'Irmağı Takip Eden Denizi Bulurmuş'
Başlıktaki söz Belçika’lılara ait. Şimdi gelelim bize ait olan, bizi ilgilendiren kısmına ve güncel yorumuna. Irmaklar dereler kirlenmişken, denizler doldurulup çimentoya boğulurken, hangi deniz ve ırmağı kimler, nasıl takip edecek, sonra da bulup rahat edecek?
Bir yanda cüzdan boş, mutfak bomboş, çocuklar sıkkın, baba gergin, anne ara yolu bulmak için zorlanıyorken, diğer yanda gösteriş, debdebe, şatafat, sarayın ağız uçuklatan masrafları, üç uçaklı seyahatler alıp başını gitmişken ırmak ve deniz mi? Nasıl yani? Bilen ve bulan varsa beri gelsin…
Bir yanda hedeften ve gündemden düşmeyen, düşürülmeyen muhalefet, diğer yanda gündem yaratma ve değiştirmede sinir ve sınır tanımayan, bu arada Nobel’e koşan bir yönetim! Bir yanda geçiniz diplomatik dili günlük kullanım dilinde bile unutulan tedbir, temkin, ihtiyat vb. gibi sözcükler! Diğer yanda içerik ve ifade olarak ne kadar anlaşılmaz sözcük ve deyim varsa arka arkaya sıralanan böylece izlenmesi gereken hattı ve çizgiyi şaşırtarak zora sokan bir anlayış…
Bir yanda yeni çıkan, bayağı ilgi ve talep gören, hatta cazip hale getirilen; “İtirafçı, ve iftiracı!” adlı iki yepyeni meslek grubu! Diğer yanda bu yeni meslek dallarının temel dinamikler dahil her şeyi yerle bir ettiği bir düzen ve her yanda Yeni Türkiye modelinin ayak izleri…
Bilenler bilir bilmeyenlere ayrıntılara boğmadan anımsatalım!
Her ne kadar günümüzde algılar ve tercihler değişse de! Yeşili, ormanı, ağacı, börtü böceği savunan ve koruyanlara karşı çimento ve demiri savunanların sayısı artsa da! Artan dumanlar, savrulan küller, sessiz ormanlar, kapkaranlık toprak yığınları, sessiz alanlar bazılarını hiç ilgilendirmese de!
Unutulmasın ki; geriye kalanları korumak, kollamak ve mevcutla idare etmek yine cumhuriyetin solmayan sayfalarını beynine değil, yüreğine kazıyan, bilinçli, yurtsever, özverili kuşaklara düşer ve düşüyor…
Yine unutulmasın ki; her şeye rağmen direnen, bağımsızlığına tutkun, sağlam ve sıkı Atatürkçü olan, esen rüzgarlar karşısında çelik gibi eğilip bükülmeden duran, boyun eğmeyen, edebiyattan, sanattan beslenen, sular seller gibi okuyup yazan, sonra da üşenmeyip paylaşan erdem sahibi o kuşaklar hala dolu dizgin koşuyor…
Hiç unutulmasın ki; bilinçli ve sistemli bir şekilde erkekleri parlatmak için kadınları söndürenler! Durduğumuz nokta var, sustuğumuz yer var, kendimize sorduğumuz sorular var ancak yolumuzu kesmek isteyenlere karşı da birbirimize ulaşmanın, arka çıkmanın yolunu bilenler ve bulanlar var…
Gelelim pazar ve marketlerden yükselen çığlıklara kulak tıkamanın sonuçlarına…
Emeklilerin ev alma, araba sahibi olma, tatil yapma hayali çok gerilerde kaldıysa! Gençlerin umutları suya düşüp hayalleri çalındıysa! Ortak paydalar, geçmiş anılar, göz yaşartan jestler, kan bağı olanlarla bile kopan ilişkiler, dost ve arkadaşlarla kurulan aile boyu sıcak ilişkiler bile güncele ve geleceğe dair kaygılar karşısında bitme noktasına geldiyse! Bu sorunlara kulak tıkayanların bazı sorularla karşılaşması doğaldır…
Bazen yoksulluk ve umutsuzluk bir miras gibi kuşaktan kuşağa geçer, değişmez, sürüp gider nesiller boyu. Kaygı duyanlar, umutsuzluğu yüzüne yansıyanlar, özel hayatlarda yaşanan dramlar, çaresizliği yansıtmamak için gösterilen çabalar, sınırları aşan acı, çürümenin, ortak sorunların, umutsuzluğun farklı yüzleridir aslında. Ve bu durum toprağa kök saldığında acı artar, giderek kök salar çünkü çaresizlik evrenseldir sınırları aşar ve her yerde aynı dil konuşulur. Bu durum ayrıca toplumlar için uyarı niteliği taşır, tek çözümü vardır; Anlayan kadroların, ciddiye alan yöneticilerin, çözüm arayan liderlerin artması.
Hatırlatma notu; Bu arada emekliler geçim derdine çareyi yaban ellerde arar oldu. Artık Bulgaristan, İspanya, Portekiz, İtalya, Arjantin gibi ülkelerde oturum izni almaya, maaşlarını oraya taşımaya ve ev kiralamaya başladılar. Neden olmasın ki? Kişi başına düşen milli gelirde 90.00 dolar ile İsviçre birinci sırada, biz CB yardımcısının açıklamasına göre 17 bin dolarla 54.sırada yer alıyorken üzülmeye gerek yok! Durumumuz çok çok iyi ki her biri cinsine ve özeliklerine göre 124 milyon dolarla, 315 milyon dolar arasında olan yüzlerce adet Boeing uçağı alıyormuşuz!
Yine çok pahalıya mal olan ABD gezisinde ne aldık, ne verdik, bize kalanlar nedir? Onu biz bilemeyiz. Bildiğimiz o ki; Heybeliada Ruhban Okulu’nun gündeme getirilişi, Eskişehir’deki nadir elementlerin ABD’ye sunumu, yüzlerce uçak siparişimiz, şaşaalı, debdebeli, gösterişli, gidip gelmeler, caddelerde simit ve çay ikramımız, Rusya’dan ucuza aldığımız gazı artık pahalıya ABD’den alacak oluşumuz vb. Kamu diplomasisi adına az şey mi gaz alıp, hava alıp, hava atıp dönmek…
Önemli not: Zorlu, sarp, çetin, engebeli yollara çıkanlar; geniş anlamda işin siyasal, tarihsel, toplumsal, kurumsal, örgütsel, hukuksal, kültürel ve diplomatik düzlemdeki önceliklerini ve vazgeçilmezlerini bilmezler mi?
Bitirme notu: Eski ABD Dışişleri bakanlarından (1973- 1977) Henry Kissinger diyor ki; “Amerika’nın düşmanı olmak tehlikeli olabilir. Fakat Amerika’nın dostu olmak ölümcüldür.” Niye demiş, kime demiş, ne kastetmiş? Bu sorunun yanıtını her şeyi bilen ABD uzmanlarına sormalı…
Teşekkür notu: “Kırıklarla Dolu Eğitim Karnemiz” yazım için başta öğrencilerim olmak üzere, eğitimcilerden, velilerden gelen iletilerden söz etmeye kalksam burdan ABD’ye yol olur! Örneğin KAL’dan öğrencim “Niğde Şehrengizi” adlı kitabın yazarı Alper Göncü diyor ki; “Hocam yazınızı okurken tansiyonum çıktı!” Haklısın dedim, benim de yazarken çıkıyor…