Göz ardı edilecekler var, dikkate alınacaklar var!

Ve son olarak da sinir kapasitemizi yerle bir ederek bizi dünyanın en gergin ikinci ülkesi yapanlara “ha gayret birincilik kürsüsüne oturmamıza az kaldı!” demeli!

Yazıya başlarken kısa bir sorulu- yanıtlı özete ne dersiniz? Ruh halimiz mi çaresiz! Haller ve hayaller mi umutsuz! Kendimize sorular mı cevapsız! Ekonomi büyürken halk yoksullaşıyor mu görünen köy! Zamlar yağmur gibi yağıyor, düşük gelirli durmadan ıslanıyor mu çevreye bakmak kâfi! Suriyeliler sadece İstanbul’da kaç şirket kurmuş 17 bin!

Yükler öyle ağır ki yeniliyor insan! 10 yılda içlerinde 4-5-6 yaşında da olanların da bulunduğu kaç çocuk işbaşında daha doğrusu iş cinayetlerinde can vermiş? 96’sı kız, 520’si erkek 616 çocuk…

120 bine yakın işsiz ziraat mühendisi olan ülkemizde iş bulamayan mühendisler hangi iş kollarında çalışıyor? Vale, garson ve barmen olarak! Tarım ülkesiyiz ya!

Sesini duyuramayan 10 bin hemşire atama bekliyor. Durmadan yeni hastaneler, şehir hastaneleri açıyoruz ya!

Asgari ücretli bir yurttaş bir öğüne 7 TL ayırabiliyorken, İstanbul’da insani geçim ücreti 10.606 TL’ye dayanmışken dünyanın en gergin ikinci ülkesi olmamıza şaşılır mı? Hele de duygusal, parasal, toplumsal enkazla baş etmeye çalışırken niye şaşılsın?

Pahalılığın nedeni kim? Avrupa! Dövizin artma nedeni ne? Batı! Ortamı gerenler kimler? Küresel güçler! Özgürlükleri kısıtlayan kim? Cehape! Bize kalan ne? Bu koşullarda ülkeyi yönetmek! Kolay mı? Zor soru!

Soma'da olup biten ne? Fıtrat! Bartın’da yaşananlar ne? Kader! Biraz vicdan sahibi olanlar, insani duyguları ağır basanlar her şeyi görüyor mu, ya da yaşananlar hem belleklere hem de tarihe kaydediliyor mu? Onu zaman gösterecek!

Ekonomik kriz icraları patlatıp icra dosyası 24 milyonu geçtiği için Adalet Bakanlığı 78 ilde yeni icra daireleri açma kararı almış mı? Bakana sormalı!

Bizi kıskananlara sorular!

Almanya’da asgari ücret 1.811 Euro, bizde 426 Euro iken onlar bizi kıskanıyor mu? Evet. Neyimizi kıskanıyor? Enflasyonda birinciliğimizi mi? Eğitimli işsizliğimizi mi? Artan kadın cinayetlerini mi? Fırlayan ve dizginlenemeyen fiyat artışlarını mı? Haksız sınavla karşı karşıya kalan eğitim ordusunu mu? Geçinemeyen emeklileri mi? Elleri böğründe kalan kiracıları mı? Yurt bulamayan üniversitelileri mi? Ucuz ekmek kuyruğunda bekleyenleri mi? Onu onlara sormalı…

Ya da ineği Uruguay’dan, koyunu Avustralya’dan, tavuğu Arjantin’den, kıymayı Sırbistan’dan, samanı Senegal’den ithal ederken sergilediğimiz yerli ve milli duruşu olmasın!

Ülkemiz 126 ülkeden sebze ve meyve ithal ediyor. Üretilen ürün az, talep fazla olunca da 85 milyona yetmiyor. Ülkeye yerleşen 13 milyon mülteciyi de besleyemiyor. Gübreden mazota, tohumdan ilaca, elektrikten suya girdi fiyatları artınca ne oluyor? Çiftçi tarlasını terk ediyor, toprağından ayrılıyor, köyden kente göç ediyor.

Giderlerse gitsinler diye dışlanan doktorların yurtdışına göçü 10 yılda 40 kat arttı. Bu yılın ilk 9 ayında göç eden hekim sayısı 1938’i buldu. Sırada bekleyen çok sayıda hekim var. (Bu konu bir yazıyı değil, birkaç yazıyı daha kaldırır.)

1964 yılında Trabzon Çaykara cezaevi suçlu yok diye kapanmışken, 2006- 2021 arasında 247 cezaevi açılmışken, 40 cezaevi daha yapılacakken bu sıralananlar nereden nereye dedirtecek başarılarımız olmasın!

Sırada siyaset dünyamız var! Programlarına, kadrolarına, örgütlerine, kararlılıklarına, tutarlıklarına, inandırıcılıklarına, mücadelelerine, güvenilirliklerine bakınca! Mevsimlere göre yer ve yön değiştiren hayli ilkeli siyasi aktörleri görünce bu konudaki üstün başarılarımızı Avrupalı kıskanıyor olmasın!

Yine! Değişen söylemlerine, keskin U dönüşlerine, politik istikrarlarına, berrak olmayan net olmayan seçmeni gözeten ve ona göz kırpan programlarına, popülist söylemlerine, siyasal zemine taşımaya çalıştıkları çıkar amaçlı kaşıdıkları kimliklere bakınca ortaya konan sert ve mert duruşu Almanya kıskanıyor olmasın!

Hal böyle iken ne yapmalı? Hız kesmeden bizi yönetenlerin ve yönetmeye talip olanların umut ve güven verip vermediklerine bakmalı. Sonra dönüp halkın büyük çoğunluğunun yaşam biçimlerindeki zorunlu ve mecburi değişikliklere, azalan yerle bir olan harcama kalıplarına, tüketim alışkanlıklarına, unutulan damak zevkine bakmalı.

Ve son olarak da sinir kapasitemizi yerle bir ederek bizi dünyanın en gergin ikinci ülkesi yapanlara “ha gayret birincilik kürsüsüne oturmamıza az kaldı!” demeli!

En sonda da umutsuz bir şekilde kimlikli ve kişilikli yönetim erbabı arayışına girerken, gözümüzden düşenlere, gönlümüzden çıkanlara, yüreğimize gelip yerleşenlere ve hiç çıkmayanlara bakmalı...