İnsan Neden Toprağını Terk Eder? Parlak Beyinlerimiz Neden Göç Eder? (1)

Yeni bir vatan aramak zorunda kalanların ve bu arayışa girenlerin haklı olduğu nedenler var mıdır?

Köşe yazarı olmanın en önemli açmazlarından ve çıkmazlarından biri yazdıklarınızın zaman içinde hiç değişmediği gerçeği. Bu konuya daha önce de değinmeme rağmen, gelinen noktada azalma yerine artış olduğunu görünce yine ve yeniden sütuna yatırmak istedim.

Tabii ki bu durum, insanı emeği adına, zamanı adına, enerjisi adına, çabası adına, ülkesi adına çok üzen ve inciten bir gerçek! Hani derler ya? Değdi mi diye? Boşuna yazıyoruz, boş yere konuşuyoruz, suya mı konuşuyoruz, buza mı yazıyoruz diye. Çenenizi ve kaleminizi niye yoruyorsunuz diye. Sonuca bakınca bu tür değerlendirmelere de hak vermek gerek!

Bu iç acıtan girişten sonra gelelim Göç İdaresinin açıklamasına! Ülke nüfusunun yüzde yirmisini oluşturan, giderek gettolaşan, kendi mahallelerini kuran, sorun yaratan kayıtlı ve kayıtsız 20 milyona yakın konuğa bakıyormuşuz. Halkın cebi boş, cüzdanı boş, midesi boş, sofrası boş, borç defterleri ve raflar dolu iken işimizin giderek zorlaştığını ülkemizi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar farkında mı bilmiyoruz? Ama görünen köy diye bir deyim var!

TÜİK açıkladı! GÖÇ istatistiklerine göre Türkiye’den yurtdışına göç eden kişi sayısında eskiye göre büyük artış varmış. İnsanlar neden gider? Bunun yanıtı çok ve çeşitli. Umutsuzluk, yılgınlık, iş bulma umudu, gelecek endişesi vb. Neden bunca göç? İnsan evini, geçmişini, anılarını, arkadaşlarını kaç koliye, kaç valize, kaç bavula yerleştirebilir, ya da sığdırabilir? Sürekli gittiği mekânları, doğup büyüdüğü mahallesini, her gün arşınladığı sokakları, yollarını aşındırdığı caddeleri, bayramını seyranını, modasını adasını, kafesini fırınını, güneşini kışını, yazını tozunu, çaresizliğine çözüm bulan annesini, bir daha göremeyeceği baba evini kaç kutuya sığdırabilir?

Gitmek mi zor, kalmak mı zor?

Sancılı bir karar sürecinin yansımaları, köklü bir değişimin zahmetsiz ve bedelsiz olabileceği akıldan çıkar mı? Gidilen kurallar ülkesi ise uyum kolay sağlanır mı?

Ya da eskilerin bir yerlere göçerken “gidip de dönmemek var gelip de görmemek var” şeklindeki hala değerini, geçerliliğini ve güncelliğini koruyan sözleri akıldan çıkar mı? Tanımadığınız bir yere giderken, dönüşte tanıyamayacağınız bir kenti de hesap etmek gerekmez mi?

Bizler gibi sımsıkı sarılmayan, dönüp dönüp bağrına basmayan, içten ve sıcak bakışlarla süzmeyen bir yere alışmak kolay mı? Lezzet küpü yemeklerinden, damak çatlatan tatlılarından, mis kokulu simidinden, havasından, suyundan, anne eliyle demlenmiş çayından vazgeçmek kolay mı?

Bazen vatan gurbet, bazen gurbet vatan olur…

Prof. Dr. Faruk Şen, 2015 yılında yazdığı “Dünyada Türk Olgusu” adlı kitabında diyor ki; “Avrupa’da 5 milyon 400 bin Türk yaşıyor. Dünyada kendi nüfusuna göre yurtdışında en fazla göçmen bulunduran ülke yüzde 9 oranıyla Türkiye. Yazara göre 160 ülkeye yayılmışız, Avrupa’da 150 bin Türk girişimci var. 70 bin civarında akademisyen, doktor, mühendis, sanatçı, eğitimci, hukukçu doğduğu toprakları bırakıp gitmiş. ABD’de 12 bin mühendisimiz dernek kurmuşlar…

Aradan 10 yıl daha geçmiş, gidenlerin sayısında ne kadar artış olmuş, TÜİK açıklayınca anlarız. Üzerinde durulması gereken konuya gelelim! Yeni bir vatan aramak zorunda kalanların ve bu arayışa girenlerin haklı olduğu nedenler var mıdır? Ya da nelerdir? Vatan toprağında doğup, haksız, zamansız, erken bir veda ile yaban ellere gidip oralara ışık saçanların gitme nedenleri şunlar olabilir mi?

Yazımı uzatmamak için ülkelere göre dağılıma girmiyor, ana başlıklarla yetiniyorum;. ABD’den Kanada’ya, Almanya’dan Avustralya’ya, Hollanda’dan Belçika’ya, İngiltere’den Fransa’ya her yerdeyiz. Bu arada Suriye’den Afganistan’a, Katar’dan Arabistan’a, Kazakistan’dan Kırgızistan’a bizdeler!

Can kurtarmak için can verenler!

İhmaller zincirinin ve denetimsizliğin sonucu olarak 22 yılda, 24 facia, 55 bin 780 ölü! Bir yanda hayatını kaybeden bavulla gidip, tabutla dönen ihmalin kurbanları 36’sı çocuk 78 kişinin yanarak, kavrularak, kendini pencerelerden ölüme atarak can verdiği Kartalkaya yangınında; Annenin kızına, babanın oğluna, kardeşin kardeşe, dedenin torunlarına sarılarak yaşam mücadelesi vererek hayata pencerelerini kapayanlar! Diğer yanda sorumsuz sorumluların, sorunları çok, sorumluları az olan bir ülkenin; Sınır tanımayan yönetim erbabının kin, öfke, düşmanlık, hasetlik, intikam, yerli yersiz çıkışları, laf sokmaları, suçu başkasına atmaları! Her yanda yapısal ihmallerin ağır bedeller ödettiği bazen sesli sedalı, bazen sessiz öfkeli nöbetlerde kavrulan bir toplum. Ne denir ki? Öfkeliyim, yaslıyım, yaslıyız, yastayız. İlk mi? Değil! Son mu? Belli olmaz! Yakınlarına dayanma gücü ve sabır diliyorum…

Zorunlu açıklama: Yayın yönetmenlerimin ve okurlarımın hoşgörüsüne sığınarak ara verdiğim köşeme bugün kaldığım yerden devam. Yazının devamını perşembe günü okuyacaksınız…