Babacan ve Davutoğlu mu yeni?

Fatih Altaylı, Haber Türk ekranlarında yeni parti kurma hazırlıkları yapan Ali Babacan’ı ağırlayınca yıllar öncesine gittim. Şimdi o anıyı ve o yazıyı paylaşma zamanı…

Yıl 2005. ABD’de Rutgers Üniversitesi’nde konuşmam var. New Jersey eyaletinin en büyük üniversitesi olan okul, 50 bin öğrenciye ve büyük bir yerleşkeye sahip. 300 kadar da Türk öğrenci okuyor. Üniversitenin Endüstri Mühendisliği Bölüm Başkanlığını yapan ve ODTÜ mezunu olan Prof. Dr. Tayfur Altıok’la, özellikle soyadının çağrıştırdığı partiden söz ediyoruz. Odasına girip çıkan Türk öğrencilerle ülkemizin siyasi gelişmelerini tartışıyoruz. Öğrencilerin kilometrelerce öteden de olsa ülkemizi yakından izlediklerini ve kaygılarını gizlemediklerini gözlüyorum.
Konuşmamı yerelden evrensele doğru uzanan bir eğitim dosyası olarak kurgulamış, örneklerimi ve anlatacaklarımı bu konuda yoğunlaştırmıştım. Salonda bulunanların çoğunun Türk olduğunu, karşımda dikkatli, ilgili, duyarlı bir öğrenci kitlesinin varlığını görünce ulusal değerlerimize, gurbetin zorluklarına ve memleket özlemine de geniş yer vermiştim.

Rutgers’ın eski öğrencilerinden olan Devlet Bakanı Ali Babacan (ABD’deki adı babycan), benden önce konuşacaktı. Fakat birkaç istisna hariç, her bakanın yaptığı gibi Babacan salona gecikince ilk konuşma bana verildi. Sıra kendisine gelince, Babacan her zaman olduğu gibi, bütün bakanların yaptığı gibi, sorunsuz bir Türkiye fotoğrafı çizdi. Babacan’a göre ülkemizde işsizlik azalmıştı. Ekonomi rayına oturmuştu. İktidara güven artmıştı. Dünya genelinde saygınlığımızda o güne dek görülmeyen çıkış olmuştu. Çünkü devlet yönetimini çok iyi bilen, ekonomiden çok iyi anlayan bir kadro iktidardaydı. Bu kadro gece gündüz demeden çalışıyordu. Hatta gece yarıları bile evinden kalkıp gelen, sabaha kadar çalışan bakanlar vardı. Babacan’a göre, bu özverili çalışmalar sonucunda dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birine sahip olmuştuk.

Babacan’dan 3 gün önce ABD’ye gelmiş, bakandan 10 dakika önce ülkemizin siyasal, toplumsal, ekonomik görüntüsünü anlatmıştım. Duyduklarımız karşısında hem ben hem salondaki Türk öğrenciler şaşkınlığımızı gizleyemedik. Dinleyenler, bir benim bir bakanın yüzüne bakıyordu. Kim ne anlatıyor, hangisi gerçek diye düşünüyorlardı. Bu arada benim şaşkınlığıma hayranlık da karışmıştı!!! Sorulara geçmeden önce, Babacan’a bazı anımsatmalar yaptım. Ülkemizdeki işsizlik oranını, açlık ve yoksulluk sınırını, kişi başına düşen ulusal geliri hatırlattım. Benim Türkiye’den ayrı kaldığım 3 gün içinde yaşanan olağandışı gelişmeler ve değişiklikler için kendisine teşekkür ettim!!! Tebrik ve takdirlerimi sundum!!! Gurbette bundan büyük müjde mi olur diye de ayrıca alkışladım!!!

Sözlerim üzerine Babacan, topu kendilerinden önceki hükümetlere attı. “Bardağın dolu tarafını görmek gerekir” dedi. Oysa ortada bardak yoktu ki dolu olup olmadığını görelim.

Gelelim Davutoğlu’yla ilgili olanına…

O yıllarda Cumhuriyet Gazetesi, Cumartesi günleri yeni bir ek vermeye başlamıştı. Ekin adını da “Cumertesi” koymuştu. Olayların buz gibi havalar estirdiği o günlerde, okurlara buzlu bir Üzüm sepeti (!) gibi iyi gelmişti desem, abartmış olmam. Meraklısı sanal âlemde arayıp bulur. Bu girişi neden yaptım? O yıllarda beni en çok güldüren karikatürü paylaşmak için.

Başlık şu: “Davutoğlu Türkiye’de”

Başkent Ankara dün önemli bir konuğu ağırladı. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, günübirlik resmi bir ziyaret için Türkiye’ye geldi. Dünya çapındaki yoğun ve önemli çalışmalarından fırsat bulup Türkiye’ye ilk kez gelebilen Davutoğlu, Vietnam’da gözlemci olarak, Güneydoğu Asya Ülkelerinde Mahalli Yemeklerde Görülen Bakterilerin Bölge Ekonomilerine Etkisi konulu toplantıya katılmıştı. Toplantıdan çıkar çıkmaz Afrika ülkelerinden Uhuru’da iki kabile arasında kız meselesi yüzünden çıkan anlaşmazlıkta gönüllü arabuluculuk yapmak üzere bu ülkeye uçmuştu. Aradaki yarım saatlik boşluğu da Ankara’ya gelerek değerlendirmişti. Yani bakan iki önemli toplantısından arta kalan sınırlı zamanını ülkemize ayırmıştı. Ayaküstü gazetecilerin sorularını yanıtlayan bakan özetle şunları söylemişti:

Son gördüğümden bu yana Türkiye’nin çok geliştiğini görmüş olmaktan mutluluk duydum. İlk fırsatta yeniden Türkiye’ye gelmek isterim.

Söz iki eski bakandan açılmışken biz de sorumuzu araya sıkıştıralım. Dünden bugüne gelinen ve getirilen noktada, bu iki bakanın hiç mi sorumluluğu yok? Yeni partiler kurarken az da olsa özeleştiri verirler mi? Hata yaptık derler mi? Biraz olsun mahcubiyet gösterirler mi?