Her çözümün adresi BÜYÜK ATATÜRK! Terk etmedi sevdan bizi…

BÜYÜK ATATÜRK! Azmini, çalışkanlığını, girişimciliğini, yaratıcılığını, direncini sergilerken! Tüm bunları güler yüzle, tatlı dille, gözlerindeki ışığı hiç eksiltmeden gerçekleştirdiğin için sana özel olarak teşekkür ediyorum…

Atatürk’ü anlatmak ya da yazmak için ne zaman kolları sıvasam! Bana ışık olan, yolumu aydınlatan bir çift mavi göze ve Cumhuriyete olan borcumu düşünürüm. Hayatın her safhasında ve her sayfasında yeri ve izi olan; ilim, fen, siyaset, sanat, azim, özgürlük, kararlılık, uygarlık, ışık, yol göstericilik, pes etmemek, onur, demokrasi, laiklik, bilgelik, ötekileştirmeme denilince ilk akla gelen Atatürk’ü özellikle de genç kuşaklarla paylaşmak isterim. O’nun yılmaz, yıkılmaz, yorulmaz, yanılmaz, yenilmez dehasını anlamayanlara “bunun bedeli ağır olur!” demek isterim. Halkın gözünü boyayanlara karşı onun göz ve ufuk açan dehasının altını çizmek isterim.

Ölümünün 84. yılında bıkıp usanmadan okuduğum, yazdığım, anlattığım, paylaştığım ve bir türlü bitiremediğim Büyük Atatürk’ün her sözünün benim kişisel yaşamımda ve aldığım kararlarda büyük etkisi ve yeri var. Çünkü O’nun kadına verdiği değer benim ve hemcinslerimin önünü ve ufkunu açmış ve bize yol göstermiştir. Daha ne olsun…

Aradan 84 yıl geçmiş benim yazarken sizin okurken gözlerimiz niye dolup boşalıyor onu da ben biliyorum siz biliyorsunuz. Atatürk ve cumhuriyet bizim için havadır sudur. İkisi olmadan hayata tutunamayız. Aksi halde İran’a, Afganistan’a döneriz. Can ve kan pahasına kazanılan, ülkemizin temel harcı olan ve bizleri ayakta tutan can simitlerinden nasıl vazgeçeriz? Alın teri, kan, fedakârlık ve gözyaşının toplamı olan ulusal servetimiz ve vazgeçilmez gücümüz saydığımız Cumhuriyete ve onun kurucusuna dil uzatanlara karşı nasıl kayıtsız kalabiliriz?

Unutmayalım! Devlet gemisi su almaya başladığında can simidine koşanların karşısına iki dolap çıkar! Birinin kapısında Atatürk, diğer kapıda Cumhuriyet yazar…

57 yaşında göçüp giden Atatürk’ün yine ve yeniden hatırlattıklarına gelince!

Yaşı tutsun tutmasın gönüllü askere yazılan yürekli çocuklarımızı hatırlarım!

Cepheye mermi taşıyan, askere ekmek su götüren, hasta bebeğinin üstündeki yorganı ıslanmasın diye silahların üstüne örten, evde bayrak diken kadınlarımızı alkışlarım!

Yaşı tutanların cephede savaştığı, yaşlıların cephe gerisinde koşturduğu erkeklerimizi anarım!

Boyunlarında dürbünleri, kemerlerinde tabancaları, omuzlarında harita çantalarıyla yiğit subaylarımızı düşünürüm.

22 gün 22 gece kıpkırmızı kan akan Sakarya ırmağımızı, kanla sulanan vatan toprağımızı hatırlarım…

Olayların üstüne korkmadan giden, dediğini yapan, kazanan, bunun adı da özgüven ve yapabilme gücü olan Büyük Atatürk’ü, aman vermez böbrek sancılarını dindirmek için battaniyeye sarınıp vatan toprağına uzanan Gazi’yi! Hamurunda liyakat, sadakat, adalet ve mayasında mücadele olan destansı cumhuriyetimizi hatırlarım…

Gazi Mustafa Kemal ve yol arkadaşlarının talihsiz bir kuşağın çocukları olduğunu, hayatın onları hep mecbur bıraktığını, bıyıkları termeye başladığından beri ömürlerinin cephelerde geçtiğini, Trablus’tan Balkan Harbi’ne, Çanakkale’den Yemen’e, Suriye’den Kafkas Cephe’sine, Sina’dan Galiçya’ya vuruşmadıkları coğrafya kalmadığını hatırlarım…

Gaz lambasının cılız ışığıyla aydınlanan, penceresi bile olmayan han odalarında teslim olmayan özgür ruhlarıyla, ulaşılmaz yurt sevgileriyle, idealist karakterleriyle ülkenin kaderini çizen vazife kuşağını hatırlarım…

Hayatın yokluklarla, savaşlarla kasıp kavurduğu yıllarda hem kurtarıcı, hem kurucu olan bir liderin; Sesimize ses katan, her karanlıkta kararlılıkla ayağa kalkmamızı sağlayan, büyük bir çınarın gölgesinde olduğumuzu unutturmayan ve bize dik durmayı, direnmeyi, inandığımız yolda yılmadan yürümeyi, çaresizliğe çözüm bulmayı öğreten vasıflarını hatırlarım…

Yetinmem 84 yıl önceye 84 yıl sonraya bakarım…

Hamurumuza katılan cumhuriyet mayasıyla; Eğitimde fırsat eşitliğinin ne demek olduğunu, Cumhuriyet değerlerini özenle inşa eden Atatürk’ten ve Cumhuriyetten vazgeçmemeyi, bir ölüm kalım savaşının ortasında, iç ve dış düşmanlara meydan okurken, ölümü göze almanın ne demek olduğunu bize öğretenleri hatırlarım…

Oy veren, ders veren, para kazanan, ayağı yere basan bir kadın olarak önce Büyük Atatürk’e sonra da onun kurduğu çağdaş cumhuriyete ne çok şey borçlu olduğumu hatırlarım…

Hitler zulmünden kaçarak ülkemize sığınan bilim insanlarına tıp, sanat, hukuk, mimarlık, mühendislik alanlarında söz sahibi olan bu akademisyenlere kapılarımızı kürsülerimizi açtığımız yılları! Bu insanların, gelişmiş ülkeler yerine savaştan yeni çıkmış Türkiye’yi neden seçtiklerini! Bunun yanıtının; aklı, bilimi özgür kılan Atatürk Türkiye’sine duydukları güven olduğunu hatırlarım…

600 yıl hanedanlıkla yönetilen bu topraklarda başta eğitim olmak üzere, siyasi, hukuki, ekonomik, kültürel, toplumsal, çağdaş adımların atıldığı yılların temelinde; Gazi’nin engin bilgi birikiminin, geniş ve farklı ilgi alanlarının, güçlü mantığının, zamanlama konusundaki dehasının, düşünsel hazırlığının, devrimci kararlılığının, sorun çözme yeteneğinin ne kadar derinlerde olduğunu hatırlarım…

Cesaretini, sorunları tüm boyutlarıyla kavrama kabiliyetini, çok yönlü düşünmesini, sorunlara kalıcı, kapsamlı, köktenci çözümler üretmesini, bu yönlerini konuşmalarına yazılarına yansıtmasını, tuttuğu yolun bilimsel bilgiyi temel alan, analize ve senteze dayalı bir model olduğunu hatırlarım…

Onu güçlü kılan temel niteliklerini, dürüstlüğünü, cesaretini, güçlü iradesini, hoşgörüsünü, her alandaki engin bilgisini ve “Savaşçı olamam. Çünkü savaşın çok acıklı durumlarını herkesten iyi bilirim.” Şeklindeki evrensel sözlerini hatırlarım…

Hamurumuza katılan cumhuriyet mayasıyla! O’nun resimlerine iyi bakınca; O gözlerde çöküşün de, kuruluşun da, kurtuluşun da tüm sırlarının saklı olduğunu, tüm şifrelerin var olduğunu hatırlarım…

Eğitimci gözlüğümü takınca! Köy Enstitüleri’nin öğrencilerine nasıl bir eğitim verdiğini, eğitim adına nasıl bir temel atıldığını, öğrencilere nasıl bir yürek aşılandığını, sadece aklımızı değil, yüreğimizi de ele geçiren dönemin öğretmenlerinin cumhuriyet kürsülerinde bize neler öğrettiğini ve Başöğretmenin eğitim ordusuna verdiği değeri hatırlarım…

Cumhuriyetin başarısının canlı örneği, sesi soluğu olan öğretmenlerin elinde yoğrulan biri olarak! Bilimi ve bilimsel eğitimi üretim içinde veren eğitim kurumlarında yetişen biri olarak! Cumhuriyetin kültürel geçmişinin en canlı belleklerinden olan yazar ve aydınlardan ne çok şey öğrendiğini unutmayan biri olarak! Cumhuriyetin köklü ve eşitlikçi eğitim devrimini, o şansı sağlayan, önce milletine inanan, sonra yaptıklarıyla milletini kendine inandıran Büyük Atatürk’ü hatırlarım…

Her 29 Ekim’de Atatürk sevgisi katlanarak büyürken ve ona olan özlem katmerlenerek artarken, kaldırımların, caddelerin, bulvarların, yolların, apartmanların, balkonların, denizlerin, teknelerin dünyanın en güzel gözlü liderinin fotoğraflarıyla donatıldığını hatırlarım…

Her 10 Kasım’da; Yüreğinde, evinde, penceresinde, bağrına bastığı Atatürk resmiyle O’nu ananları, ulusal bayramlarımızı elinde coşkuyla salladığı bayrağıyla kutlayanları ve Atatürk’ün adı geçince gözyaşlarını tutamayanları hatırlarım…

Her 10 Kasım’da! Gençler, yaşlılar, çocuklar, kadınlar, erkekler, simitçiler, temizlik elemanları, ayakkabı boyacıları selama dururken; Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de, Gazze’de doğan çocuklara ve o topraklarda doğmanın bedelini daha doğarken ödeyen çocukları hatırlarım…

Yaşama dair ilk bağımın, ilk güçlü adımımın, ilk sesim ve sözüm olan Atatürk’ün; ülkemizin dünü, bugünü, yarını ve sigortası olduğunu, ülkemizin hiç sönmeyen kandili ve hep aydınlatacak olan güneşi olduğunu hatırlarım…

Büyük Atatürk’ün dört dörtlük bir yönetici, mükemmel bir komutan, olağanüstü bir lider ve aynı zamanda bir bilim insanı olduğunu, kişiliğinin temelinde vicdan, sevgi, sabır, bilgi, dinleme, yurtseverlik olduğunu, haşmetten, azametten, saltanattan iz olmadığını hatırlarım…

Yenilikçiliğiyle, atılımlarıyla, kişiliğiyle, derinliğiyle, yaratıcılığıyla, evrensel kültüre verdiği değerle, eksiği var fazlası yok özellikleriyle bir yöneticiden başka ne beklenir ki sorusunun cevabının kim olduğunu hatırlarım…

Atatürk dehasının derinliğine, cumhuriyet mucizesinin, formülüne, kurtuluşun öyküsüne inanmayanların olup bitenin arka planına bakıp, biraz tarih okuduktan sonra nasıl dönüş yaptıklarını ve hemen görevden aflarını istediklerini hatırlarım! Yine de inanmayan çıkarsa! Yazıp, konuştuklarını kapsayan, adeta ulusuna hesap verme içgüdüsüyle kaleme alınan ve bir bakıma vasiyeti sayılan NUTUK başta olmak üzere O’nun için ülkemizde ve dünyada yazılanları okumalarını hatırlatırım…

Sözün özü: Tarihe ve arşivlere hüzün karesi olarak geçen her 10 Kasım sabahı saat 9.05’de! Hava sıcak da olsa, güneş tepede de dursa hep üşüdüğümüzü, ne kadar kalın giyinirsek giyinelim, ister sobanın yanına, ister kaloriferin üstüne oturalım, ister arabanın klimasını açalım bi türlü ısınamadığımızı, içimizi üşütenin matem ve yas olduğunu hatırlarım…

ÖZETLERSEM! Büyük ATATÜRK!

Anneliğim, yurttaş duyarlılığım, aydın kimliğim, eğitimci gözlüğüm başta olmak üzere bana kattıkların için, öncü kişiliğin için, kadınlar adına senden sonra gelenlere ve gelecek olanlara açtığın sayısız yollar için sana teşekkür ediyorum…

Kadın haklarına, kadının eşitliğine, kadın sorunlarına, sağladığın önemli katkı için, bana akademik bir sorumluluk kattığın için aydın kişiliğinle bütünleyerek yolumu açtığın için sana teşekkür ediyorum…

Azmini, çalışkanlığını, girişimciliğini, yaratıcılığını, direncini sergilerken! Tüm bunları güler yüzle, tatlı dille, gözlerindeki ışığı hiç eksiltmeden gerçekleştirdiğin için sana özel olarak teşekkür ediyorum…

Etiketler
10 Kasım sergi