Şuna mı inanalım buna mı?

Yeni yepyeni bir yaklaşım daha… Faiz enflasyonun nedenidir kuramından daha etkili hem de. Karar vericiler gündemi değiştirmek için yine yaptı yapacağını. Ele...

Yeni yepyeni bir yaklaşım daha…

Faiz enflasyonun nedenidir kuramından daha etkili hem de.

Karar vericiler gündemi değiştirmek için yine yaptı yapacağını. Ele tutuşturulan bir notun okunmasıyla ortaya çıkan bir söylemle girdi hayatımıza bu yeni yaklaşım.

Ne yazıyordu o notta biliyor musunuz?

“Türkiye’de işsizlik problemi yok… Yeter ki çalışmak istesin vatandaş, iş çok!”

Bu konuda söylenecek çok şey var aslında.

Başta TÜİK verileri bu yaklaşımı yalanlıyor. TÜİK işsizlik oranını (U6 düzeyinde) yüzde 22 açıklıyor.

Enflasyonun bu kadar yüksek olduğu bir ülkede düşmesi beklenen işsizlik oranının yüzde 22’lerde gezmesini başarı olarak sunmak gerçekten zordur bir ekonomist için. Söylediğimiz gibi hem de resmi verilere göre böyle.

Hal böyleyken dün Reuters’ta yayınlanan bir haberde ise ABD merkez bankası Fed’in faiz artırım politikasının başta Sri Lanka ve Türkiye olmak üzere bir grup ülke için çok sancılı sonuçlar yaratacağı vurgulandı.

Bu vurgunun arkasında muhakkak finansal zayıflık, dış borç yükü ve cari açık gibi sorunların yanında yüksek işsizlik oranlarının etkisi vardı.

Şimdi işsizlik yoktur sözüne mi inanalım yoksa sözü dinlenen ekonomistlerin Reuters’taki analizlerine mi?

Neye inanacağımızı çok iyi biliyoruz aslında ekonomistler olarak. Türkiye’de işgücü piyasasında, tüm dünyada olduğu gibi, derecesi farklı olsa da bir “işgücü ayarlama maliyeti” ve bundan kaynaklı ek istihdam yaratamama ve işsizlik sorunu vardır. Dahası, yaratılan istihdamda da kalite ve uzmanlık eşleşmemesi sorunu vardır.

Bir iktisatçının bakkalda ve mühendisin de finans sektöründe çalışma zorunluluğu sanırım buna en iyi örnek olur..

Bu derin bir kaynak dağılım sorunu olmakla kalmaz, sonunda verimsizlikle bezenmiş enflasyon sorununun da beraberinde getirir.

DIŞ TİCARET VERİLERİ TEHLİKELİ YÖNÜ İŞARET EDİYOR

Yakın zamanda test edilen sözde birkaç modelden sonra, öncelikle Yeni Ekonomi Modeli (YEM) adıyla anılan fakat sonradan yarattığı çağrışımdan dolayı Türkiye Ekonomi Model (TEM) olarak adlandırılarak halkın beynine sokulmaya çalışılan ve ne olduğunu kimsenin anlamadığı bir uygulama başlatıldı…

Başta cari fazla verilecek, ucuz emek piyasası ve rekabetçi kura dayalı uygulamalarla ihracatımız artacak, ülkeye girecek dövizlerle beraber rezervlerimiz yükselirken döviz kuru kararlı hale gelecek ve …

Neyse devam etmeyeyim, içim daraldı.

Nedeni çok açık… Beklentiler arasında zaten bir tümce var ki her şeyi bir kenara atmamıza yol açıyor: ucuz emek piyasası. Bir ülkenin üretiminin sermaye ve teknoloji ile birlikte üretim gücünü belirleyen işgücünü ucuzlatarak kazanım sağlamış tek ülke olmadığı gibi asla rekabetçi bir üretim yapısına erişme olanağı da bulamamışlardır.

Zaten sonuç da ortada değil mi?

Yaklaşık altı aydan bu yana süregelen bu TEM bize neyi gösterdi biliyor musunuz?

Sıralamaya gerek bile yok… Yanıtı açık.

Tek kelime ile her kötülüğün anası niteliğindeki yeni tanımlı hiper-enflasyon ile arkasından gelen ve ülkenin tüm makro ve mikro faktörlerinin zayıflığı ile bezenmiş dış ticaret açığı…

İthalatta yüzde doksan paya sahip olan sermaye ve aramalı ile ihracat ve büyümeyi beslemek için yapay kredi genişleme uygulamaları, gelinen yolda Türk ekonomik tarihinde görülmemiş 62 milyar dolarlık bir dış ticaret açığını tecrübe ettirdi bize.

Hem de sadece 7 ayda…

Diğer verileri bunun yanına yapıştırmaya gerek yok şimdilik…

Bu bile önümüzdeki kışın çok zor geçeceğini gösteriyor.