Rusya-Ukrayna ve kırılgan Türkiye

24 Şubat sabahı tüm dünya Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle şok oldu. Birçok uzman ve siyasetçi, ABD, Ukrayna ve Rusya’nın karşılıklı sert açıklamalarını sadece gerilimi tırmandırma hamlesi olarak görüyordu. Taraflarım nihai çatışmayı hedeflemeden karşılıklı el yükselterek masada daha güçlü pazarlık yapabilmeyi hedeflediği düşünülüyordu. Hatta bu durumu yeni bir Soğuk Savaş olarak kavramsallaştıranlar vardı.

Fakat tarihsel kalıpyargılarla bakmak yerine, Putin’i tarihte kırılma yaratan bir lider olarak görenler yanılmadı. Gözler önünde açıkça sergilenen gerçek şuydu: Putin, Rusya’nın SSCB döneminden çok Çarlık dönemi emperyal emellerini gerçekleştirme ideali, yani Rusya’nın “Lebensraum” hayalini hayata geçirme uğruna elinden gelen her şeyi yapan ve hatta SSCB dönemini bir felaket (katastrof) olarak gören, risk almaktan kaçınmayan ve uluslararası normları hiçe sayan emperyalist sağcı bir lider.

İmparatorluk nostaljisi ile kitlelere motivasyon sağlayan Putin, meşruiyetini Doğan Gürpınar’ın edebi bir şekilde ifade ettiği üzere “eski tarz din-millet-muhafazakarlık kutsamaları eski mobilizasyon gücünü yitirdiğinden LGBT ve feminizm düşmanlığı ve bir tür alfa erkeklikle kaba kuvvet sevicilikten ideoloji harmanlayarak” kazanıyor. Diğer bir ifadeyle Putin, “alfa” tip yeni maskülen milliyetçi-muhafazakarlık modelinin satıcısı. Trump’tan Erdoğan’a birçok lider bu meşruiyet modelinin alıcısı oldu.

2008’deki Gürcistan müdahalesinden bu yana Kırım’ı ilhak, Luhansk ve Donetsk halk cumhuriyetlerinin önünü açma, Suriye’de sivil-asker ayrımı yapmadan yoğun askeri müdahale, S-400 sattığı ve enerji projelerinde ortak olduğu Türkiye’nin askerlerini İdlib’de gözünü kırpmadan şehit etmesi, Libya’da oynanan rol, Azerbaycan ve Kazakistan müdahaleleri, Putin’in 14 yıldır açıkça Rus emperyalizmini adım adım gerçekleştirdiğini ortaya koydu. Ayıyla dans ettiğini sanan tüm aktörler yine yanılmış oldu. Türkiye de bundan müstesna değil.

TÜRKİYE NEDEN KIRILGAN?

Türkiye Rusya gibi emperyal geçmişe sahip bir ülke olarak, 2010’larda otoriter ve hırslı bir dış politika izledi. Arap Baharı ve sonrasında ABD’nin Orta Doğu’dan uzaklaşmasının yarattığı boşluğu fırsat olarak gördü. Bosna Hersek’ten Somali’ye, Libya’dan Azerbaycan ve Katar’a geniş bir alanda askeri varlık gösterdi. Fakat Türkiye’nin Rusya’dan farklı olarak bağımlılıkları söz konusu.

1-Enerjide Hazar ve Körfez ülkelerine bağımlı

2-Ekonomide Batı ve Körfez yatırımlarına bağımlı

3-Turizmde Avrupa, Rusya ve Ukrayna’ya bağımlı

4-Dış politika ve milli güvenlikte hem NATO üyesi sorumluluklarına sahip hem de Rusya’ya bağımlı

Rusya ise Türkiye’nin aksine doğal enerji kaynaklarına dayalı rant ekonomisine sahip. Türkiye ise ticaret, üretim ve tüketime muhtaç. Ayrıca Türkiye’nin Merkez Bankası son derece verimsiz ve başarısız yönetilirken, Rusya’nın rezervleri istikrarlı bir yönetimle giderek genişledi. Türkiye cari açığı kapamak için 5 milyon Rus, 2 milyon Ukraynalı turiste mahkumken, Rusya’nın böyle bir derdi yok. Öte yandan Türkiye tarımda bile Rusya’ya bağımlı durumda. Hem de buğday gibi en temel gıdalarda.

Türkiye paradoksal bir şekilde bir yandan Suriye’de Rusya’nın açık hedefi (İdlib şehitleri örneği). Diğer yandan enerji projeleri ve S-400 savunma sistemiyle kendini Rusya’ya asimetrik şekilde bağlamış durumda. Bu paradoks son olarak da Ukrayna’da da karşımıza çıktı. Türkiye, Minsk-2 maddelerine göre Donetsk ve Luhansk’da kullanılması yasak olan İHA’ların ihracatçısı olarak dolaylı şekilde Rusya ile karşı karşıya geldi.

Bu kırılganlıkların ve paradoksların neticesinde, savaşın çıktığı gün dolar karşısında en çok değer kaybeden para birimi Rus rublesi değil Türk lirası oldu. Türkiye dış politika ve otoriterleşmede Rusya'yı örnek alsa da savaşa girip yaptırımlarla yüzleşen Rusya'dan daha kırılgan bir ekonomiye sahip.

Etiketler
Rusya Türkiye Ukrayna