Yazarlık bir bakıma uyandırmadır!

Bu başlık üzerine “Bu nasıl bir özgüven böyle!” diyenler olacaktır kuşkusuz. Ancak baştan ve peşinen söyleyeyim burada kastedilen insana yol gösteren, onu...

Bu başlık üzerine “Bu nasıl bir özgüven böyle!” diyenler olacaktır kuşkusuz. Ancak baştan ve peşinen söyleyeyim burada kastedilen insana yol gösteren, onu bilgilendiren, ona ufuk açanlardır, bu satırların yazarı değil…

Konunun uzmanlarının ve ustalarımızın bize verdiği öğütler der ki; “Yazarım” diye ortaya çıkanların; iletişim dilini, merak uyandırmayı, sohbet havasında ve sıkmadan konuşup yazmayı, takdir ve övgü beklemeden insanların yüreğine dokunmayı iyi bilmesi gerekir. Hele de sorunların çok, soruların yanıtsız, çözümün Kafdağı’nın ardında bile olmadığı ülkelerde bu daha da önem ve anlam kazanır.

Yazarın işi biçimlendirmek değildir kuşkusuz, kalıpları kırmak, kişiyi değiştirmek de değildir, ama ona yeni ufuklar açmak, onu kültürel olarak beslemek, onu yeni bilgilerle donatmak görevleri arasındadır.

Bu bağlamda insanın yüzünü kızartan, nefesini daraltan, yüreğini yaralayan, midesini bulandıran, kalbini dağlayan, çileden çıkaran, canını sıkan, sinirlerini geren yazarlar var ve çok olduğu gibi, içini açan, umut veren, akıllara kazınan, örnek alınan yazarlar da az değildir...

Bazıları “Yazarlık bir hastalıktır, insan az da olsa bu hastalığı sürekli olarak içinde taşır, dayanamayacak hale gelince oturup yazar” derler. Bu yargıya bir cümle de ben eklemek istiyorum. İnsan bazen de kendi kendini sınamak için, yaratıcılığının sınırlarını görmek için, içindeki kıpırdanışları ne kadar yansıtabilirim sorusuna yanıt aramak için yazar, yazabilir. (tecrübeyle sabit!)

Yine sorumluluk duygusu ağır basanlar; “Benden sonra ne olursa olsun” diyenler varken ve çokken yazmalıdır. Örneğin ekstradan doğayı insan eliyle tüketenler için, çevreye verilen zararın yarattığı korkunç tablo için, zihnine mıh gibi çakılanlar için, ezilenler, üzülenler için yazmalıdır. Gezip gördüklerini, okuyup öğrendiklerini, görüp işittiklerini, iz bırakan olayları duyurmak- paylaşmak için yazmalıdır…

Hele de başına gelenleri kabullenen, üzerine gelen felaketi görmeyen, dayatılanlara razı olan, her şeye katlanan, hiçbir şeye tepki göstermeyenlerin çok olduğu ülkelerin yazarları biraz da uyandırmak adına yazmalıdır…

Ayrıca zifiri karanlıklar dağılmadıkça, aklın, sanatın, bilimin sorgulayan ve soru sorduran yolu açılmadıkça, üniversiteler bilim yuvası özelliğine geri dönmedikçe, hele de aydınlanma şaha kalkmadıkça niye yazılmasın ki? Politik iletişim stili belli olanlar, politik savruluşuyla ünlü olanlar, her konuyu bilenler, sahada ve sandıkta damgamızı vuracağız diye ortaya çıkanlar, siyaseti kendilerine göre biçimleyenler bu sorulara ne der bilinmez ama! Bazı konular sıklıkla yazılsa da, gündem gereği bazı sorunların altı sıkça çizilse de, amaç gözü açmaksa özetle geçiştirmek yerine, uyarı görevinin sorumluluğuyla yazmalıdır.

Ve en önemlisi, ardında silinmeyecek izler bırakarak göçüp gidenleri, yaşama el sallayarak geride bıraktıklarına hoşçakalın diyerek çekip gidenleri anmak ve unutmamak, çevrelerine ışık saçarak yitip giden aydınlanma emekçilerine olan borcu ödemek için yazmalıdır.

Rica Notu: Bu acıklı hafta sonu yazısının sonunda okurlarımdan bir ricam olacak. Gelin bu hafta sonu belleğimizde ve arşivimizde silinmez izler bırakanlara bizler de güle güle deyip, yine ve yeniden onların yapıtlarına, dizelerine gömülüp hem umutlanalım, hem de iç geçirelim. Ne dersiniz?

Davet Notu: 2. Mart Cumartesi Cumhuriyet Kadınları Derneği Tuzla Şubesi’nin düzenlediği toplantıda; “3 Mart, 3 Devrim Yasası ve Kadınların Büyük Kazanımları” konusunu anlatacağım. Yolu düşenleri beklerim…