 3 ay kadar cezaevinde kalırlar (s. 65-68).

Cevahir cezaevinden çıktığında artık Mihri Belli ve Aydınlık Sosyalist Dergi ile ayrılık gerçekleşmiştir. Hüseyin Cevahir, artık yeni bir aşamaya gelen, o dönemde “Kurtuluş” grubu olarak bilinen, ileride THKP-C adını alacak olan örgütlenmenin kuruluş çalışmalarında yer almanın yanında İzmir Aliağa’da Yapı İşleri Sendikası’nda ve SBF’de öğrenci derneğinde yer almaktadır. Kurtuluş grubu oluştuğunda yapılan görev bölüşümünde “Doğu Anadolu Sorumlusu” olarak belirlenmiş olmasına karşın, kısa süre sonra başlayan silahlı mücadelede aldığı görevlerden dolayı pratik olarak bu görevini yerine getirmeye olanak bulamamıştır. 1971 Şubat ayından, Maltepe’de öldürüldüğü 1 Haziran 1971 tarihine kadar şehir gerillası eylemlerinde yer alır.

5 Lira

Cevahir, devrimciliğin birçok özelliğini kişiliğinde barındırmaktadır. Nasuh Mitap bu durumu “Cevahir, yumuşak huylu aynı zamanda kararlı bir arkadaşımızdı. Sürekli okuyan, araştıran özelliğinin yanında alçakgönüllülüğüyle de dikkat çekerdi.” şeklinde ifade etmektedir (s. 142)

Devrimcilerin paylaşımcılığı, fedakârlığı bilinir. “Böyle bir yazıda bu konuda örnek vermeye gerek yok” da denilebilir ama, ben, Enis Rıza’nın “Hüseyin Cevahir” kitabında anlattığı bir anıyı aktarmadan geçemeyeceğim:

“Ne zamandır öylece yürüyorsun, farkında değilsin. Islanmışsın. Eve giriyorsun. Çok geçmeden kapı çalınıyor. Açıyorsun, Cevahir. “Sen” diyor “neden yürüyordun yağmurda, parasız mısın yoksa.” Cebindeki on liranın beş lirasını bırakıyor itirazlarıma rağmen, “Otobüsten gördüm seni, geri döndüm.” Sonra aceleyle çıkıp gidiyor. Yağmurlu anılar...” (s. 150)

Türkiye Devrimci Hareketinin Kültürel Tercihi

Türkiye sosyalist hareketinin şehirli ve yüksek gelirli kökenleriyle, ki hareketin gelişmesinin ilk evrelerinde böyle olması doğaldır, yöneldiği yoksul halk çocukları arasındaki açıyı ve bu açığın nasıl kapatılmaya çalışıldığını yansıtan örneklerden birisini, Hüseyin Cevahir’in okul ve mücadele arkadaşı Hakkı Zapçı şöyle aktarmaktadır:

“Ben Siyasal’a 1966’da İstanbul’dan geldim. Metropol kültüründen geldim. Fikir Kulübü’ne girdiğimde gördüm ki genellikle üyeler iyi eğitim alarak gelmişler. Tarsus Amerikan Koleji, Robert Koleji, Haydarpaşa Lisesi gibi okullardan gelmişler. Çoğu yabancı dil ve Marksizm’i biliyordu. Lise çağlarında TİP’le olan ilişkileri onları Marksizm’e yönlendirmişti.

Bir de Anadolu çocukları var. O eğitimden geçmemiş. ... SBF’nin “İnek Bayramı’ çok entelektüel bir bayramdı. Anadolu’dan gelenler bu kutlamaya da uzaktan bakarlardı. Bu durumdan yararlanan faşistler, ‘Sizin yeriniz bizim yanımızdır. Sizin onlarla işiniz olamaz.’ diyerek Anadolu’dan gelen gençleri yanlarına çekmeye çalıştılar. ... Bunun yanında bir de Anadolu çocuğunun durumunu anlayabilecek liderler çıkmıştı. Mahir tek başına değildir. Bugünkü durumuna bakmayın, ne olursa olsun, Yusuf Küpeli de vardı. Yusuf iyi bir öğrenci lideriydi, halktan biriydi. ...

Bunların yanında bir de Anadolu çocukları vardı. Sabahattin Kurt ve Hüseyin Cevahir gibi... Sabahattin benim sınıf arkadaşımdı. Vanlı ve Kürt kökenli bir arkadaşımızdı. Mahir ve Yusuf gibi Anadolu çocuğunun doğal liderleri ortaya çıkmıştı. Onların isyanlarına önderlik ettiler. FKF gitti, yerine Dev-Genç geldi. Dev-Genç’in kurulmasının ana sebebi, Anadolu çocuğunun düzene isyanıdır. Entelektüalizme karşı çıkmış ve kulüpçülük yerini Anadolu gençlerinin isyanına bırakmıştır.

FKF sürecini tamamlamıştır. Kulüpçülük yerini devrimciliğe bırakmıştır.” (s. 36-37)

Türkiye sosyalist hareketinin devrimci damarı 1960’ların Avrupa ve ABD’deki gençlik hareketlerindeki gelişmelerden, doğal olarak, etkilenmekle birlikte yönünü yarı sömürge ve yeni sömürge ülkelerdeki mücadeleye dönmüştür. Avrupa ve ABD’deki mücadelede önemli başlıklardan olan bireysel özgürlükler yerine emperyalizme ve kapitalizme karşı, sınıfsal ve toplumsal gündemleri öncelikli olarak ele alan bir çizgiye yönelmişlerdir. Bireysel özgürlükler ve cinsel özgürlük gündemlerini giderek arka plana itmişlerdir. Türkiye devrimci hareketi Marcuse’ü, Foucault’yu, Sartre’ı vb. değil, eserlerine yeni yeni ulaşabildikleri, Marks’ı, Lenin’i, Stalin’i takip etmişler; Castro’yu, Che’yi, Mao’yu, Ho Chi Minh’i örnek almışlardır. Kültürel alandaki tercihlerini de merkez kapitalist ülkelerden etkilenen ama kendi topraklarından kopmayan bir zeminde yapmışlardır. Halk türkülerinin ve halk ozanları geleneğinin halktan yana ve devrimci yanı sahiplenilmiştir. Sinemada Yılmaz Güney’in kavruk halk çocuğu ve halktan bir isyankâr karakteri, edebiyatta ise aydın bunalımlarından ötede İnce Memed vb. karakterler halkta ve devrimci harekette karşılığını bulmuştur.

Türkiye, emperyalist merkez ülkelerden birisi değil yeni sömürge ve yarı sömürge ülkelerden birisi olduğu, ekonomik ve sosyal yapısı, halk gelenekleri ve ihtiyaçları ABD ve Avrupa toplumlarının yapılarından önemli farklılıklar taşıdığı için bu tercihler Türkiye toplumunda karşılık bulmuştur. Bu yönelişler özellikle 1970’lerde bazı eksik ve yanlışlara neden olsa da, genel olarak doğru, sosyalist ve devrimci hareketini ilerletmiştir.

15-16 Haziran

Yazının önceki bölümünde 15-16 Haziran ile THKP-C ilişkisinden söz etmiştik. Siyasal mücadelenin ve onun araçlarının doğru değerlendirilmesi açısından önemli bir örnek olduğundan dolayı bu bölümde de durmakta yarar görüyorum. Öncelikle Hüseyin Cevahir’in bu konuda yazdıklarına bakalım.

Cevahir’in 1970 Eylül ayında yayınlanan “Kitleler, Küba Devrimi ve Yeni Oportünizm” yazısında devrimci hareketin kazandığı meşruluk üzerinde durulurken 15-16 Haziran direnişine atıf yapılmaktadır:

“Artık proleter devrimci hareket yığınların gözünde meşruluk kazanmış ve aktif destek sağlama yoluna girmiştir. İstanbul’da yüz bini aşan bir kitle, tarihimizin en büyük ve en bilinçli işçi hareketini proleter devrimcilerle omuz omuza yürütmüştür.” (s. 174)

Yazıda PDA’cılarla tartışılan önemli başlıklardan birisi “Türkiye’de proletarya MDD’ye öncülük yapabilir mi?” sorusu çerçevesindedir. PDA’cılar Türkiye’de proletaryanın öncülüğünün koşullarının olmadığını savunurken Hüseyin Cevahir 15-16 Haziran direnişinin bu iddiayı çürüttüğünü vurgulamaktadır:

“... yüz yıllık bir geçmişi olan işçi hareketimiz, elli yıldır sürdürülen proleter devrimci mücadele ve 16 Haziran olayları dosta düşmana artık bu tezi buruşturup çöp tenekesine attırmış ve bazılarının sandığının aksine işbirlikçilerin eteğini tutuşturmuştur.” (s. 177)

15-16 Haziran direnişi ve solda yarattığı tartışmalara daha genel düzeyden bakıldığında bu direnişin solda yarattığı tartışmanın MDD saflarındaki yansıması ve ayrıştırıcı etkisi görülmektedir. Buradaki tartışmanın merkezinde ise ordunun sınıfsal konumu yer almaktadır. 15-16 Haziran direnişi karşısında İstanbul ve Kocaeli illerinde sıkıyönetim ilan edilmesinden sonra Aydınlık Sosyalist Dergi’nin Temmuz 1970’teki sayısında ve Kurtuluş gazetesinde, işçi eylemlerine müdahale eden ve sıkıyönetimi yürüten ordunun durumu doğru şekilde ele alınmamıştır. Kurtuluş gazetesinin Temmuz 1970 tarihli sayısı “Sıkıyönetim Komutanı Tarafsız Kalmak Zorundadır” başlığıyla çıkmıştır. Orduyu ve komuta kademelerini sınıfsal olarak tarafsız bir güç olabilecek şekilde ele alan bu yaklaşım, Aydınlık Sosyalist Dergi saflarında gerilim yaratır. Kurtuluş gazetesinin Temmuz 1970 sayısı devrimci gençler tarafından dağıtılmaz. Orduya ve dolayısıyla ordu içindeki radikallerin konumuna dönük tartışma, devrimcilerin ASD’den ayrılmasını hızlandıran bir konu olmuştur.

Küba Devrimi Üzerine

Hüseyin Cevahir, AID eyleminden dolayı aranır durumda olduğu dönemde, bir yandan değişik bölgelerde saklanır veya çalışmalara katılırken bir yandan da “Kitleler, Küba Devrimi ve Yeni Oportünizm” başlıklı yazıyı yazmıştır. Yazı Aydınlık Sosyalist Dergi’nin 1970 Eylül tarihli 23. sayısında yayınlanmıştır. İlhami Aras bu yazının yazıldığı dönemi şöyle anlatmaktadır:

“Kaçaklık döneminde Mahir bize, ‘Boş durmayın, yazı hazırlayın.’ demişti. Aydınlık dergisinde yayımlanan Küba yazısını Cevahir bu süreçte yazmıştı. Ben de köylülükle ilgili bir yazı yazmıştım. Mahir bir yerine gülünce ben de bozuldum ve yırtıp attım. Şimdi, keşke yırtmasaydım, diyorum.” (s. 198)

“Kitleler, Küba Devrimi ve Yeni Oportünizm” yazısının ASD’de yayınlandığı 1970 Eylül ayında, Mihri Belli ve ASD’de cisimleşen MDD hareketiyle kopuş henüz gerçekleşmemiştir. Bununla birlikte, Türkiye sosyalist hareketinin önüne ısıtılıp ısıtılıp getirilen “işçi sınıfını görmemek, Kemalizm’le kopamamak” gibi iddiaları, Mahir Çayan’ın yazıları yanında, Hüseyin Cevahir’in bu yazısı da çürütmektedir. Öte yandan derginin aynı sayısında Mihri Belli imzasıyla yayınlanan “Devrimci Milliyetçilik ve Proleter Enternasyonalizmi Birbirini Tamamlar” başlıklı yazı ise Mihri Belli ile ayrışma sırasında yoğun olarak eleştirilen ve ayrılık eğilimlerini güçlendiren yazılardan birisi olmuştur.

Hüseyin Cevahir’in “Kitleler, Küba Devrimi ve Yeni Oportünizm” yazısında, Küba devriminin değerlendirilmesi temelinde Şahin Alpay, Halil Berktay vb. PDA’cılarla tartışılmaktadır. Yazıda, Debray’ın yaklaşımının Kastro ve Küba devrimcileriyle farkı aktarılmakta ve Türkiye’ye ilişkin tespitlerle birlikte değerlendirilmektedir. Hüseyin Cevahir, yazıda zaman zaman Mahir Çayan’ın ASD’de yayınlanan yazılarına atıf yapmakla birlikte özgün vurgularını da ifade etmektedir.

Hüseyin Cevahir’in bu yazısında, devrimcilerin önüne küçük burjuva radikalizmini (Kemalizmi) desteklemeyi koyanlarla araya mesafe konulmaktadır:

“Proleter devrimcilerin genel hedefi iktidardır. İktidar mücadelesinde küçük burjuva radikalizmini desteklemeyi görev sayan kişiler, proleter devrimci değildir. Olsa olsa Marksist terminolojiyi bol bol kullanarak saflarımıza sızmış küçük burjuva devrimcileridir.” (s. 178)

Yazıda, PDA’cıların MDD aşamasında “küçük burjuva radikallerinin öncü konumunda olacağına” ilişkin olarak Halil Berktay’ın (henüz Aydınlık dergisindeyken yazdığı) aşağıdaki alıntı aktarıldıktan sonra değerlendirme ve eleştirisi yapılmaktadır:

“... mücadelenin başlangıç safhalarında küçük burjuva radikallerinin daha büyük bir hareket kabiliyetine sahip olmaları, kitlelerin proleter devrimcilerden çok onların sözlerini dinliyor, onları izliyor olmaları doğaldır, tarihi bir veridir.” (Halil Berktay, “ Bilimsel Sosyalist Devrim Anlayışı”, Aydınlık, Sayı: 14, Sayfa: 147) (s. 179)

Hüseyin Cevahir, bu ifadelerin eleştirisinde, yapılan çeşitli kitle eylemlerinde sosyalistlerin, Kemalistler ve sosyal demokratlar karşısındaki öncülüklerini örnekleyerek şöyle yazmaktadır:

“... Tarihi kökleri araştırıldığında proleter devrimcilerin, küçük burjuva devrimcilerinden daha avantajlı oldukları kolayca görülebilir. Çünkü küçük burjuva devrimcilerinin tarihimizde belli bazı dönemlerde yanlış uygulamaları olmuştur. Oysa proleter devrimciler yeni bir güçtür, kitlelerin onlara inanması kolaydır. Kaldı ki proleter devrimcilerin elinde, Marksizm-Leninizm gibi şaşmaz bir eylem kılavuzu vardır.” (s. 179)

Kemalistler’e dönük daha kapsamlı değerlendirmeler ise Mahir Çayan’ın yazılarında yer almakla birlikte, Cevahir de burada “küçük burjuva devrimcilerinin tarihimizde belli bazı dönemlerde yanlış uygulamaları olmuştur” ifadesiyle Kemalistlere dönük eleştiriyi ve mesafeyi ifade etmektedir.

Cevahir’in bu yazıdaki önemli vurgularından birisi de “bölgesel devrim” konusundaki önermelerdir:

“... genel olarak emperyalizmin çöküşü bütün dünyadaki devrimci mücadele ile, özel olarak da bölgesel mücadelelerle olacaktır. ...

Ortadoğu halklarının devrimci mücadelesi ve kurtuluşu birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Artık Ortadoğu’da, Ürdün’ün, Lübnan’ın vs. tek tek kurtuluşu değil, bütün Ortadoğu halklarının emperyalizmden ve feodalizmden kurtuluşu söz konusudur.

Aynı şekilde Latin Amerika’da da kurtuluş kıta çapında olacaktır. Bu hem emperyalizm can çekişme döneminde olduğu için hem de dünya devrimci mücadelesi birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu için böyledir.” (s. 194)

Devrimi somut ve ciddi olarak önüne hedef olarak koymuş olan her hareket, örgüt ve kişi ister istemez hem ülke içindeki ittifaklar meselesine hem de devrimin uluslararası boyutuna kafa yormak durumundadır. Cevahir’in buradaki yaklaşımı, dönemin atmosferine de uygun olarak, bu ciddiyeti yansıtmaktadır.

Sosyalizmin Öğrencileri ve Önderleri

Türkiye sosyalist hareketine ve öncü kadrolarına ilişkin çalışmaların artması, bugüne ve geleceğe ilişkin tartışmaları da daha sağlıklı zeminde yapmayı sağlayacaktır. Önceki yazıda üzerinde durduğum “Aşkla Sana” belgeseli de, “Hüseyin Cevahir” kitabı da, yapılan ve yayınlanan diğer çalışmalar da anlamaya, tartışmaya ve gelişmeye katkılar sunuyor.

1968-72 dönemi, toplumsal mücadeleler açısından tarihin akışının hızlandığı bir dönemdir. 12 Mart’a kadar işçi, köylü, öğrenci kitle hareketlerinde gelişme vardır. Türkiye’de sosyalist hareket ilk kez 27 Mayıs sonrasında kitleselleşmektedir. Dünya sosyalist/komünist hareketinin önemli eserleri peş peşe çevrilmekte, yoğun olarak okunmakta, tartışılmakta, sonuçlar çıkarılmaktadır. Göreceli özgürlük ortamına rağmen halen birçok konunun açıkça yazılması, tartışılması önünde yasaklar etkilidir. Marksist klasikleri çeviren yayıncılar kitap toplatma ve hapis cezalarıyla karşılaşabilmektedir. Türkiye sosyalist hareketi için hızlı bir öğrenme, öğrendiklerinden çıkardığı sonuçları uygulamaya geçirme dönemidir. Bu öğrenme dönemi, tanımlanan ülke şartları altında, ister istemez çok sayıda acemiliği, eksiği, çelişkiyi, yanlışı içinde barındırmaktadır. Söz konusu sorunlar işçi hareketinde de, öğrenci hareketinde de, siyasal iktidar tartışmalarında da, sol içi ilişkilerde de yansımaktadır.

Hüseyin Cevahir ve mücadele arkadaşları da bu ortamın içinde yetiştiler ve kendi yollarını çizerek, kısa sürede niteliksel sıçramalar yaparak kendilerinden sonraki mücadelelere yol gösterdiler. Onlar mücadele içinde yer alarak, okuyarak, tartışarak, devrimci teoriyi inceleyerek, dünya devrimci pratiğini değerlendirerek, kendi ülke gerçeklerini mücadele içinde öğrenerek ve devrimci deneyimleri kendi ülkemize uygulayarak geliştiler. Somut durumun somut tahlilini yaparak harekete geçen, temel çelişkiyi, güncel durumda zincirin sürükleyici halkasını tespit edip oradan yürümeye çalışan, siyasal yaşamları boyunca sürekli bir gelişmeye çaba harcayan devrimciler olarak cevherlerini mücadeleye yansıttılar.

Türkiye sosyalist hareketi de onlardan öğrenmeye devam etmeli.



[1] Suat Batur ve İlhan Şimşek. 2023.Hüseyin Cevahir. Yaşamı-Mücadelesi-Yazıları. İstanbul: Su Yayınevi.

Yazıda, bu kitaptan geniş ölçüde yararlanılmıştır. Özel olarak yapılan atıflar yalnızca sayfa numaralarıyla gösterilmektedir.