AKP'nin diplomasi kozu: Türk mahkemeleri

Türkiye’nin ‘dost’ olduğu ülkelerle yaşadığı gerilimlerin bazıları, davalar üzerinden oldu. Karşılıklı açıklamaların ardından dünya kamuoyunun da takip ettiği davalardaki seyir değişimi Türk yargısı üzerindeki siyaset gölgesi tartışmasını gündemde tuttu.

AKP'nin diplomasi kozu: Türk mahkemeleri

GERÇEK GÜNDEM - SAMİ MENTEŞ

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, dün katıldığı bir televizyon programında yargıyla ilgili açıklamalarda bulundu. Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesine ilişkin Türkiye’de görülen davanın, Kaşıkçı’yı öldüren Suudi Arabistan’a devrine dair de konuşan Bozdağ, “Kaşıkçı cinayeti tasvip edilemez, ilk müdahil olan biziz. Süreci bekleyeceğiz. Yargılamanın Suudi Arabistan'a nakledilmesi tamamen yasaya uygundur. Davanın naklinden sonra ismi geçen diğer sanıkları da yargılayacaklar. Yargılama Suudi Arabistan mahkemelerinde yapılacaktır. Burada Türkiye'nin yargı yetkisini devretmesi söz konusu değildir” dedi.

Bozdağ her ne kadar “nakledilmesi yasaya uygundur” dese de Kaşıkçı cinayeti davasında iki ülke arasındaki ilişkilerin seyrinin belirleyici olduğu genel kabul gören bir gerçek. Üstelik AKP’li Türkiye’nin yargı ve diplomasi tarihi benzer etkilerle seyri değişmiş dava örnekleriyle dolu.

DİPLOMASİ SİLAHI: MAHKEMELER

Arşivlerin sarı yapraklarında bazı sözler yazılı:

-“İadesi hiçbir surette olmayacak, ben bu makamda olduğum sürece asla.”

-“Bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsın. Müslüman bir yılan deliğinden bir kere sokulur.”

Bu sözler çok eski değil, 4-5 yıl önce söylendi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sertleşen ses tonuyla muhataplarına meydan okuduğu söylevlerin ana odağında Türk mahkemelerinde görülen davalar vardı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin uzun yıllardır müttefik olarak lanse ettiği devletlerle, Türk mahkemelerindeki davalar nedeniyle karşı karşıya gelinmiş, bazen de diplomatik anlaşmazlıklar bu davalar üzerinden çözülmeye çalışılmıştı.

Meydanlarındaki nutuklara konu olan davalarla ilgili, “Türkiye’de mahkemeler bağımsız” söyleminin ardından “serbest bırakmayız” açıklamaları, yüzlerde buruk bir tebessüme neden oluyordu.

“Türk Milleti adına” karar veren mahkemeler, AKP hükümetinin diplomasideki büyük kozu haline döndü.

MAVİ MARMARA DAVASI

31 Mayıs 2010'da, Filistin’e insani yardım götürmek amacıyla İstanbul’dan yola çıkan Mavi Marmara gemisine İsrail askerleri tarafından operasyon düzenledi ve gemideki 10 kişi yaşamını yitirmişti.

Olayın hemen ardından Erdoğan, İsrail’e sert tepkiler gösterdi:

“İsrail'i bu yaptıklarıyla baş başa bırakamayız. Bu yönetim bunun bedelini ödemelidir. Alenen cinayet işleyen, alenen katliam yapan saldırgan bir devletin pişmanlık dilemeden ve hesap vermeden insanlığa kendini anlatması mümkün değildir. Yaptıkları açıkça devlet terörüdür.”

Erdoğan, 17 Temmuz 2014’te yaptığı konuşmada "İsrail'in Mavi Marmara'dan dolayı bu yardım teşkilatına kini var. Pensilvanya'nın da aynı sebeple bu kuruluşa kini var. Ne diyordu, 'Otoriteden izin almalılardı'. Otorite kim, güneydeki sevdikleri mi, yoksa biz mi? Eğer otorite Türkiye'de bizsek biz zaten izni verdik. Ama onlara göre İsrail" dedi.

Türkiye, Mavi Marmara olayı sonrasında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi için üç şart ortaya koydu. Bunlardan ilki olan özür dilenmesi, ikincisi Gazze’ye yönelik ambargonun kaldırılması, üçüncüsü de Mavi Marmara gemisinde ölenler için tazminat ödenmesiydi.

Özür, dönemin ABD Başkanı Barack Obama'nın İsrail ziyaretinin hemen ardından, 22 Mart 2013'te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun, o dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan'la yaptığı telefon konuşmasıyla geldi.

Anlaşma sağlanmıştı. Erdoğan, 30 Haziran 2016’da yaptığı açıklamada, gemide öldürülen 10 kişi için 20 milyon dolar tazminatta anlaşıldığını söyledi ve kendisine yönelik tepkilere şu yanıtı verdi:

“Siz kalkıp da Türkiye'den böyle bir insani yardımı götürmek için günün Başbakanına mı sordunuz? Biz zaten oraya gerekli yardımı, Gazze'ye bugüne kadar hep yaptık, yapıyoruz. Filistin'e yaptık, yapıyoruz ama bunları da yaparken bizler bir yerlere gövde gösterisi olsun diye değil, her şeyi uluslararası diplomasi neyse bu diplomasi içinde yaptık, yapıyoruz. Bundan sonra da yapacağız. Bunları davul zurna çalarak değil, edebi, adabı içerisinde yaptık, yapıyoruz."

Anlaşmada İsrail’in talebiyle Türkiye’de görülen Mavi Marmara davasının kapanması vardı. 9 Aralık 2016’da İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi oybirliğiyle verdiği kararla Mavi Marmara davasının düşürülmesine İsrailli sanıklar hakkındaki yakalama kararının kaldırılmasına hükmetti. Mahkeme kararında, Türkiye – İsrail arasındaki anlaşmayı gerekçe gösterdi.

2011 yılında “Mavi Marmara'ya saldırı savaş nedeni” diyen Erdoğan, İsrail’le imzalanan anlaşmanın ardından gemiyi organize edenlere tepki gösterdi ve Türkiye’deki mahkeme de dava dosyasını kapattı!

DENİZ YÜCEL DAVASI: “BEN BU MAKAMDA OLDUĞUM SÜRECE ASLA”

Alman Die Welt gazetesinin Türkiye muhabiri Deniz Yücel, "terör propagandası yapmak ve halkı kin ve düşmanlığı tahrik etmek" suçlamaları ile 27 Şubat 2017’de tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Türk kökenli Almanya vatandaşı olan Deniz Yücel’in tutuklanması Almanya’nın tepkisini çekti.

Dönemin Almanya Başbakanı Angela Merkel açıklamasında, “Alman hükümetinin Türk adaletinden Yücel'e muamalesinde her demokratik toplum için yüksek değer taşıyan basın özgürlüğü ilkesini dikkate almasını beklediğini” vurguladı. Merkel, “Deniz Yücel’e adil ve hukuk devletine uygun bir muamele için güçlü bir şekilde çaba göstermeye devam edeceğiz. Yücel’in yakında özgürlüğüne geri kavuşmasını umuyoruz” ifadelerini kullandı.

Merkel’in girişimlerinin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan konuyla ilgili açıklama yaptı. Erdoğan, "Bütün bu olayların nedeni meğerse bu teröristmiş. Bu adam terörist, gazeteci değil ve Alman yönetimi ne yazık ki, benim bakanlarımı böyle bir teröristle aynı teraziye oturtuyor. Sıkıntı burada. Almanya Başbakanı Angela Merkel, bana 'Serbest bırakırsanız memnun oluruz' dedi. Dedim ki o gazeteci değil terörist. Deniz Yücel bir ay Almanya Başkonsolosluğu'nda saklandı. Bu adam terörist, gazeteci değil."

Almanya’dan gelen talepler reddedildi. Erdoğan, Deniz Yücel'in Almanya'ya iadesi hakkındaki soruya "Hiçbir surette olmayacak, ben bu makamda olduğum sürece asla" yanıtını verdi. Erdoğan, Yücel için “Elimizde görüntüler, her şey var. Bu tam bir ajan terörist" iadesini kullandı.

Almanya – Türkiye ilişkilerini zehirleyen davada iki ülke ilişkilerine paralel gelişmeler yaşandı. Yücel hakkında iddianame tamamlandı ve Yücel serbest bırakıldı.

Almanya’nın Yücel’in tahliye olacağını önceden bildiği ileri sürüldü. Alman DPA ajansı, Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın tahliyeyi birkaç gün önceden haber aldığı için, tatilde olan Başkonsolos Birgelen’e “hemen İstanbul’a dönme” talimatı verildiğini yazdı. Birgelen, özel bir uçakla İstanbul’a geldi.

Silivri Cezaevi’nde 354 gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye olan Deniz Yücel, kendisini bekleyen özel uçakla hemen Türkiye’den götürüldü. Bütün bunlar olurken, Erdoğan görevine devam etmekteydi.

RAHİP BRUNSON: “BU FAKİR GÖREVDE OLDUĞU SÜRECE…”

ABD-Türkiye ilişkilerinde tarihinin en gergin günlerinin geçmesine neden olan ve iki ülkeyi karşılıklı yaptırımlar uygulama noktasına getiren olay, Rahip Andrew Brunson’un tutuklanması oldu.

9 Aralık 2016’da Evanjelik İzmir Diriliş Kilisesi rahip olan Brunson, İzmir'de, 'terör örgütleri adına suç işlediği ve casusluk yaptığı' iddiasıyla tutuklandı ve hakkında 35 yıl hapis cezası istendi.

Brunson'ın serbest bırakılma talebi, Washington'daki Trump-Erdoğan görüşmesinde gündeme getirildi.

28 Eylül 2017’de Erdoğan'dan takas teklifi geldi. Erdoğan, "Diyorlar ki, papazı bize verin. Bir papaz da sizde var. Siz onu bize verin biz de onu yapalım yargıda gereğini size verelim" ifadelerini kullandı. Erdoğan, pazarlığı artık kameralar önünde yapmaya başlamıştı.

ABD’den gelen sert açıklamaların ardından davayla ilgili Erdoğan’dan bir açıklama daha geldi. 11 Ocak 2018’de konuşan Erdoğan, “Amerika teröristi vermiyor, bahaneler uyduruyor. O zaman sen de bizden hiçbir teröristi alamazsın. Bu fakir bu görevde olduğu sürece teröristi alamazsın. Çünkü Müslüman bir delikten, yılan deliğinden bir defa sokulur. İkinci defa hayır” dedi.

13 Mart 2018’de, 16 ay boyunca iddianamesinin hazırlanmasını hapiste bekleyen Brunson için 'FETÖ/PDY üyeliği ve yöneticiliğinden' ömür boyu hapis cezası istendiği açıklandı.

Brunson’un ilk duruşmada tahliye edilmesi için ABD’den yoğun baskı geldi ancak görülen duruşmada Brunson’un tahliye talebi reddedildi.

Takvim yaprakları, 19 Nisan 2018’i gösterdiğinde dönemin ABD Başkanı Donald Trump, “Papaz Brunson Türkiye'de zulme uğruyor” açıklamasını yaptı. Türkiye’ye yönelik ilk yaptırım uyarısı ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wess Mitchell'dan geldi. Mitchell, Brunson'ın serbest bırakılmamasına yönelik, “Türkiye için sonuçları olabilir” ifadesini kullandı. Bir gün sonra iki senatör yaptırım için çalışma başlattı.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, rahibin serbest bırakılması için Washington’dan gelen çağrılara ‘hukuki sürece müdahale edilemeyeceği ve mahkemenin sonucunun beklenmesi gerektiğini’ söyleyerek yanıt verdi.

İki ülke arasındaki görüşmeler işe yaramadı. 28 Mayıs 2018’de Trump konuyla ilgili yeni bir açıklama daha yaptı:

“Brunson masum. O casus ise ben ondan da casusum. Türkiye'de yargılanması devam ediyor, ama yargı süreci de pek yargı süreci değil. Türkiye'dekilerle bu konuda bir şey yapılması için konuşuyoruz. Rahip Brunson, umarım bizi duyabiliyorsunuz, bir noktada size yardım edeceğiz. Bunun üzerinde uzun zamandır çalışıyoruz."

Bu tarihten sonra F-35 savaş uçakları konusu ABD'de Brunson ile birlikte anılmaya başlandı. Dönemin Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, F-35'lerin teslimatı karşılığında 'FETÖ soruşturmasından' tutuklu bulunan ABD'li rahip Andrew Brunson'un serbest bırakılması talebinin bir tehdit olduğunu söyledi.

Brunson, duruşmalara çıkıyor, tahliye edilmedikçe ABD’den gelen açıklamalar sertleşiyordu. 25 Temmuz 2018’de rahip Brunson'un tutukluluğu "sağlık sorunları" dikkate alınarak ziyaretçi kabul edebileceği, internet ve tüm iletişim araçlarını kullanabileceği şekilde ev hapsine çevrildi. ABD bunun yeterli olmadığını açıkladı.

26 Temmuz 2018, ABD – Türkiye ilişkilerindeki en sert günlerden biriydi. Önce ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence hemen ardından Başkan Trump'tan peş peşe yaptırım açıklamaları geldi. Pence, "Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye hükümetine ABD Başkanı Trump adına mesajım var: Pastor Andrew Brunson'u hemen serbest bırakın ya da sonuçlarına katlanmaya hazır olun" ifadelerini kullandı. Pence, "ABD, Türkiye'ye karşı bazı ekonomik yaptırımlar uygulayacak" dedi.

Pence'in açıklamalarının üzerindeki duman dağılmamışken, ABD Başkanı Trump, "ABD, harika bir Hristiyan, aile babası ve harika bir insan olan Rahip Andrew Brunson'ın uzun süreli tutukluluk hali sebebiyle Türkiye'ye geniş yaptırımlar uygulayacak. Brunson çok acı çekiyor. Bu masum din adamı hemen serbest bırakılmalı" paylaşımını yaptı.

Açıklamalar gündeme bomba gibi düştü. Hem siyasette hem de piyasalarda şok etkisi yarattı. Ankara bu durumu tehdit olarak değerlendirdi. Aynı gün içinde Türkiye'den ABD'ye peş peşe cevaplar geldi. Erdoğan, Güney Afrika seyahatinden dönene kadar açıklama yapmadı. Ancak yardımcısı, Dışişleri Bakanı ve sözcü seviyesinde ‘rest’ cevabı verildi.

1 Ağustos 2018’de ABD, Brunson'ın serbest bırakılmamasında payları bulunduğu gerekçesiyle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdulhamit Gül'e yaptırım kararı aldı.

ABD, Brunson’un serbest bırakılması harici bir kararı kabul etmiyordu. 12 Ekim 2018’de o karar da geldi. Hakkında 35 yıl hapis cezası istenen ve ev hapsinde olan Rahip Brunson'a, 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası verildi. Hükümle birlikte serbest bırakılan Brunson'ın ev hapsi ve yurt dışı yasağı kaldırıldı. Brunson, elektronik kelepçelerin sökülmesinin ardından ABD’ye gitti.

Bütün bunlar yaşanırken Erdoğan yine görevdeydi!

CEMAL KAŞIKÇI DAVASI: “BELGELERİ VERMEYİZ. BUNLARI YOK MU EDECEKSİNİZ? BUNLAR İNSANLARI ENAYİ ZANNEDİYORLAR”

Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı, nişanlısıyla evlenebilmek için gerekli evrakları almak amacıyla 2 Ekim 2018’de Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğu'na girdi ve bir daha çıkmadı.

Kaşıkçı'nın İstanbul'un göbeğindeki konsolosluk binasında vahşice yok edildiği ortaya çıktı. Tüm dünyanın kanını donduran olay, Türkiye - Suudi Arabistan ilişkilerini daha da gerginleştirdi.

Sert bir tavır takınan Türk yetkiler, cinayetin henüz gizemini koruduğu günlerde yaptıkları açıklamalarda Kaşıkçı’nın başkonsoloslukta öldürüldüğünü söyledi. Erdoğan, cinayet anına dair ses kayıtlarının ellerinde olduğunu belirtti ve “Kaşıkçı cinayetinde Suudi Arabistan bizden belgeleri almak istedi. Belgeleri dinletiriz ama vermeyiz, bir de bunları yok mu edeceksiniz. Ses kaydında üst düzey asker açıkça ‘Ben kesmeyi iyi bilirim’ diyor. Bunlar dünyayı enayi zannediyor, insanları enayi zannediyor. Bu millet enayi değil, hesabı sormasını bilir” ifadelerini kullandı.

Erdoğan, cinayetten bir ay sonra Washington Post için kaleme aldığı yazıda şunları dile getiriyordu:

“Cemal’in cenazesi nerededir? Suudi yetkililerin cenazeyi teslim ettiklerini öne sürdükleri ‘yerel işbirlikçi’ kimdir? Bu ince ruhlu insanın katil emrini kim vermiştir? Maalesef Suudi makamları bu soruları yanıtlamayı reddetmektedir.”

Bu yazıda “Cemal'in katledilmesi emrinin, Suudi hükümetinin en üst makamlarından geldiğini de iyi biliyoruz” diyerek net bir mesaj veren Erdoğan, şunu da ekliyordu:

“Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi emrini Kral Selman’ın verdiğine inanmam kesinlikle mümkün değildir. Dolayısıyla bu cinayetin, Suudi Arabistan’ın resmi politikasını yansıttığına inanmak için de herhangi bir sebep bulunmamaktadır.”

Erdoğan'ın ve Türk yetkililerin cinayetin emrini vermekle suçladığı kişi ise Veliaht Prens Muhammed bin Selman'dı. Selman'ın sert yanıtlarının ardından Suudi Arabistan'da Türk mallarına yönelik boykot başlatılmıştı.

Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, Türk yetkililer Kaşıkçı cinayetinde sorumluların ortaya çıkarılması konusunda Suudi mahkemelerine güvenilmeyeceğini söyledi.

Erdoğan, Washington Post’taki yazısında, Cemal Kaşıkçı cinayetini Suudilerin örtbas etmeyi sürdürdüğünü söyledi. Erdoğan, Kaşıkçı cinayetinin önemini şöyle anlatıyordu:

“Suudi gazetecinin ölümünün tüm yönleriyle aydınlatılıp aydınlatılmayacağı, çocuklarımızın nasıl bir dünyada yaşayacağını belirleyecektir.”

Türkiye’nin içine girdiği ekonomik krizle birlikte AKP hükümeti daha önce gerginlik yaşadığı ülkelerle ilişkilerini düzeltme çabalarına girdi. Mısır, Birleşik Arap Emirliği gibi ülkelerle kurulan temasların ardından sıra Suudi Arabistan’a geldi.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 10 Mayıs 2021'de ikili ilişkileri geliştirmek adına Riyad'a gitti. Bu ziyaret Kaşıkçı cinayetinden sonra bir ilkti. Erdoğan'ın da Şubat ayında Riyad'a gitmesi bekleniyordu ancak bu ziyaret gerçekleşmedi. Gazetecilerin sorusu üzerine Erdoğan şu yanıtı vermişti:

"Biz Suudi Arabistan’la da olumlu diyalogumuzu sürdürüyoruz. Önümüzdeki dönemde somut adımlarla ilerleme arzusundayız. Suudi Arabistan’la bu süreci olumlu istikamette geliştirelim istiyoruz."

Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ilgili Türkiye’de süren dava, iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesinin önündeki başlıca sorunlardan biriydi.

31 Mart'taki duruşmada savcı, yargılamanın durmasını ve dosyanın Suudi makamlarına devrini talep etti. Sanıkların yabancı uyruklu olması nedeniyle yakalama emirlerinin yerine getirilemeyeceğini ve ifadelerinin alınamayacağını söyledi.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da taleple ilgili İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne olumlu görüş bildireceklerini belirtti; "Yargılamanın devri, Türk mahkemelerinin yetkisini ortadan kaldırmıyor" dedi.

7 Nisan’da görülen ve sadece 12 dakika süren duruşmada İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi, yargılamanın durdurulmasına ve dosyanın Suudi Arabistan’a devredilmesine hükmetti.

Kaşıkçı cinayetinin hemen ardından, Erdoğan ‘belgeleri yok edebilirler’ gerekçesiyle Suudi Arabistan’a belgelerin verilmeyeceğini söylemişti. Ancak günün sonunda dava Suudi Arabistan’a toptan verildi.

CASUSLUK İDDİASIYLA TUTUKLANAN İSRAİLLİ ÇİFTE JET TAHLİYE

Kasım ayında Üsküdar'daki Çamlıca Kulesi'nden Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konutunun fotoğraflarını çektikleri iddiasıyla tutuklanan İsrail uyruklu Natali ve Mordi Oaknin casusluk suçlamasıyla tutuklandı.

İsrail ile Türkiye’nin ilişkilerinin yeniden geliştiği dönemde yapılan tutuklama iki ülke yöneticilerinin de gündemine girdi.

İsrail Başbakanı Naftali Bennett, İsrail hükümetinin casusluk suçlamasıyla Türkiye'de tutuklu bulunan İsrailli çiftin serbest bırakılması için devreye girdiklerini duyurdu. İsrail İstihbarat Teşkilatı Mossad'ın başkanı David Barnea ve Cumhurbaşkanı İzhak Herzog da Türkiye'deki üst düzey yetkililerle çiftin serbest bırakılması yönünde temaslar bulundu.

Temaslar bu sefer hızlı sonuç verdi ve İsrailli çift tutukluluklarının 9. gününde tahliye oldu, hemen İsrail’e döndü.

Çiftin serbest bırakılmasına dair ortak bir açıklama yapan İsrail Başbakanı Naftali Bennet ve Dışişleri Bakanı Yair Lapid, "Türkiye Cumhurbaşkanına ve hükümetine işbirliğinden dolayı teşekkür ediyoruz ve çifte hoş geldin diyoruz" dedi.

İsrail Cumhurbaşkanı İzhak Herzog da bir sosyal medya paylaşımıyla Natali ve Mordi Oaknin çiftine "Eve dönüşünüz ne güzel, sizleri sevgiyle kucaklıyorum" ifadelerini kullandı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümetine iş birliğinden dolayı teşekkür etti.

SİYASALLAŞAN YARGININ FATURASI

Mahkemelerin durumu bunlarla sınırlı değil. Örnekler çoğaltılabilir… Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, mahkemelerde yaşadıkları ise birkaç habere sığmayabilir.

Yargının bir koz olarak kullanılmasının sonucu sadece insanların özgürlüğünün elinden alınması olmuyor.

Türkiye, 2021 Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde (Rule of Law Index) 139 ülke arasında 117'inci sırada yer aldı.

Türkiye, coğrafi bölgelere göre kategorize edilen endekste, Doğu Avrupa ve Orta Asya grubunda bulunan 13 ülke arasında ise Rusya'nın da gerisinde sonuncu sırada yer aldı.

World Justice Project’in 2020 endeksine göre geçen yıl hukukun üstünlüğü konusunda 128 ülke arasından 107’inci olan Türkiye, 2021 endeksinde ise 139 ülke arasından 117’inci oldu.

Etiketler
Mahkeme Türkiye