Sorun şu! Sorum Bu! Merakım ise muhtelif…

Sn. MEB! Ülkemizde 3 milyona yakın okumaz yazmaz var! 10 kadından biri okuryazar değil. Buna karşın CB; “Bizim dönemimizde kadın tam anlamıyla özgürleşti”...

Sn. MEB! Ülkemizde 3 milyona yakın okumaz yazmaz var! 10 kadından biri okuryazar değil. Buna karşın CB; “Bizim dönemimizde kadın tam anlamıyla özgürleşti” şeklinde açıklama yapıyor. Anlaşılamayan nokta şu dönemlerinde okuryazar olmayanlar mı özgürleşti acep?

Yine CB bir süre önce; “Eğitimde, öğretimde ülkemize çağ atlattık. Bizim zamanımızda üniversiteler özgürleşti. Türk Üniversiteleri tarihin en güçlü dönemini yaşıyor. Nasıl oluyor da dünyanın 500 üniversitesinde esamisi okunmuyor” derken, bir süre sonra; “Eğitimde maalesef mesafe kat edemedik. Üzgün olduğum bir konudur” diyerek ekonomik kurtuluş savaşı nedeniyle (deyim kendisine aittir) zaten karmaşık olan kafamızı iyice karıştırırken YÖK ne düşünüyor acep?

Aslında olup bitene, uzayıp giden uzun, iç karartıcı listeye bakınca iç dünyamızın ve gözlerimizin kararmaması mümkün değil! Bilenin bildiğini, bilmeyenin açıp okuduğunu ben bilmem mi? Laf olsun torba dolsun kabilinden okuma yazma bilmeyen hemcinslerimin sayısıyla giriş yaparak dikkat çekmek istedim o kadar…

Gelelim önemli bir başka noktaya! Sık sık muhtarları sarayda toplayan CB; “Benim her muhtarım bir dünya lideri seviyesinde bilgiye, yeteneğe, kabiliyete sahiptir” demişti ya! İnsan düşünmeden edemiyor doğrusu! 76 kişilik yeni görevlendirmede kaç muhtara yer verildi acep?

Şimdi de bir başka konunun altını çizelim. Geçici mülteciler ve kalıcı Suriyeliler Türkiye nüfusunun yüzde 5’ini oluşturuyormuş. Öyle ki bazı illerimizde Suriyeli konuklarımız yerleşik nüfustan daha fazla imiş. Kısaca ülkemizde şu anda 20 kişiden biri Suriyeli imiş.

Bu konuda söylem birliği, izlenen politika ve yol haritası belli iken; ulus olarak amansız ve insafsız bir anlayışımızın olduğu söylenemez. Ancak “ben ne dersem o olur” şeklindeki ortalama politikanın, yüksek gerilim dönemlerinde ve olağanüstü dönemlerde yolu açamayacağı ve açmadığı kesinlikle söylenebilir. Böylece aman vermeyen zamlarla, yakıp geçen işsizlikle beli bükülen halka, ne “yeni vizyon belgesi” adı verilen şişirilmiş öneriler umut olur, ne kuyuya atılan taşlar çıkarılır, ne de tıkanıp kalan ülke nefes alma noktasına gelir. (noktasında deyimi kendilerine aittir)

Hal böyle iken, biz kalkıp okuma yazma bilmeyen 3-4 yaş arası çocuklara; dini kuralları uygulamalı olarak öğretiyorsak, “Belirli Gün ve Haftalar Kutlama Programı’ndan” 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı çıkarıyorsak, yerine Mevlid-i Nebi Haftası, Ahlak Kültürü Haftası getiriyorsak yolumuz uzun demektir…

Son 10 yılda 2500 kadın öldürülmüşse, boşanmak isteyen eşini bıçaklayarak ağır yaralayan koca 14 yılla yargılanırken, tahliye eden hâkim sanığa gülümseyerek; “Serkan! Seni serbest bırakıyorum, dışarı çıktığın zaman yaramazlık yapma” diyorsa yolumuz tehlikeli demektir…

Yapılan her açıklamadan sonra; “ne olmuş yani, ne var bunda, bu kadar neye büyütülüyor anlamak mümkün değil” gibi klişe açıklamalar yerine net, anlaşılır tutarlı, mantıklı açıklamalar yapılmıyorsa işimiz zor demektir.

Bu arada bağımsız denilen kurum ve kuruluşların kime bağlı ve bağımlı olduğu ortada iken; daha ne kadar sorun yaşanır, daha ne kadar soru sorulur, bu ne kadar sürer orası bilinmez. Yakın çevre, damat, taban, yandaş korunup kollanırken, yollar el ele, kol kola, omuz omuza, sırt sırta yürünürken ortalık ne kadar sakinleşir düzelir o da meçhul! Hele de yazınca yeter denilen, konuşunca gereksiz görülen, sorunca yanıtsız kalınan bu ortamda…

Gelelim ezeli ve ebedi konumuz olan kıskanç batıya! Bizi durmadan kıskanan, bizim durmadan haddini bildirdiğimiz bu batı var ya! Hem dik duran hem de eğilmeyen ülkemizde; Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron rica etti, tutuklu gazeteciyi serbest bıraktık! Almanya Başbakanı Şansölye Merkel telefon etti. Türk asıllı Alman gazeteciyi uçağa bindirip yolladık. ABD başkanı Donald Trump “alo” dedi. Rahip gitti. Bunun adı batıya had bildirmek, eğilmeden dik durmak değilse nedir?

Bu renkli ve örnekli girişten sonra gelelim başlığı açmaya!

Sorun şu: İbn-i Haldun; “Coğrafya kaderdir” der ya!

Sorum bu: Ülkeler için bu söz geçerli olsa da günümüzde ve bazı ülkelerde kaderi kayınpeder ve damat ikilisi belirlemiyor mu?

Bilgi notu: Yüzü halka dönük olanlarla, sırtı halka dönük olanların öyküsünden de başka bir yazıda da bahsederiz…